Siyasal istikrar ve döviz rezervi

Ömer Faruk ÇOLAK
Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI

Son bir aydır kayıp döviz rezerviyle yatıp kalkıyoruz. Aslında kaybolan döviz yok. Olması gerektiği gibi kullanılmayan bir döviz var(dı). Yani yanlış olan, TCMB’nin para politikasındaki tercihleri.

Merkez bankaları bu türlü yanlışlıkları sık yapmazlar. Bu tür hatalara ya merkez bankasının var olan ekonomik soruna ilişkin temel aldığı kuramsal altyapı neden olur ya da gerçekten siyasal, kişisel tercihler rol oynar. Örneğin 1929 Bunalımı’nda ABD Merkez Bankası Fed, Neoklasik para teorisi temelli para politikası tercihi nedeniyle ekonomi küçülmeye başladığı halde para politikasını sıkılaştırmıştı; sonuç, krizin daha da derinleşmesi oldu. Buna karşın aynı Fed, 2008 Krizi’nde tersini yaptı ve ABD ekonomisi 2010 yılından itibaren büyümeye başladı. Elbette Fed’in ABD Hazinesi ile birlikte yürüttüğü banka ve şirket kurtarma operasyonları halk tarafından sorgulandı. Fakat tartışma bizdeki gibi yapılmadı. Çünkü ABD’de Fed, şeffaftır ve siyasal iktidarla birlikte hesap verir.

Türkiye 2001 Krizi sonrasında kurumsal anlamda hızla yeniden yapılandı. O dönemde ülke koalisyon hükümetiyle yönetiliyordu.  TCMB yasasını değişti, BDDK kuruldu, esnek döviz kuru politikasına geçildi. Yaklaşık 3,5 yıllık hükümet döneminde Maastricht ve Kopenhag Kriterleri’ne uygun düzenlemeler yapıldı. Terör örgütü faaliyetleri minimize edildi. Türkiye, 2005 yılında AB’yle tam üyelik görüşmelerine başlanmasını sağlayacak altyapıyı kurdu. Tüm bunları koalisyon hükümeti yaptı. Buna rağmen ne halkı ne de sermaye sınıfını memnun edemedi. Sermaye sınıfı sürekli “tek parti iktidarı istikrar demektir” tezini işledi (sermaye sınıfına bu aklı veren bol maaşlı danışmanları, CEO’ları sınıfta kaldılar ama atılmadılar, yine aynı havada devam ediyorlar). Halk da AKP’yi iktidar yaptı.

Ancak tek başına iktidar ne AKP’ye ne de sermaye sınıfına yetmedi, 2010 ve 2017’de yapılan Anayasa değişiklikleriyle parlamenter sistem sona erdi. Yeni sistemde (rejim de) yasama, yargı ve yürütme yetkisi büyük ölçüde Cumhurbaşkanı’na verildi. Aslında 2011 seçimleri sonrası güç tazeleyen iktidar partisi, böyle bir siyasal tercihi sürekli dile getiriyordu. Nitekim 2014 yılındaki Cumhurbaşkanı seçimiyle fiili olarak sistem değişti, yasal altyapısı 2017 Anayasa değişikliğiyle yapıldı.

TCMB de doğal olarak bu değişimden payını aldı. 2014-2021 aralığında 5 başkan değişti. Atanan bu başkanlarının hiçbiri TCMB’nin içinden gelmedi. Yani, TCMB’nin kurumsal altyapısına yabancıydılar. Bundan dolayı Banka’yı sahiplenemediler. Örneğin AKP döneminde başkanlığa atanan, ancak TCMB içinden gelen Durmuş Yılmaz Banka’nın bağımsızlığını korurken, hükümetin TCMB’yi İstanbul’a taşımasına karşı çıktı.

Ülkede yönetim biçiminin değişmesinin ardından TCMB bağımsızlığı ortadan kalktı. Atananlar, Banka’nın ne yasal, ne araç, ne de amaç bağımsızlığını korumaya yeltenmediler. Bunun sonucunda da 2011’den başlayan, 2014’ten itibaren hızlanan hatalar zinciri birbirini izledi. Banka’nın rezerv kaybı da böyle başladı (grafiğe bakınız).  Ancak bu gelişimi sadece yanlış likidite yönetimi olarak görmemek gerekir.

Kaynak: TCMB, EVDS veri tabanı

Bu tablo siyasal istikrarı tek parti iktidarıyla bütünleştiren halkın, özellikle sermaye sınıfının tercihinin bir sonucu. Bu bakış açısının iktisadi ve politik maliyeti yüksek oldu. Ama en azından “tek parti iktidarı demek, istikrar demektir” yargısı boş çıktı.  Bu bile önümüzdeki dönem için umut vericidir. 

Türk halkı hep kahraman aramıştır. Hâlbuki salgın (COVID-19) bir kere daha ülkenin kahramanlara ihtiyaç duymadığını gösterdi. Albert Camus’nun dediği gibi “Söz konusu olan şey kahramanlık değil, sadece dürüst olmak. Bu öyle bir fikir ki insanı güldürebilir, fakat vebayla savaşmanın tek çaresi, dürüst olmaktır.” (Veba Romanından).

Haftanın okuma listesi, ilk sırada elbette A. Camus, Veba

Barry Eichengreen, Aynalı Salon

Ersin Kalaycıoğlu, Halk Yönetimi.

 

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Gizli veri 02 Ekim 2024
Venezuela’nın kaderi 21 Ağustos 2024