Siyasetin ve seçmen tercihlerinin rasyonalitesi seçim kazandırır mı?

Ahmet Kasım HAN
Ahmet Kasım HAN KAVANOZUN DİBİ

Aziz dostlar, kuramsal tarafı da olan bu yazıyı okumak zahmetinden sizi kurtarmak için başlıktaki sorunun cevabını peşinen vereyim: Hayır!

Siyaset bir ülkenin yönetimine ilişkin karar ve eylemlerin biçimlendiği, toplumsal faaliyet alanları hiyerarşisinin üstündeki kurum. Öte yandan rasyonalite en basit biçimiyle akla uygunluk, mantığa uygun karar almak ve davranmak yetisi demek. İki tanımı üst üste koyduğunuzda iş ülkenin yönetimine ilişkin karar ve eylemlerin akla ve mantığa uygun alınmasına geliyor. O halde her halükârda siyaset rasyonel olmalıdır, değil mi?

Acaba öyle mi? Siyasi kararların toplumsal faydayı maksimize edecek akıl ve mantık neyi gerektiriyorsa ona uygun alınması gerekir. Fakat, siyasi kararlar, siyasi güç merkezlerinin, çıkar ve baskı gruplarının etkisi altında alınabiliyor. Böyle olunca söz konusu grupların beklenti ve faydaları öncelikli hale geliyor. Siyasetçi bu kararları alırken, saf rasyonaliteden ziyade, bu gruplarının faydasıyla, toplumun genelinin ihtiyaçlarının tatmini arasında bir denge gözetecektir.

Siyasetçi açısından baktığınızda mesele gücünü maksimize etmektir. Bunun için seçmen desteğini genişletmek temel konudur. Siyasetçi bunu yaparken, gözü hem aldığı kararın hem de vazgeçtiği fırsatların maliyetindedir. Üstelik o iki seviyeli bir oyun oynamaktadır. Zira iktidarı iki düzeyde sınanmaktadır. Ulusal düzeyde ve içerisinde siyasetini yürüttüğü kurumsal yapı (siyasi partisi) düzeyinde. Dolayısıyla siyasetçi için önemli olan aldığı kararın kendi iç tutarlılığı, bilgi ve yarar bakımından rasyonalitesi değil, bu iki seviyeli oyunda gücüne nasıl katkıda bulunduğudur.

Peki toplumu oluşturan bireyler hangi sebeple neticede bir faydaları bulunmayan veya zararlarına olacak politikaları desteklerler, bunları içeren söylemlere inanırlar? Bu sorunun cevabını Amerikalı ekonomist Bryan D. Caplan “Rasyonel mantıksızlık” (rational irrationality) kavramıyla veriyor.

İnsanların akla uygun davranmalarının temel nedeni, tersine davranmanın maliyetli olmasıdır. Seçmenler, işin doğası gereği yanlış politikaların maliyetini başkalarıyla paylaşırlar. Hatta, eğer çoğunluk aynı tercihte bulunursa, onlarla aynı yönde oy kullanmamış olanlar dahi bu maliyete ortak olacaklar, yükü paylaşacaklardır. Duru bir ifadeyle saçmalamanın maliyeti paylaşıldığında akla aykırı davranmanın bedeli ucuzlar. Esasen akla uygun bir karar vermenin, bilgilenmek için emek, düşünmek için enerji harcamak ve konfor alanının dışına çıkmak zahmeti gibi, maliyetleri bulunmaktadır.

Kişiyi sorumluluk duygusundan kurtaran ve bu maliyetlere katlanmaktan kaçınmayı kolaylaştıran unsurlar esas olarak iki tanedir. İlkin, oy vermek kolektif bir iştir. Bu sebeple bireysel olarak bir şeyleri değiştirmemizin zaten mümkün olmadığını mesuliyetimizin sınırlı olduğunu düşünürüz. Ayrıca, çoğunluk bizim gibi düşünüyorsa haklı olduğumuz kanaati güçlenir. Bu da düşüncemizi rasyonel biçimde sınamak, gözden geçirmek eğilimimizi düşürür.

Sosyal psikoloji mevcut önyargılarımızla uyumlu siyasi kararları desteklemeye eğilimli olduğumuzu söylüyor. Bunların gerçeklerle uyuşup uyuşmadığı konusu, mevcut önyargılarımızın siyasete yansımak yoluyla teyit olmasının yanında ikinci derecede önemlidir. İzlenen siyasetin bizi kaygıya düşürmeyen, kolay benimseyebildiğimiz, bizim için önemli insanlarla benzeyen ve ait olduğumuz grupların değerini teyit eder nitelikte olmasını isteriz. Bu koşulların sağlanması bahsi geçen siyasi tercihlerimizin akla uygunluğundan daha önemlidir. Söz konusu siyasi tercihleri destekleyen, bunların devamına yönelik oy kullanan, bireyler seçimlerinin bedelleri kendi tahammül güçlerini aşmadıkça bu tercihlerinde ısrar edecektir. Kimlik siyasetinin baskın olduğu ülkelerde bu tahammül gücü özellikle yüksek olabilir.

Türkiye’de muhalefetin, iktidarın “ayan beyan” yanlışlığı ortada siyasi ve ekonomik tercihleri nedeniyle, “zaten” değişmesi mutlak seçmen eğilimleri sonucu, elini kolunu sallayarak seçim kazanabileceğine ilişkin hülyayı bir de bu gözle değerlendirmek yerinde olabilir.

Yoksa “hâb-ı hayâl”in (hayal halindeyken görülen rüya) “sukutuhayal”e dönüşmesi kaçınılmaz…

 

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Ezberciliğin rehaveti… 10 Eylül 2024
Eşref-i Mahlûk 26 Temmuz 2024
Tasarı 16 Temmuz 2024
Özne belli! 11 Haziran 2024