Solun yükselişi - mi?
2020 yılında dünyanın çok farklı köşelerinde yapılan seçimler, sol partilerin uzun aralardan sonra iktidara gelmelerinin önünü açmış görünüyor.
ABD’de –ne kadar sol sayılabilirse- Demokratların yönetimi devralması, Almanya’da koalisyon hükümetinin Başbakan koltuğuna Sosyal Demokrat Scholz’un oturması, Norveç’te sosyal demokratların 8 yıllık aradan sonra iktidara gelmesi, İtalya ve İspanya’da sol partilerin koalisyonun büyük parçasını oluşturması bunun örnekleri. Son olarak da Şili’de sol hareketin genç lideri Boriç’in kazandığı zafer buna eklenebilir.
Dünyada son 10 yılda ağırlıklı olarak ülke yönetimlerini ele geçiren popülizm ve güçlü lider akımının ardından yeni bir trend bu.
PANDEMİ ETKİSİ
Devletin, başta sağlık alanı olmak üzere, vatandaşının yükünü daha çok paylaşmasını getiren unsur, hükümetlerin siyasi duruşlarından çok, tüm dünyayı saran Covid-19 pandemisinin eseri.
Bu dönemde “olmaz” denilenlerin tek tek gerçekleştiğini gördü dünya. Kapilalizmin kalesi olan, her türlü hizmetin para ödenerek satın alındığı ABD’de Covid bağlantılı sağlık hizmetleri ücretsiz yapıldı mesela. Washington yönetimi, Covid nedeniyle ekonomik zorluk yaşayan Amerikan vatandaşlarına açıktan para bile dağıttı.
Avrupa’da da Covid 19 pandemisi nedeniyle hemen hemen tüm ülkelerin vatandaşlarına küçük/büyük yardımlar yaptığına da tanık olduk. Devletin, başta sağlık harcamaları olmak üzere pek çok konuda yeniden devreye girmesi gerektiği tartışılmaya başladı en liberal ülkelerde bile.
GÖÇ ETKİSİ GEÇTİ Mİ?
Ancak tek gerekçe pandemi değil demokratik ülkelerde sol partilerin yükselmesinde.
Özellikle Avrupa’da, popülizm ve güçlü lider döneminin başlangıcını kitle göçleri tetiklemişti. Bunda Suriye ve Libya iç savaşlarının, Kuzey Afrika’da Arap baharıyla tetiklenen siyasi karmaşanın, Afrika’da bitmeyen çatışmaların da etkisi büyük olmuştu. Ülkelerine gelen, zenginliklerine ortak olan ve “kendilerine benzemeyenlere” karşı, popülist söylemlere yönelmişti Avrupa halkı.
Yaklaşık 5 yıldır, AB’nin kimi zaman “kesenin ağzını açarak”, kimi zaman polisiye tedbirlere yönelerek attığı adımlar, Avrupa’daki göç/sığınmacı sorununu azalttı. Bu “rahatlamanın” etkisi de, kimi zaman ırkçılığa varan popülist söylemlerden uzaklaşma oldu.
Ancak geçici bir etki bu; Avrupa’ya karadan ya da denizden komşu bölgelerdeki yeni bir savaşa, iç savaşa, ya da küresel ısınma çerçevesinde başlaması öngörülen kitlesel ekonomik göçlere kadar.
Tüm bunlar göz önüne alındığında, özellikle Avrupa’daki sol siyasi hareketin yükselişinin ne kadar kalıcı olacağı pek çok soru işareti barındırıyor.
GÜNEY AMERİKA’DAKİ SOL HAREKET GERÇEKTEN SOL MU?
Amerika kıtasının güneyinde birbiri ardına kendilerini siyasi yelpazenin solunda tarif eden yönetimlerin işbaşına gelmesi de “solun yükselişi” trendi içinde ele alınabilir.
Ancak Latin Amerika’da da iktidara gelen “sol siyasetin” pek farklılık yarattığını söylemek zor. Çünkü popülizm trendinden sol siyasi hareketlerin de bigane kaldığından bahsetmek mümkün değil.
En belirgin örnek, vatandaşlarını uluslararası insani yardıma muhtaç hale getiren, petrol zenginliğine rağmen ülke tarihinin en büyük fakirliğini yaşatan Venezuela’daki Maduro yönetimi. Latin Amerika’da, sağ yönetimlere karşı özellikle yolsuzlukla mücadele vaadiyle işbaşına gelen sosyal demokrat ya da sosyalist yönetimlerin pek çoğu da yine yolsuzlukla anılır hale gelmiş durumda.
“Sol” adı altında, popülizme ve yolsuzluğa yenik düşmüş bir görüntü veriyor Güney Amerika.
TÜRKİYE’DEKİ TREND…
Türkiye’nin durumunu da –eğen erken seçim olmazsa- 2023 Haziran ayında yapacağı seçimler öncesinde dünyada yaşanmakta olan uluslararası siyasi trendlerle birlikte ele almak gerekiyor.
Dünyadaki pek çok sağ iktidarın aksine, Türkiye’deki AK Parti hükümeti pandemiyle mücadele sürecinde başta çokça yalpalamış olsa da, dünyadaki sağ popülist yönetimlerin düştüğü yanlışa düşmedi. Covid bağlantılı sağlık hizmetleri, aşı dahil, ekonomik krize rağmen halka ücretsiz ulaştırıldı. Ancak iş vatandaşın pandemi bağlantılı ekonomik kayıplarına geldiğinde, Türkiye –AK Parti hükümetinin söylemlerinin aksine- bekleneni veremedi. Bu durum, pandeminin ilk günlerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik desteğini arttığını gösteren anketlerin, son günlerde tam aksi yönde bir fotoğraf ortaya koymasıyla kendini göstermeye başladı. 2000’li yılların başında AK Parti’yi Türkiye’de iktidara getiren “yolsuzlukla, yoksullukla ve yasaklarla mücadele” vaatleri de, şimdilerde mevcut hükümetin “aşil topuğu” haline gelmiş durumda. AK Parti en çok eleştiriyi bu alanlardaki uygulamaları üzerinden alıyor.
Ancak 20 yıldır iktidarda olan AK Parti’nin dünyadaki siyasi gidişatı görmemesi de mümkün değil elbette. Son bir ay içinde atılan adımlar/vaatler, popülist söylemiyle anılan AK Parti’nin, dünyadaki yeni trendleri de göz önüne alarak, son bir gayretle iktidarda kalma mücadelesine girdiğini gösteriyor;
Asgari ücrete yapılan büyük artış ve bunun memur maaşlarına da benzer şekilde yansıtılacağının açıklanması;
“Faiz artışı” demeden faiz arttırmayı öngören “kur korumalı TL vadeli mevduat”;
Türkiye’deki en geniş meslek gruplarından biri olan öğretmenlerin özlük haklarında iyileşme getiren kanun değişikliği;
Sağlıkçılara sağlanan yeni özlük hakları;
İktidar kanadından gelen başta polisler olmak üzere memurlara 3600 ek gösterge vaatleri bunun örnekleri.
Türkiye’de muhalefet alanlarda, iktidar ise kanun değişiklikleri üzerinden seçime hazırlanıyor…