Siyasal-ekonomik denge

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ

Denge kavramı önemlidir. Kelimesi kelimesine siyasal-ekonomik “denge” belki de asla ulaşılamayan bir durumdur. Her “durağan durum” denge değildir.

Bugünün bilim ve teknoloji sınırında yaşayan ülkeleri bile kolayca dengeye gelememişlerdir. Gelenler vardır ama uzun zaman almıştır. Örneğin Robert Walpole 1720’de Chancellor of the Exchequer ve First Lord of Treasury olarak borç sorununa el attı. Borcun finansmanını kamu borçlanma senetlerinden özel vergilere ve gümrük vergilerine kaydırarak senetle borçlanma hızını kesti. Bu, kamu borcundaki artışın sönümlenmesi demekti. Ancak vergileri hangi kaynaktan topladığı daha önemli ve bu kaynak siyasal ittifakın mantığını açıklıyor. İngiltere tarımsal ürünler ithal ediyor, mamul maddeler ihraç ediyordu. İthalata konan yüksek vergiler tarımsal ürünlerin ithalatını azaltarak iç piyasada arzı düşürdü.

Tarımsal ürünlere olan talebi karşılayacak neredeyse tek kaynak olarak İngiliz kırları kaldı. Arzın düşmesiyle tarım ürünleri fiyatları artmaya başladı ve ürünlerdeki fiyat artışı tarımsal arazilerin fiyatlarını da artırdı. Tarım ürünleri zaten üretim fonksiyonunda arazi kıt faktör olduğu için ithal ediliyordu; böylece kıt üretim faktörü olan arazinin fiyatı artmış oldu. Bol faktör olan sermaye tarımsal arazilere yatırım yapmaya başladı. Tarımda verimlilik artarken iş gücü fiyatı da sermaye-yoğun teknolojilere geçilmesi yüzünden düştü.

Tarımsal iş gücünün reel ücretleri gerilerken kar oranı arttı ve bu kar dönerek yeni yatırımlar için kaynak yarattı. Londra finans merkezi, City, yani ticari ve sanayi burjuvazisi, düşen kamu borcu ve azalan risk ortamında borcu finanse etmeye devam ederken, tarım sektörüne yatırım yapan burjuvalar ve toprak sahibi aristokrasi de kazanıyordu. Sanayi devrimine giden yolun taşları böyle döşendi. Mekanizma ki bir sınıfsal ittifaktır, 1989 İrlanda ve 2001 Türkiye stabilizasyon programlarına benziyor. Şu farkla ki Türkiye’de tarım korunmadı.

Bakalım. İngiltere’de parlamenter sistem zorunluydu çünkü kralın kalmasına karar verilmişti. Örneğin ‘Hem kral kalacak hem Cromwell’ gibi bir siyasal denge yoktur. Hem kral hem başkan olmaz. Hollanda müdahale ettikten ve kralın kalmasına kesin olarak karar verildiği andan kısa süre sonra 1694 yılında İngiltere Merkez Bankası kuruldu. Bu banka tanımı gereği “bağımsızdır”. Konunun 1990’larda teknik bir konu biçiminde popülerleşen günümüzün ‘merkez bankası bağımsızlığı’ kavramıyla ilgisi olmayıp derin bir toplumsal bağımsızlık söz konusudur. Kral kalmıştır ama ne keyfice vergi salabilir ne savaş kararı alabilir ne de hazine ödeneğini istediği gibi kullanabilir. Merkez bankası bu amaçla kurulmuştur. Bağımsızdır. Kimden? “Kraldan bağımsızdır” ve varlığı City’nin de vergi veren soylu ve tüccarların da “kraldan bağımsızlığı” anlamına gelir.

Parlamento maliyeyi, Merkez Bankası da parayı denetler. Kral sonraki yüzyıllarda zaman zaman hakem kılığında kısmen siyasi bir aktör olabilmiş ancak mali ve parasal yetkileri daima mecliste ve merkez bankasında olagelmiştir. Kraliyet ailesinin şahsi harcamalarına bile merkez bankası karar veriyordu. Bugün sembolik bir kraliyet ailesi varsa bu sayededir. Kabul etmeseydi atacaklardı. 1694 kararı bir anlamda Magna Carta’nın devamıdır. 

ABD’de büyük ölçekli toprak mülkiyeti var olmuştur; esasen kolonilerden oluşur. Toprak/işgücü oranı yüksektir. Kıt faktör işgücüdür. Zenciler bu nedenle getirildi. Önceleri 7 senelik kontratla gelip bu süre boyunca çiftlikte çalıştıktan sonra para ve arazi verilerek kendi toprağına sahip olacağı kontrata yazılan hür Avrupalı göçmenler geniş arazileri işletmeye yetemedi. Ancak ABD’de soyluluğa dayalı toprak mülkiyeti olmamıştır ve 1776 Devrimi ilk andan itibaren bunun olamayacağını hükme bağlamıştır.

Sistem “seçilmiş monarkın” yetkilerinin sıkı sıkıya denetlenmesi üzerine bina edilmiştir. Hayli karmaşıktır. Common Law mirası siyasal sistemin stabilitesini sağlamakta son derece etkilidir. Yani hukuk belirleyici olmuştur. Veya şöyle ifade edelim: Demokrasi ve parlamenter sistem sonuçta çıkarlar ve tutkular üzerine kuruludur. En önemli iki mesele vergiyi kimlerin hangi esaslara göre ödeyecekleri ve hukukun ne olacağı ve ne şekilde uygulanacağıdır. Ama demokrasi zekâ, ahlak, erdem de gerektirir. Bu yüzden Amerikan kasabalarında bile 1787-1788’de o zamanki yazılışıyla “intelegence” aranıyor, sıradan insanlar bakkallarda, tuhafiyecilerde satılan anayasa hukuku metinlerini okuyup tartışıyor, yerel basınla yetinmeyip ulusun önde gelen düşünürlerine mektuplar yazıyor, eyaletler arasında onaya sunulan yeni anayasa metnini satır satır okuyup anlamadan lehte veya aleyhte oy vermek istemiyorlardı.

Almanya gümrük birliğini ve siyasi birliğini geç oluşturmuş olup eyaletlerin tepesine başkan yerleştirmeyi denememiş değildir. Führer ile yaşananlar nedir? İki kez dünya savaşının çıkmasında ön planda rol oynayan bu ülkenin par excellence başkanlık sistemi denemesidir. Ortaya çıkan felaketten sonra müttefikler ve Fransa Almanya’yı demir-çelik birliğine bağlayarak bir daha sorun çıkarmasını engellemek istemişlerdir. Eyalet yapısı baki kaldığı için değişik bir siyasal sistemi vardır. Almanya’da merkez bankası bağımsızlığın şahikası ve örneğidir. Finansal sistemi kartal gibi tepeden gözlemekte ve düzenlenmesinde büyük rol oynamaktadır. Siyasal sistemin karmaşıklığını dengeleyen bir stabilite kurumudur ve herhangi bir merkez bankasına benzemez. Avrupa Merkez Bankası da aynı ihtiyacın ürünüdür ancak gerek siyasal açıdan gerekse bütçe/kamu maliyesi tarafında üye ülkeler yetki devri yapmadıkları için etkisi umulandan az oldu. Güçlüdür ama bir Fed değildir. 

İspanya, Portekiz, Yunanistan gibi ülkeler askeri diktatörlük biçiminde “yozlaşmış başkanlık sistemleri” yaşadıktan sonra AB tarafından içerilerek kuşatılmış ve zor kurtuldukları gayya kuyusuna geri dönmeleri engellenmiştir. Bu ülkelerde 20. Yüzyılın ilk yarısının siyasal ve sınıfsal çelişkileri başka biçimler almış ve elbette özleri değişmiştir. Bu ülkelerde 1930’lardan devreden bu durumun uzun sürmesinin en önemli nedeni atalet ve elbette Soğuk Savaş’tır. Örneğin Franco'nun misyonu 1960'ların başında sona ermiştir ancak Frankizmden çıkış için 15 sene kadar beklemek gerekmiştir. 

Bugün “dengede” gibi görünen, kurumlarına stabilite ve etkinlik kazandırmış olan bu ülkeler bile kendilerine büyük avantaj sağlayan siyasal teoloji/siyasal kültür/Rönesans/Reform/Aydınlanma geçmişlerine rağmen buraya kolay gelmediler. Yeni gelişmeler Avrupa’da da ABD’de de denge olsa bile dengenin stabilitesinin garanti olmadığını gösteriyor. Yani belki de henüz çok erken. Teknolojinin yayılma etkisini hafife almamak lazım. Yüzyılın ilerleyen safhalarında seyrin hangi yöne olacağını yeni kuşaklar yaşayarak görecek. Demografi + coğrafya, iletişim + teknolojiye karşı.

 

 

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Aydınlanma 25 Haziran 2024
Troçki ve Stalin 04 Haziran 2024
Adalet, sol ve sınıf 21 Mayıs 2024
Siyasi mitler 23 Nisan 2024
Rerum Novarum 16 Nisan 2024