Sosyal güvenlikte gelecek nesillere bırakacağımız miras
Emeklilerin aylıkları halen çalışanlardan alınan primler ile ödenir. Yani şu anda çalışanlar emeklileri finanse ederler. Ancak sisteme giren prim gelirleri ne yazık ki tüm emekli aylıklarını karşılamaya yetmez. Bu nedenle devlet açığı piyasadan borçlanarak kapatır.
Türkiye bozulan sosyal güvenlik sistemini iyileştirme için son 25 yılda iki defa "reform" hamlesi yaptı. İlki 1999 yılındaydı. 2000’lerin başında başlayan diğer bir reform ise 2008 de yasalaştı. Bu hamleler demografik fırsat penceresi denilen çalışma çağındaki genç nüfus fazlasının olduğu bir süreçte üretim, istihdam, büyüme ve sosyal adalet politikalarında etkin kararlar alınacağı büyük bir reformun bir saç ayağı olarak tasarlanmıştı. Reformların amacı, aktüeryal açıdan kısa ve uzun dönemli uyarı veren sosyal güvenlik sisteminin sürdürülebilir olmasını sağlamaktı. Sosyal güvenlik sisteminde gerçekleştirilen bu reformlara rağmen finansman açıklarının GSYH’ya oranında ciddi bir gerileme olmadı ama daha fazla bozulmasının önüne geçildi. Ancak her şeye rağmen sistemin hala kırılgan bir dengede devam ettiği görülüyor.
Sosyal güvenlik sisteminin sürdürülebilirliğinin en önemli göstergelerinden birisi ise aktif/pasif oranıdır. Çalışma hayatındakilerin emeklilere oranı olarak açıklayabileceğimiz aktif/pasif oranı, bir emeklinin kaç sigortalı tarafından finanse edildiğini göstermektedir. Türkiye'de bu oran 2022 yılı için 1,95‘dir. Yani bir emekliyi 1,95 adet sigortalı çalışan finanse etmektedir. OECD’ye göre sürdürülebilirlik açısından ideal oran ise 4’tür. Her bir emekliye ne kadar çok çalışan sigortalı düşerse finansman açığı o ölçüde azalır ve böylece hem kamu kaynaklarına, hem makro dengelere hem de sonraki nesillere yük binmez.
Burada göz önünde bulundurulması gereken hususlar vardır. Mesela; emekli sayısı her geçen gün artıyor çünkü nüfus hızlıca yaşlanıyor ve doğum oranları da azalıyor. Sağlık alanındaki gelişmelere paralel olarak, ortalama yaşam beklentisi, emeklilikten sonra hayatta kalma beklentisi artıyor. Emeklilikten sonra hayatta kalma beklentisi, yani bir kişinin işgücü piyasasından belli koşullar sonrası fiili çıkışından sonra ortalama hayatta kalma süresi Türkiye için 22,6 yıl, OECD ülkeleri ortalaması ise 21,6’dır. Türkiye için fiili çıkış yaşı 60, OECD ülkeleri için ise 63,1’dir. Hesaplamalara göre 1950’lerden günümüze her 10 yılda bir hayatta kalma beklentisi yaklaşık 1 yıl artmaktadır. Bu veriler ışığında sürdürülebilir bir emeklilik sistemi için çalışma çağındaki nüfusun istihdam piyasasında yer alması, kayıt dışılığın olmaması, emekli olan nüfusun ise emekliliği hak etme yaşının giderek artan hayatta kalma beklentisine uygun olarak düzenlenmesi gerekir.
İstihdam piyasasında sigortalılığın artması ve kayıt dışılığın azaltılması, gelişmişlik düzeyinin artması, katma değeri yüksek üretim ve büyüme politikalarının da aynı zamanda gerçekleştirilmesini gerekli kılmaktadır. Dolayısıyla sosyal güvenlik politikalarının başarısı, bilimsel hedeflere göre tasarlanmış ekonomi politikalarının gerçekleştirilmesine bağlıdır. Emeklilik sistemi için yaş düzenlemesi tek araç değildir; ancak yaş parametresi sürdürülebilirliği sağlamaya yönelik diğer parametrik ayarlamalarla birlikte değerlendirilmek zorundadır.
Burada önemli olan nesiller arası transfer mantığı ile işleyen bu sigorta sisteminde yükü nesiller arasında eşit, adil bir şekilde yayan, toplum için en az sıkıntı yaratan, kaynakların en etkin şekilde kullanımını sağlayan düzenlemelerin bilimsel, aktüeryal hesaplamaların desteği ile belirlenmesi gerekliliğidir.