Somut bir yapısal reform önerisi
Araya pazartesi açıklanan sanayi üretimi ve cari işlemler dengesi verileri girdi; salı günkü yazımda onların ışığında son durumu değerlendirdim. Öncesindeki iki yazıda eğitim düzeyimiz üzerine bazı gözlemlere yer vermiştim. Özetle şöyleydi: Yapılan çalışmalar gelişmiş ülkeler ligine terfi eden ülkelerin ortak özelliklerinden biri olarak yüksek beşeri sermaye düzeyine sahip olmalarına işaret ediyorlardı. Türkçesi, eğitim düzeyleri yüksekti. Bu çerçevede, Türkiye'de lisansüstü eğitim hakkındaki temel bir sorun üzerinde durdum: Azımsanmayacak sayıda üniversitenin çoğu bilim alanındaki doktora programlarında derin bir kalite sorunu olduğunu ileri sürdüm. Konuya uzak olanlar için bunun en basit kanıtı, söz konusu programların çoğunda ağırlıklı olarak lisans düzeyinde kitapların okutulmasıydı.
Bu sorun çok önemli, çünkü buralardan doktora derecesi alanlar bir süre sonra öğretim üyesi olup o programlarda ders veriyorlar ve geleceğin öğretim üyelerini yetiştiriyorlar. Sistem, kendi kendini besliyor ve giderek bu çarpık yapı güçleniyor. Peki, ne yapılabilir? İki bacaklı bir reform düşünülebilir.
İlk bacakta yurtdışına öğrenci yollamak var. Türkiye sadece büyük bir ekonomiye sahip değil aynı zamanda ‘yüksek orta gelir' grubunda. Hem ‘düşük orta gelir' hem ‘düşük gelir' grubundaki ülkelere hem de kendi klasmanında yer alan çoğu ülkeye kıyasla önemli kaynakları var. Çok sayıda öğrenciyi yurtdışındaki kaliteli doktora programlarına burslu olarak yollayabilir. Dikkat edilmesi gereken ilk nokta şu: Yurtdışındaki doktora programları içinden kaliteli olanları seçmek gerekiyor. Rahatlıkla yapılabilir; çoğu alan için çok sayıda sıralama var. Göz önüne alınması gereken ikinci nokta ise şu: Bu programlar her önlerine gelen öğrenciyi kabul etmiyorlar. Müthiş bir rekabet söz konusu. Çoğu kaliteli programda yer bulmak öyle kolay değil.
Bu olgu bizi düzenlemenin ikinci ayağına getiriyor. Şu: Yurtdışındaki kaliteli doktora programlarına mümkün olduğu kadar çok öğrenciyi gönderdikten sonra hala yüksek bir talep söz konusu olacak.
Çünkü çok sayıda üniversitemiz var ve yeni doktora derecesi almış ‘taze' öğretim üyesine ihtiyaç duyuyorlar. Bu ihtiyacı karşılamak üzere her bilim alanı için doktora verebilecek üniversiteleri belirlemek gerekiyor. Mesela filanca alanda 10 üniversite gibi. Geçmişte, yanlış hatırlamıyorsam 1990'ların sonlarında, böyle bir uygulama vardı. Lisansüstü eğitim verecek üniversiteler belirlenmişti; bunların dışındakiler veremiyorlardı.
COVID-19 pandemi sürecinde ‘çevrimiçi' eğitimin, konferansların, seminerlerin, toplantıların yararlarını gördük. Düzenlemenin ikinci ayağında çevrimiçi eğitimden (de) çok rahatlıkla yararlanılabilir. Lisansüstü eğitim vermesi engellenen falanca üniversitede alanında tanınmış bir öğretim üyesi olabilir; o da programa katılır. Farklı üniversitelerin ortak programları olabilir. Ayrıca, sözünü ettiğim eski uygulamada, lisansüstü eğitim vermeleri engellenen üniversitelerdeki asistanlar, bu eğitimi veren üniversitelere geliyorlardı. Falanca şehirden filanca şehre. Bu, o üniversitelerde asistanların yapmakta oldukları akademik işlerin aksamasına yol açıyordu. Çevrimiçi eğitim bu sakıncayı da ortadan kaldırır. Kısacası hem geleneksel yüz yüze eğitim hem de çevrimiçi eğitimin bir bileşeni oluşturulabilir.
Buna benzer bir tasarımın yapılması ve hayata geçirilmesi zor olmasa gerek. Yapılabilirse, bu yapısal reformun yararlarından biri de çok sayıda üniversitenin sadece lisans eğitimine odaklanmasını sağlamak ve o alandaki kaliteyi artırmak olacaktır.