Siyasetin yasaları
Eskiden böyle denirdi. Siyaset bir bilimse yasaları olmalıydı. Kurallar veya temel prensipler vardır diyebiliriz. En azından bir müktesebat oluşmuş durumda. Basit ama güçlü düşünceleri yalın biçimde ifade edebilmek önemlidir.
İlk madde siyasette ender durumlar dışında arzın kendi talebini yaratmadığı tezidir. Önce talep olmalıdır. Talep olması için seçişler/tercihler ve sonrasında (soyut) fayda fonksiyonu/talep oluşmalıdır. Ters talep fiyat demek olduğu için siyasi taleplerin bir fiyatı/bedeli vardır ve bu fiyat ödenmeyecekse talep efektif talep değildir. Örneğin işçi haklarını genişletmek için grevler yapılmış, insanlar işsiz kalmış, sendikalar baskılara göğüs germiş, kadınlara oy hakkı için süfrajetler mücadele etmiştir. Talep etmek bedava değildir. Efektif talep bir kez oluştuktan sonra bu talebe karşılık gelen siyasi arzlar ortaya çıkar. Talebi olmayan bir siyaseti arz etmek sonuç vermez.
İkinci madde tercihlerin kararlılığı ve kolay değişmemesidir. Tercihler seçişlere dayalıdır ama seçişler bir değerler sistemi, kültür, sembolik bir lens aracılığıyla zihinlere kazınır. Bu nedenle tercihler pek çok çok etnili, çok dinli, çok kültürlü ülkede –en başta ABD- yerel olabilir. New York’ta Queens’teki tercihler ve siyasi talepler farklıdır New Mexico’da başka, Baltimore’da zenci mahallelerinde ayrıdır. Michigan’da hitap edilen kitleler Los Angeles’ta hitap edilen kitleler değildir. Bu farklılıklar gerçektir ve kalıcıdır. Herhangi bir üst anlatı tarafından etkisizleştirilmeleri neredeyse imkânsızdır. Örneğin ABD solcunun, işçi hareketinin en etkili olduğu ve tek bir işçi partisinde birleşme olasılığının en yüksek olduğu dönem 1890-1920 arasıdır. Ancak İtalyanlar, Hispanikler, zenciler, İrlandalı ve Yahudi işçiler, kadınlar vb. tek bir çatıya sığamamış, İngiltere’de Labour Party kurulurken ABD’de de bir işçi partisi –üçüncü bir güçlü parti- kurma çabaları sonuç vermemiştir. Polisin göstericilere sert davranması vb. faktörler güçlü bir işçi partisinin İngiltere’de, Fransa’da, Almanya’da, İskandinavya’da kurulmuşken ABD’de neden kurulamadığını, topun direkten döndüğünü açıklamaya yetmez. Oralarda da “buyurun kurun” denmemiştir ama kurulmuş ve bazı ülkelerde yüzde 40’ı geçen oylar alınmıştır.
Üçüncü madde şu olabilir. Biraz renkli bir dille anlatmayı deneyeyim. 1972’de başkanlık seçimi sırasında adaylardan McGovern New York kampanyasının ilk gününde Yahudi mahallesine giderek bu cemaate sempati duyduğunu gösterip oylarına talip olmayı denemişti. South Dakota’lı olan McGovern bir taşra senatörü olarak ülke çapında başkanlık yarışına soyunmuş ve New York’taki ilk gününde sudan çıkmış balığa dönmüştü. Kameralar eşliğinde girdiği bir büfenin Yahudi sahibinden sosisli sandviç istemişti. Dükkân sahibinin “kosher mi?” sorusuna danışmanının uyarısıyla “evet” cevabını veren başkan adayı “ve bir bardak süt lütfen” diye eklemişti. New York Yahudilerinin tamamını mı bir kısmını mı kaybettiğini bilmiyorum ama büyük bir gaf olarak ABD başkanlık seçimi tarihine geçmiştir. Michigan Grand Rapids’de büyüyen Gerald Ford’un 1976 ön seçimlerinde Texas San Antonio’da yaptığı gaf bir başka örnektir. Tamales söyleyen Ford mısır yapraklarını soymamış ve tamalesi yapraklarıyla yemeye kalkmıştır. Tabii bir lokmadan fazla yiyememiş ve bu görüntüler de tarihe geçmiştir. Bu örnekler neden önemli? Oylarına talip olduğunuz insanların adetlerini, yemeklerini, kültürlerini en yüzeysel biçimiyle bile bilmiyorsanız o insanlara aslında hiç ilgi göstermediğiniz düşünülür. Michigan’da işini kaybeden Beyaz Anglo-Sakson Protestan işçilere yapacağınız konuşmayla New York’ta yönetime daha fazla katılmak isteyen Yahudilere veya San Antonio’da ABD vatandaşı olmanın kolaylaştırılmasını talep eden Meksikalılara yapacağınız konuşma veya diskurunuz aynı olamaz. Hepsine üst perdeden aynı üst anlatıyı önermek ve onları bu yolla çağırmak veya işsiz kalmış insanlara dış politikanın inceliklerinden bahsetmek sonuç vermez. Elbette bu siyasal öznelerin “çekirdek inançları”, siyasal hedef ve programları ideolojileri olmasın demek değildir.
Dördüncü madde zamanlamayla ilgili olabilir. Ernst Niekisch 1930’da “zamanı gelmemiş fikirler işe yaramaz” diye yazmıştı. Siyaset arz eden partiler ve kişilerin arz ettikleri ürüne talebin oluşmaya başlamış olması yetmez, talebin temsil ediliş biçimini oluşturan ideolojik pozisyonun altyapısının da yavaş yavaş gelişiyor olması gereklidir. Potansiyel olarak yükselmeye, zihinlerin arka planında yayılmaya başlayan fikirler bu sayede kinetik hale gelir. Siyaset bir adım önden gitmelidir, daha fazla değil. Aynı şekilde momenti kaçmış, ivmesini kaybetmiş fikirleri savunmaya devam etmenin sonuç vermesi mümkün görünmüyor.