Soframızdaki madencilik
Muğla, Türkiye'nin en önemli turizm kentlerinden birisi… Bodrum, Marmaris, Datça, Fethiye, Köyceğiz ve diğer ilçeleri her birisi marka olmuş.
Tarım ve hayvancılıkta da Muğla, önemli kentlerimizden birisi. Sadece Türkiye'nin değil, dünyanın en önemli çam balı üretim merkezi. Zeytincilikte çok iyi bir yerde, Milas'ın zeytinyağına Avrupa Birliği'nden coğrafi işaret almak için başvuru yapıldı.
Madencilik ve enerjide de Muğla'nın çok büyük potansiyeli var. Türkiye'deki 19 termik santralin 3'ü Muğla'da. Madencilikte kömür, mermer, feldspat, krom ve kuvars rezervleri yüksek.
Orman sahaları, zeytinlikleri, özel çevre koruma alanları ile Muğla, turizm, tarım ve madenciliği birlikte yapmaya çalışıyor. Madencilik ve termik santrallerin işletilmesinde kurallara uyulmadığında -ki genellikle uyulmuyor. Çok ciddi sorunlar yaşanıyor. Vahşi madencilik, termik santraller Muğla'da yaşayanların sağlığını ciddi olarak tehdit ediyor. Kanser, solunum yolları hastalıkları yaygın.
Geçen Cumartesi günü bir kez daha Muğla'daydım. Cumhuriyet Halk Partisi Denizli Milletvekili ve Doğa Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Gülizar Biçer, Türkiye'de nerede doğa, çevre ile ilgili bir sorun yaşansa orada çevreye, doğaya sahip çıkıyor.
Geçen yıl Aralık ayında Muğla'da O'nun çabaları, Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün ve ekibi ile birlikte "Doğa Hakları Çalıştayı" düzenlendi. Geçen Cumartesi ise "Madenciliği Konuşuyoruz" başlığı ile yine önemli bir çalıştay yapıldı. Madencilik sektörü temsilcileri, çevre hareketinin temsilcileri, bilim insanları, gazeteciler, hukukçular Muğla Milletvekilleri, ilçe belediye başkanları çalıştayda görüşlerini paylaştı. Biz de "Soframızdaki Madencilik" başlığı ile tarım ve madencilik sektörünün ekonomisini karşılaştırdık. Vahşi madenciliğin zeytinciliğe, tarıma verdiği zararı, soframıza kadar nasıl ulaştığını anlatmaya çalıştık.
Belediye Başkanı Osman Gürün'ün isyanı
Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün, çok çarpıcı bilgiler verdi. Muğla'nın turizm, tarım ve doğal yaşamı koruyarak maden kaynaklarını da değerlendirmesi için siyaset seviyesinde değil, bilim seviyesinde tartışması gerektiğini belirterek özetle şunları söyledi: " Muğla'nın yüzölçümü 13 bin 338 kilometrekare. Toplam maden ruhsatlı alan 3 bin 523 kilometrekare. Ruhsatlı maden alanlarının ilimizdeki yüzölçüme oranı yüzde 27. İlimiz genelinde toplam 641 maden ocağı var. Bu madenlerin 333 tanesi ormanlarımızda yer alıyor. Ruhsatlı maden alanlarının yüzde 9.3'ü Arkeolojik Sit, Kültürel Sit ve Özel Çevre Koruma alanlarında bulunuyor. Madencilikle ilgili verilen bu ruhsatların hiçbirinde bizden görüş alınmadı. Bırakın görüş almalarını, hangi alanlara ruhsat verildiğini öğrenemiyoruz. Bilgileri hırsız gibi oradan buradan çalıyoruz. Resmi olarak yazdığımız yazılarımıza yanıt verilmiyor. Karanlık bir iş... Bu kadar geniş alanlar, yerel yönetime sorulmadan, bilgi verilmeden padişah fermanı gibi dağıtılıyor. Burayı Ahmet'e, burayı Mehmet'e verdim diyorlar. Ben plan yaparken 13-14 kuruluştan görüş alıyorum. Bunlar bizden bilgi almıyor, sormuyor. Kültür ve Turizm Bakanlığına bile sormuyorlar. Arkeolojik Sit alanlarına maden ruhsatı veriliyor. Enerji tarafına bakıyoruz. Yıllarca, Yatağan Termik Santrali'ne filtre takılmadı. Akciğer hastalıkları, solunum yolları ve diğer hastalıkları yıllarca açıklayamadık. Filtre takıldı. Ama baca gazı değerlerini bilmiyoruz. Filtre hangi kalitede çalışıyor, bilmiyoruz. Emisyon değeri nedir bilmiyoruz. Yazılı başvuruyoruz, bilgi alamıyoruz. Bu karanlığa son vermeliyiz."
Tarım ve madencilik
Tarım ve madencilik ülke ekonomisi için çok önemli iki sektör. Aynı alanda faaliyet söz konusu olunca, iki sektör karşı karşıya geliyor. Maden toprağın altında, tarımsal faaliyet toprağın üstünde. Yerin altındakini mi tercih etmeliyiz, yerin üstündekini mi? Buna karar vermek için çok yönlü değerlendirme gerekiyor.
Nüfus artışı, gelecek kaygısı, iklim değişikliği tarımın ve gıdanın önemini artırıyor. Günümüzde ekonomik yaptırımlar, ticaret savaşları gıda ve tarım odaklı. Tarımsal üretim binlerce yıl sürdürülen, kuşaktan kuşağa aktarılan insanın gıdasını üreten bir faaliyettir. Maden ise yer altındaki rezervle sınırlıdır, bir kez çıkarırsınız, rezerv bitince faaliyet de biter.
Tarımsal üretim genellikle aile işletmeleri, bölgede yaşayan hemen herkesin ekonomik fayda sağladığı, kendi yaşamını sürdürmek için, gıdasını ürettiği bir üretim faaliyetidir. Madencilik, katmadeğer, istihdam vb. katkıları olsa da kazancı daha çok işleten şirketindir. Ekonomik ve sosyal yönden de tarım, madenciliğe göre daha çok toplumsal fayda sağlar.
Madencilik, ciddi çevresel sorunlar yaratır, toprağın, suyun kirlenmesi, bitkisel üretimin,hayvancılık faaliyetlerinin olumsuz etkilenmesine neden olur.
Kural, yasa tanımadan yapılan vahşi madencilik, sadece bugünü değil geleceği de karartır,yok eder.
Altın, kömür, zeytin
Türkiye'de madencilik ve tarım tartışması ağırlıklı olarak kömür madenleri, kömüre dayalı termik santraller, altın madenciliği ve zeytinlik sahaları üzerinden yapılıyor. Madenciler için en büyük engellerden birisi Zeytincilik Yasası'dır. Bu nedenle son 10 yılda 7 kez yasayı değiştirmek için Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne yasa teklifi verildi. Her seferinde muhalefet ve iktidar milletvekilleri tarafından reddedildi.
Dünyada çok az coğrafyada yetişen zeytinin ana yurdu Türkiye. Zeytin ve zeytinyağı dünyada üretimi ve tüketimi artan önemli iki ürün. Zeytinciliği altına feda edemeyiz.
Yapılan vahşi madencilik sadece toprağımızı, suyumuzu, yaşam alanlarımızı yok etmekle kalmıyor, altının ayrıştırılmasında kullanılan siyanür, atıklar, termik santrallerde, jeotermal enerji santrallerinde olduğu gibi çevreye yayılan ağır metallerle, suya karışan ağır metaller soframıza kadar geliyor. Doğal yaşamı, insanları, bitkileri, hayvanların yaşamını tehdit ediyor. Yok ediyor.
Bütün bunlar ne uğruna yapılıyor? Dünyanın terk etmeye başladığı fosil yakıtlardan enerji üretmek için. Yer altındaki madenleri çıkarıp ham olarak ihraç etmek için. Ham olarak sattığımız madenleri sonra 10 katı 20 katı para ödeyerek mamul olarak, ham madde olarak ithal ediyoruz. Yabancı şirketler çıkardıkları altının yüzde 95'ini ülkelerine götürüyor. Bize siyanür havuzları, rehabilite edilmemiş çevre manzaraları, ölüm saçan atıklar kalıyor. Türkiye'nin tarım ve madencilik politikasını radikal bir biçimde değiştirmezse soframızda gıdalarla birlikte ağır metalleri tüketmeye devam ederiz.