SKDM’de deneme sürüşü başladı
Dünya belirsizliklerle dolu. Bir gün diğerini tutmuyor. Kimin eli kimin cebinde belli değil. Katı olan her şeyin süratle buharlaştığı bir dönemden geçiyoruz. Ama müjdeler olsun! Değişmeyen, bir nevi kutup yıldızı gibi, hep doğru yola işaret eden göstergeler de mevcut.
Avrupa Birliği (AB) ile ilgili eleştirel pek çok şeyi sıralamak mümkün. Ama değişmeyeni söyleyeyim: Açılan bir dosya öyle ya da böyle işlemeye devam ediyor. Dün tarihler 1 Ekim 2023’ü gösterirken, AB’nin Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması’nın (SKDM) test sürüşü başladı. Olurdu olmazdı derken, başlangıçta denildiği gibi oldu. AB SKDM’nin denem sürüşünü söylediği tarihte başlattı. Nokta.
SKDM ile karbon vergisini Türk hükümeti toplamazsa, AB toplayacak
Tamam, daha başlangıcın başındayız. Tamam, daha beş sektörü kapsayacak. Önce çimento, demir çelik, alüminyum, gübre ve elektrik. Ama nasıl hızla genişleyeceğini de görüyoruz sanırım. Tamam, daha sistemin tam olarak nasıl işleyeceğini bilmiyoruz ama deneme sürüşü tam da hep birlikte öğrenelim diye var. Bilenlerin anlattığına bakılırsa, bir mevzuat şekilleniyor. İşler yürüyor. Nasıl intibak edeceğimize karar vermemiz önem taşıyor.
Ne oluyor? Artık AB ülkeleri ithal ettikleri malların karbon vergisi üretildikleri ülkede ödenmemişse, onu sınırda tahsil edecekler. “2024’e kalmaz başlar bu iş” diyorduk. İşte şimdi deneme sürüşü dün itibariyle başladı. SKDM ile birlikte karbon vergilerini Türk hükümeti toplamazsa, AB toplayacak.
Türkiye’nin ihracatının yarısı AB ülkelerine... Yükümlülük AB ithalatçılarına ama ihraç malı bizim yahu. Şimdi ne yapmak gerekecek? İhraç ettiğimiz ürünün karbon salımı miktarını bilmek ve bu miktar için bir tür karbon vergisi ödenip ödenmediğini raporlamak gerekecek. Raporlamayı AB’deki ithalatçı yapacak ama o ne yapacak? Malı satın aldığı Türk firmasına soracak “Bu ürünün üretim sürecinde gömülü karbon salım tutarı nedir?” diye.
Türkiye’nin ölçme ve takip konusunda kitlesel bir hazırlık sürecine ihtiyacı var
Peki, Türkiye davul çalarak gelen bu sürece hazır mı? Hayır. 2022’de İklim Şurası’nda bu konuda davul çalınmadı mı? Evet. Sonuç nedir? Karbon fiyatlamasını içerecek Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) daha ortada yok. ETS’ye dahil olmayan ürünlerde karbon vergilerinin nasıl uygulanacağını da hala bilmiyoruz. Bu çerçevede, nasıl bir vergi reformuna hazırlandığımızı da karar vericilerle daha tartışmadık. Malum, karbon ve su ayak izi ile atık yönetimine dayalı bir yeni vergi sistemi çerçevesi tasarlanırken, hangi vergileri nasıl indireceğimizi ya da ortadan kaldıracağımızı da ele almak gerekiyor. Daha orada değiliz işte.
Peki, Türkiye’de sanayinin karbon salım miktarını biliyor muyuz? 2014 yılında yayımlanan yönetmelik ile işler hale gelen MRV sistemi sayesinde Türkiye’de karbon salımlarının yarısından sorumlu tesislerin karbon salımlarını ölçüyoruz. Memlekette 700 civarında tesisin karbon salım tutarını, karbon ayak izini ölçebiliyoruz demek bu. Verileri tarihsel olarak da biliyoruz. Bunun üzerine çalışılmış olan PMR projesi ise bize olası bir karbon piyasasının yasal altyapısını sunuyor. Nedir? Aslında karbon fiyatlamasına hemen başlayabiliriz. Bu bir.
Ancak uygulamanın değer zinciri boyunca biriken salımları da içereceğini düşünürseniz, Türkiye’nin ölçme ve takip konusunda kitlesel bir hazırlık sürecine ihtiyacı var. Bunu tek tek şirketler üzerinden değil, mesela organize sanayi bölgelerinde (OSB) inşa edilecek uygulama merkezleri aracılığıyla yapmak daha akla uygun geliyor bana doğrusu. Böylece süreci hem OSB’ler hem de KOBİ’ler aracılığıyla memleket sathına yaygınlaştırmak mümkün olabilir. Bu da ikinci nokta.
Peki, yeter mi? Hayır. Sonra o ölçme ve takip için gereken yatırımları yapmak ve takip sistemini inşa etmek lazım. Tek tek şirketlere bu işi için Dünya Bankası’nın kaynak sağlaması düşünülemez tutar küçük kalır, demek ki bir ara yüze ihtiyaç var. İşte OSB’ler bu açıdan o ara yüz ihtiyacını da karşılayabilir doğrusu. Ama bu haliyle değil, OSB yönetimlerinin yeni kamusal yetkilerle donatılması lazım. Alın size Yeşil OSB reformu.
Tüm bu işlemleri yapabilsin diye bakanlıklarımıza tahsis edilmiş milyonlarca Euro var. Kullanmamız lazım. Daha sırada yeşil dönüşüme katkı için gelecek milyarlarca Euro var. Bir yıl içinde, iki yıl içinde kullanabilme kabiliyetimiz var mı? Hayır. Bunu geçenlerde anlattım. Memlekete döviz girişi lazım, yeşil finansman kanalında kaynak kullanım kabiliyeti sıkıntısı var. Yeşil finansman kanalında bir tıkanıklık var. Öncelikle İller Bankası’nın faaliyet biçimini elden geçirecek bir kalkınma ve yatırım bankaları reformu lazım bize. Bu da üçüncü nokta olsun, yeşil dönüşümün operasyonel problemleri bahsinde.
Türkiye’ye acilen AB ile uyumlu bir ETS lazım
Şimdi neye hiç değinmedik? Karbon fiyatlaması ve karbon vergilemesi ile toplanacak kaynakların nasıl tasarlanacağına, nasıl kullanılacağına, kaynak dağılımı etkilerine. Oradan Türkiye’de bölge bölge, il il adil geçiş tartışmasına geçebiliriz. Zonguldak havzası bundan sonra neye odaklanacak, İstanbul ve hatta Marmara bölgesinde bundan böyle nasıl yaşayacağız. Çok işimiz var.
Geçtiğimiz günlerde İklim Değişikliği Başkanlığı tarafından açıklanan “Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizmasının Türkiye Ekonomisine Potansiyel Etkileri” raporunun da işaret ettiği gibi, içeride uygulanacak karbon fiyatı AB ETS’sindeki fiyatının altında kaldıkça SKDM’nin maliyeti Türkiye’deki ihracatçılar için hala yüksek olacak. Yani, kendi ETS’mizi kurmuş olmamız bizi otomatik olarak SKDM maliyetlerinden kurtarmayacak. ETS içerisinde karbonun en optimal seviyede fiyatlandırması da gerekiyor. Bu da iddialı kotaları ve derin bir karbon piyasasını mecbur kılıyor. Bu nedenle ETS’nin sadece yasal altyapısının hazır olması içimizi rahatlatmamalı.
Karbon fiyatlaması sisteminin parametrelerini doğru biçimlendirebilmek için bize bir sanayi ve bilim-teknoloji politikası çerçevesi lazım esasen. Olabilir mi? Evet. Ne eksik? Bugüne kadar yapılmış olan çalışmaları yeni hedefler doğrultusunda bir araya getirecek ve bir nevi güncelleyecek bir bakış açısı. Kaybettiğimiz zamanı ancak bu şekilde telafi edebiliriz gibi duruyor.
Karbon piyasalarının küreselleşen yapısı göz önünde bulundurulduğunda yapılan ölçümleri ve kurulan sistemi öncelikle Avrupa Birliği ile uyumlu hale getirmek ve ilgili kuruluşları orada akredite etmek de ayrı bir gereklilik.
Daha geçen haftalarda, Dünya Bankası’nın küresel karbon piyasalarını tek çatı altında toplama misyonu ile teçhiz edilip edilemeyeceği tartışılıyordu. Gönüllü karbon piyasalarından başlayacak bu adımın, karbon fiyatlamasına doğru genişlemesini beklemek lazım.
Ekonomide makule dönüş adımlarını yeşil kalkınma stratejisi ile tamamlamak mümkün
Ben böyle baktığımda, Atlantik’in iki yanında biçimlenmekte olan yeni üretim ve teknoloji bölgesinin manasını idrak etmek gerektiğini düşünüyorum: Yeşil Yeni Mutabakat süreci Türkiye’nin yeni kalkınma stratejisi. Memleketin zaten artık yeni bir büyüme ve kalkınma stratejisine ihtiyacı vardı. Her yere çimento dökerek millet olarak zenginleşemeyeceğimizi artık anlamış olduğumuzu varsayıyorum. Zaten uzun süreden beri ekonomide bir yapısal reform gündemine ihtiyacımız vardı. Şimdi Avrupa Birliği sayesinde ihtiyacımız olan gündem şekilleniyor. Fırsat ayağımıza geliyor.
Aslında ilk bakışta yeşil sanayi devrimine pek münasebetsiz bir zamanda yakalandığımız söylenebilir. Tanım gereği sermaye yoğun bir iktisadi dönüşüm süreci ile karşı karşıyayız. Ne demek? Daha fazla yatırıma ihtiyacımız var bu sürecin yönetiminde. CDS risk priminin tavan yaptığı bir dönem sermaye yoğun bir dönüşüm için özellikle münasebetsiz bir dönem. Özellikle Türkiye gibi kronik tasarruf açığı problemi olan, cari işlemler açığı veren bir ülke için. Malum hem bütçe açığı hem de cari işlemler açığı 2023’te rekor kıracaktı, normal olarak.
Ancak Türkiye’nin seçimden sonra makul ekonomi politikalarına yeniden dönmesi, önceki dönemi akıl dışı adımlar dönemi ilan etmesi ve CDS risk primi ile enflasyon bekleyişlerini düşürecek makul adımlar atmaya başlamış olması bu çerçevede son derece kıymetli. Onu da tespit edelim. CDS risk priminin bir izlenimle bile hızla aşağı inebilmesi önemli. Türkiye’nin seçimden sonra doğru yönde attığı adımları artırarak devam ettirmesi halinde bu fırsatı değerlendirebilmek mümkün duruyor aslında.
Yeşil kalkınma süreci yine yeniden DPT istiyor
Geçen hafta Devlet Planlama Teşkilatı (DPT)’nın 63üncü kuruluş yıl dönümüydü. Ne yazık ki, Türkiye’de stratejik planlamaya en çok ihtiyacımız olan dönemde bugün Devlet Planlama Teşkilatımız (DPT) yok. Ortadaki idari miyopiye güzel bir örnek aslında. Yerine açtığımız Kalkınma Bakanlığı da gitti. Bakanlıkların müsteşarlıklarını kapatarak, politika tasarım ve uygulama kabiliyetimizi de yok ettik. Şimdi yeşil sanayi devrimi ile dünya yeniden yapılanırken, doğrusu ya önceliklerimizi belirlemek için yeterli mekanizmalara sahip değiliz.
Peki, yapacak bir şey yok mu? Var. Öncelikle eksikliğin farkına varmak gerekir diye düşünüyorum ben. Ancak eksik olanı idrak ettikten sonra ne yapmamız gerektiğine odaklanabiliriz. Doğrusu ben İklim Değişikliği Başkanlığını bir Bakanlık olarak kurmak gerektiği konusundaki fikrimi hala değiştirmedim. Şimdi, İklim Değişikliği Başkanlığı’nı yeşil kalkınma sürecinin DPT’si olarak örgütlemenin ise hala mümkün olduğunu düşünüyorum.
Türkiye’nin seçimden sonra başlattığı makule (akıl yoluna) dönme sürecinde zaten kapsamlı bir ekonomik programa ihtiyacı da var. İşte size dünya ile uyumlu bir gündem. Sallanmayı bırakalım ve gereğini yapalım bir an önce.