Siyaseti bırakıp kitap okumalı
Ekonomi nereye gidiyor? Sorusunun sorulmasını dinlemekten ve bu sorunun her türlü cevabından sıkıldığınızı sanıyorum. Hala sıkılmadınızsa bravo size. Sabrınızı kutlarım. Sadece bizde değil tüm dünyada olumsuz bazı gelişmeler oluyor. Hayır! Döviz kurları, işsizlik, daralan pazarlardan falan bahsetmiyorum. Bahsettiğim şey bilimsel olarak neredeyse aşikâr olan şeylerin sanki siyasi konularmış gibi tartışmaya açılması. Bunun en güzel örneklerinden bazılarını tüm dünyada yayılan virüs salgınında görüyoruz. Virüse karşı korunmayı bile siyasi ideoloji konusu yaptılar ya vallahi hangi amaca hizmet ettiğini bir türlü kavrayamadığım bu şeytanlığa şaşmaktan kendimi alamıyorum. Ekonomik sıkıntılar da öyle.
Şimdi oturup ne yazmalı? Oturup dolar konusunda artık sıkıntı veren yazılar mı? Açılacak olan piyasaların ne kadar açılacağını tahmin eden yazılar mı? Her ne ise her gün düzinelerle yazarın yazdığı şeyleri evirip çevirip tekrar yazmanın bir alemi yok. Özetle ekonomik vaziyet vahim. İşletmeler sıkıntıda ve bu sıkıntı artarak devam edecek gibi gözüküyor. 2016 yılında bir köşe yazımda okurlarımdan “Dolar ne olur?” gibi sorulara “Artık sormayın kardeşim yükselecek” “Ne zaman ne kadar yükselir bilsem zaten gazeteye yazmam, kendim kullanırım, en azından kendimi Nobel’e aday gösteririm” diyerek cevap vermiştim. O zaman dolar 2.92 TL’idi. Neyse günlük ekonomik sorunların siyasi sorunlar gibi ele alınmasının bırakınız sorunlara çözüm getirmeyi hem siyasi hem de ekonomik sorunları arttıracağı muhakkak. Sorunların çözümünün ilk şartının ‘sorunun varlığını’ kabul etmek olduğunu herkes bilir. Demek ki bu çözüm yolunu bulmakla yükümlü olanların, çözüm yolu önermek isteyenlerin ilk yapacakları iş bir sorun olduğunu kabullenmek ve sonra sorunu tanımlamak. Bizde ve bir sürü diğer ülkede siyaset doğru yolu gırtlaklamakla meşgul. Allah akıl fikir versin. Kolaylık verir mi sonra düşünürüz.
Bu yazımda eğer hala okuyorsanız işletmecilik literatürü hakkında birkaç gözlemimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Ekonomiyi düzeltemeyeceğinize göre eğer siyaseti her şeyin yerine geçen bir yaşam tarzı ve düşünce biçimi olarak benimsemediyseniz bari kitap okuyun. Yok siyaseti her şeyin yerine geçen bir yaşam tarzı ve düşünce biçimi olarak benimsediyseniz bir bildiri yayınlayın ve işlerin ne kadar güzel olduğunu anlatın, taraftarlarınıza iş yerinde birkaç toplantı düzenleterek yönetiminizi övdürün falan. Bir şey okumanıza gerek yok. Yok eğer okurum diyorsanız bugün sizlerle okunacak şeylerin seçimi hakkında birkaç düşüncemi paylaşacağım. “Hoca bunca hengamede bunun sırası mı? İşletmelerin bugünkü durumda neler yapması gerektiği konusuna eğilsene. Tavsiyelerde bulunsana” diye bağırıp çağıracaksanız emriniz olur ama bugün kafamız biraz dağılsın istedim. Mazur görün (İlle de bir tahmin olsun bari diye ısrar ediyorsanız yapayım: Faizler artacak).
Gelelim okuyacak şeylerin seçimine. Öncelikle işletmecilik konusunda neyin ne zaman yazıldığı önemli değildir. İyi şeyler ille de yeni şeyler değillerdir. Ben üniversiteye 1963 yılında gitmeye başladım. Lisans, yüksek lisans, doktora, asistanlık, hocalık, yöneticilik falan derken bu yorucu gidiş 1989 yılına kadar sürdü. Sizlerle paylaşmıştım hatırlayacaksınız 1989 yılında üniversite kariyerime son verdim ve Birleşmiş Milletler adına Asya-Pasifik eğitim projelerinin başına geçmek üzere Filipinler’in Manila kentine gittim. Gidiş o gidiş. Bu gidiş-geliş de 2009 yılına kadar, yirmi-bir ülkede sürdü.
Bunca sene içinde gerek üniversitelerde gerek eğitim programlarımda verdiğim derslerde, sayısını ve yerini unuttuğum konferanslarımda hemen hemen hiçbir zaman aynı görsel veya yazılı malzemeyi kullanmadım. Her program için oturur hazırlanırdım. Öğrencilik yıllarımda aynı ‘ders notlarını’ yıllar boyu kullanan hocalardan edilen şikayetlerden etkilenmişim.
Bu arada elbette sıfırdan başlamazdım. Netice itibarıyla işletmecilik ve uluslararası ticaret konularında konuşuyordum. Her zaman sizlerle paylaştığım gibi bu konularda yani sandığımız hemen her şey daha önce birileri tarafından yazılıp irdelenmiştir. O açıdan eğitim-öğrenim için kullandığım materyal, örnek, vs., sıfırdan icat değildi. Sizin anlayacağınız eski malzemeye yeni ilaveler ile hazırlanırdım. Onun için yeni denilen her şeyi yeni sanmayın. Bu bir.
İkincisi tezlerin kuramsal temelleri. Ben hep yeni materyal hazırlardım ama işletmecilik felsefem hiç değişmedi. Yazdığım her kitap, her makale, her eğitim aracı, her konferans metni aynı felsefeden hareketle yazılırdı. Sizler de eğer yazılarımı dikkatli okuyorsanız bunun farkındasınızdır. Onun için genellikle paradigmalara dayanmayan tezleri anlatan yapıtları dikkatli okuyun diyorum. Belli bir bilimsel paradigmaya dayanmayan oradan kaynaklanmayan makaleler, kitaplar vs., her zaman şikâyet ettiğim işletmecilik literatürünün bugünkü ‘ne dediği belli olmayan’ halinin sebepleridir. Paradigmalar dayanan eserler derken ille de teorik eserleri kast etmiyorum. Bunun tam tersine paradigmaya dayalı fakat tamamen pratiğe yönelik kitaplar da var. ‘Avis Rent-a-car’ kiralık araba şirketinin efsane CEO’su Amerikalı iş adamı ve yazar Robert Chase Townsend’in “Up the Organization” başlıklı kitabı bunun en güzel örneğidir. Okumadınızsa tavsiye ederim. Towsend kitabında yılda üç milyon dolar kaybeden Avis’i kıs zamanda yılda neredeyse o kadar kar eden bir şirket haline getirerek işletmesini nasıl piyasanın iki numarası haline getirdiğini anlatıyor. Kitap 1970 yılında basıldı ve o gün bugün hala en çok satan kitaplar arasında. Ben kitabı hemen hemen çıkar çıkmaz okudum. Sene 1970 ben daha sadece kitaplardan öğrendiklerimi hazmetmeye çalışan bir çaylağım. Towsend’in hakkını verecek bilgi ve deneyimim yok. Bu rağmen yazarın samimiyeti beni etkilemişti. Özellikle üst düzey yöneticilerin mutlaka ama mutlaka yanlarında kendilerine ‘saçmalama’ diyebilecek cesaret ve yetkide birini gezdirmeleri tavsiyesini yöneticilik hayatımda hiç unutmadım.
Towsend’in literatüre esas katkısı Douglas McGregor’un¹ Y Teorisi tezinin uygulamaya koymasıydı. 1960’lı yılların ünlü işletmecilik yazarlarından olan McGregor’a göre iki çeşit insan vardır der X ve Y insanı. X insanı işini sevmez, değişime açık değildir, dar ufukludur geleceği öngöremez, sorumluluk taşımaz, riski yöneticinin omuzlarına yükler, yönetilmek ister, yönetmek istemez. Bunun aksine Y insanlarının çalışma isteği ve azmi vardır, kendilerine yol çizebilir ve doğru seçimler yapabilirler, kendilerini kontrol edebilirler, sorumluluk alabilirler, hayal ve yaratıcı güçleri de vardır ve bunu işlerine uyarlayabilirler.
Eh işletmeniz elemanlarının özelde ve damarlarında asil kan dolaşan Türklerin genelde X tipi olduklarına inanıyorsanız: ‘Beni sonuç ilgilendirir, iş bitiren adam makbulümdür der elemanlarınızla samimiyeti laubalilik sayarsınız. İşlere bizzat karışmaz sonuç talep edersiniz. Emir verirsiniz, emirlerinizi isterseniz değiştirirsiniz. Personelinin övülme ihtiyacı, memnuniyeti, morali sizi fazla ilgilendirmez.’
Towsend işletmesinin damarlarında Amerikan kanı dolaşan Y tipi olduklarına inanıyordu. Onun içine elemanlarını hayal gücü ve yaratıcılığı ile motive etmeye çalıştı, değişik görüşlere açık, samimi ve arkadaşça bir iş ortamı kurmaya uğraştı, katılımcı ve yetki devrinden gocunmayan bir yönetim sergiledi. İşte size eski, paradigma kaynaklı bir best-seller.
Gelgelelim, bir eserin Çok satan (best-seller) olması onu okumanız için yeter sebep değildir². Zaten çok satan (best-seller) ne demek o tartışmalı. Sadece işletmecilik literatürü için değil her türlü yayın için New York Times Best-seller ve Amazon Best-seller olmak için millet çalakalem çalışıyor. Bir yayıncıda çalışan Brent Underwood 2017 yılında ayağının resmini Amazon’a bir kitapmışçasına yollayıp ‘best-Seller’ titrini kazanana kadar bu sıfat da bir şey ifade ediyordu. Underwood’a göre ortada bir kitap olmadığı gibi bu olmayan kitaba sadece üç sipariş gelmişti. İşin o kadar cılkı çıktı ki artık best-seller unvanı neredeyse taksitle satışta. Heart Centered Media diye bir yer size ‘Garantili çok-satan yazar’ unvanını 1,333 dolarlık üç taksitte veriyor ama kitap satışını garanti edemiyor!! Denise Cassino isimli bir hanım “Size daha önce kapalı olan kapıları açacak ve bundan sonra hep çok-satan yazar olarak bilinmenizi sağlayacak” hizmetlerini sadece 3,250 dolara alabileceğinizi söylüyor. Jesse Krieger diye biri “Çok-satan kampanyası planları” satarken “Amazon’a bakıp kitabınızı çok-satanlar listesinde kahramanınız olan yazarların isimlerinin yanında görmek istemez misiniz?” diyor ve 997 dolar rica ediyor. Peggy McColl isimli biri de “Muhtemelen herkesten fazla çok-satan” lanse ettiği iddiasıyla bunu nasıl becerdiğini! size anlatmak için 2,497 dolar istiyor.
Tabii her çok satan işletmecilik kitabı alavere dalavere ile bu statüye kavuşmuyor. Bazılarında Dünya’yı yerinden oynatacak önemde buluşlar olmasa da en azından ilginç gözlemler var. Bazılarında birkaç iyi fikir varken bir kısmında bir fikir olmasına rağmen eserin başarısı ve yazarlarına kazandırdıkları şaşılacak düzeyde. Başta benim kitabım olmak üzere işletmecilik kitaplarını okuma iştahınızı kaybetmeyin ve de…
Sağlıcakla kalın.
Dipnot:
¹ Douglas Murray McGregor, 1948-1954 yılları arasında MIT Sloan Yönetim Okulu'nda işletmecilik profesörüydü. McGregor, Abraham Maslow'un öğrencisiydi.
² Yanlış bilmiyorsam tüm zamanların en çok-satan kitabı İncil’dir.