Sorun nerede?
Hüseyin Yazıcıoğlu
Bütün ideolojilerin, beşeri ve ilahi sistemlerin temel amacı; insanı mutlu etmektir.
Aslında sistemlerin insanlara sundukları/vaat ettikleri temel alanlar ve çözümler çok da birbirinden farklı değildir. Ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel vb. konularda insanların özlem duydukları ideal, yaşanabilen bir hayatı sunma arzusundadırlar. Ama teoride insanlara mutluluk vaat eden bu sistemler ne yazık ki pratik hayata uyarlamada bunu gerçekleştirememektedirler. Dolayısı ile insanlar hiç mutlu değiller. Peki, neden sistemler teorideki fikirlerini pratik hayata uyarlamada başarısız olmaktadır? Nerede hata yapmakta, neyi göz ardı etmektedirler? Sorun nerededir?
Öyle görünüyor ki üzerinde düşünülmesi gereken nokta ve problem, teorinin pratik hayata uyarlama sürecinde yaşanmaktadır. Teorik aklın ürettiğini pratik akılla hayata uyarlayacak olan kimdir?’ in cevabı sorunun da cevabıdır aslında. Kimdirin cevabı tabi ki insandır.
O halde insan sorunu nasıl çözülecektir? Hayatta yaşadığı sorunlara çözüm bulup uygulamaya çalışan zaten insan değil mi? Evet, insan.
Peki, o zaman hala yaşanılan bunca açlık, yoksulluk, hastalık, savaş, çatışma, kriz ve bunalımın nedeni nedir? Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, ırk, dil, din ayrımı gözetmeksizin dünya üzerindeki bütün insanların temel haklarını beyan eden bir bildiridir. İnsanı temel alan bütün haklar bu belgede mevcuttur ve vicdan sahibi bütün insanlar bunun altına imza atmaktadır. Ama gelgelelim teoride/yazılı bu metin dünya üzerinde pratikte uygulanmamakta, üstüne üstlük uygulamayan, ihlal eden, insani değerleri suiistimal edenlerin büyük bir kısmı bildiri altında imzası bulunanlardır. Teorik olarak yasaların/kanunların kâmil olması yetmiyor. Zira o yasa bir insan eliyle icar edilecektir. Dolayısı ile o yasayı uygulayacak insanında kâmil olması gerekiyor.
Nitekim BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi yasa olarak yeterlidir.
Ama icraattaki bu yaman çelişkiyi nasıl izah edebiliriz?
Teorik aklı ile belirlediği; doğru-yanlış, güzel-çirkin, iyi-kötü, haklı-haksız, adil-adil olmayan vb. gerçekleri belirleyen insan, pratik akılla; doğru, güzel, iyi, haklı, adil olarak yaşamına uygulamayan yine insan!
Kendi ile çelişen insan…
Egosu sahibi, nefis taşıyan, açgözlü, bencil, yalancı, menfaat ve çıkar peşinde koşan, hata yapan, yanlışları olan, ifrat ve tefrit gibi aşırılıklarda gidip-gelen insandan söz ediyoruz.
Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için soruyu şöyle soralım; açlık, yoksulluk, savaş, çatışma, kaos, kargaşa gibi krizler mi insanı bu hale getiriyor? Yoksa bütün bu krizleri çıkaran, bunalımların sebebi, dünyayı çekilmez hale getiren insan mı?
Savaşlar, ekonomik buhranlar, bulaşıcı hastalıklar, cinayetler, terörizm, küresel krizler, eşitsizliğin artması, uyuşturucu bağımlılığı, cinsel sapkınlıklar, suların çekilmesi, yağmurun yağmaması, kuraklık, iklim değişiklikleri, işgaller, sömürüler, nükleer ve biyolojik silahlar, toplu katliamlar, açlık, yoksulluk vb. birer sonuçtur.
İnsanın yapıp ettiklerinin sonuçları…
Öyleyse, sorunun kaynağı insan iken aynı insan sorunun çözümü olabilir mi?