Siyaset daha ne kadar sabreder?
Kasım sanayi üretimi, istihdam oranı ve işsizlik oranı verileri açıklandı. Soru şu: Bu gidişata siyaset daha ne kadar tahammül eder?
Temmuz-Kasım döneminde, yani üst üste beş aydır (mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış) sanayi üretimi bir ay öncesine kıyasla azalıyor. Aylık değişim oranları (yüzde) şöyle: Temmuz: -0.4; Ağustos: -0.8; Eylül: -0.1; Ekim: -0.3 ve Kasım: -1.4. Dolayısıyla, bir aylık hareket denilip geçilecek bir gelişme değil; beş aydır sürüyor.
İşsizlik oranı 0.4 puan yükseldi, istihdam oranı da düştü. İstihdam oranı Ekim’de yüzde 48.6’ydı, Kasım’da yüzde 48.2 oldu. Aylık işgücü piyasası verileri çok oynak. Bu oynaklıktan kurtulup kısa dönemli eğilimi inceleyebilmek üzere, her ay için son üç ayın ortalamasını grafikte gösteriyorum. Yatay kırmızı çizgi son on iki ayın ortalaması olan yüzde 48.3’ü gösteriyor. On iki aydır nerdeyse sabit kalmış istihdam oranı. Öte yandan çalışabilir yaştaki nüfusumuzun ancak yüzde 48.3’ünü istihdam edebildiğimizi de gösteriyor ama o kadim sorunumuz; onu geçiyorum.
Dün Dünya Bankası’nın ‘Küresel Ekonomik Beklentiler’ Ocak 2024 Raporu da yayınlandı. 2023’te Türkiye’nin yüzde 4.2 oranında büyüdüğünü tahmin ediyor. Buna karşılık 2024 büyüme oranı beklentisi yüzde 3.1, 2025 için ise yüzde 3.9. Evet, büyümenin 1.1 puan daha düşük olacağını öngörüyor 2024’te. Dahası, bir önceki raporda -Temmuz 2023’te yayınlananda- açıkladığı 2024 büyüme öngörüsünü 1.2 puan düşürmüş durumda.
Dolayısıyla yazının başındaki soruyu sormamın nedeni açıklığa kavuştu sanıyorum. Bir yıldır artmayan bir istihdam oranı, beş aydır düşen bir sanayi üretimi ve 2024 için düşük bir büyüme oranı beklentisi var. Bu verileri, şüpheniz olmasın, faiz artırımlarının bir sonucu olarak yorumlayacak çok kişi var. Zaten, yazıyı yazdığım sırada sosyal medyaya peşi sıra düşmeye başlamıştı bu tip yorumlar. Haksızlar mı?
Haksızlar hem de çok. Birincisi, seçimden önce uygulanmakta olan program -ekonomi programı diyemeyeceğim- devam ediyor olsaydı çoktan uçuruma düşmüş olacaktık. Risk primi ve enflasyon fırlayacak, ekonomimiz tez zamanda daralacak ve işsizlik oranı sıçrayacaktı. Zira o uçurumun adı ‘kriz’ olacaktı. Hem de her türlüsü: Ödemeler dengesi krizi, finansal kriz, para krizi… Böyle bakınca, o uçuruma düşmedik diye şükretmek gerekiyor. Düşmememizi de açık ki yarım yamalak da olsa rasyonele dönmeye çalışan ekonomi programına bağlamak gerekiyor. İkincisi, faizlerin artırılmasından şikâyet etmek yerine, sadece faiz ve vergi artışıyla yetinmenin enflasyonu düşürmenin maliyetini artıracağına dikkat çekmek lazım. “Gerisi nerede” diye sormak gerekiyor. Yoksa, siyasetçilerin -hele seçimler yaklaşıyorken- “faizleri yükselttik böyle oldu” türü eleştirilerden etkilenmemeleri düşünülemez. Etkilenirlerse de yandı gülüm keten helva.