Sinsi bir faiz olarak enflasyon

Serbest Kürsü
Serbest Kürsü

Yunus Çengel - Nevada Üniversitesi, Reno (ABD)

Enflasyonsuz bir ekonomide verilen faizsiz borç, gerçekten faizsizdir. Ancak enflasyonist bir ekonomide enflasyon, paranın satın alma gücündeki erozyon sebebiyle, sinsi bir şekilde, borç alan lehine faiz yani fazlalık oluşturmaktadır. Çünkü görünüşte bir faiz olmamasına, yani borç alınan para miktarı ile geri ödenen miktar rakamsal olarak aynı olmasına rağmen, gerçeklikte, borç alan menfaat sağlamakta ve borç veren mağdur olmaktadır. Yani adeta borç veren borç alana faiz ödemektedir. Örneğin yıllık %100 enflasyon ortamında, bir yıl önce aldığı 100 TL borcu, şimdi değeri yani satın alma gücü yarı yarıya düşmüş 100 TL olarak ödeyen kişi, aslında, borcunu 50 TL olarak ödemiş ve 50 TL fazlalık yani faiz almıştır. Faizsiz borç verdiğini zanneden kişi de aslında %50 negatif faiz ile borç vermiştir, çünkü borç verdiği satın alma gücünün sadece yarısını geri almıştır. Olaylara yüzeysel bakış aldatıcıdır. Para, mal ve hizmetlerin değişim aracıdır ve satın alma gücünü temsil eder.

Paranın satın alma gücünü aşındırır

Kağıt paranın kendinden kaynaklanan öznel bir değeri yoktur, devlet tarafından belirlenen temsili bir değeri vardır. Paranın görünen değeri, üzerinde yazılı nominal değerdir. Gerçek değeri ise satın alma gücüdür. Enflasyon, paranın alım gücünü aşındırır ve onu daha değersiz yapar. Fiyatlar yükseldiğinde, paranın nominal değeri aynı kalır, ancak alım gücü düşer. Paranın el değiştirmesi, paranın satın alma gücünün el değiştirmesinden ibarettir. Enflasyon, mal ve hizmetlerin ortalama fiyat seviyelerindeki artışı ifade eden bir endekstir. Enflasyon, fiyatların zamanla artmasıyla paranın satın alma gücünün azalmasının bir ölçüsüdür. O yüzden enflasyon olan bir ekonomide belli bir miktar parayla alınan mal ve hizmet miktarı giderek düşer. Enflasyon, sinsice herkesin cebinden veya banka hesabından çalan gizli bir eldir. Enflasyonun temel sebebi, piyasaya para arzındaki artıştır. Fazladan para basmak, eklenen suyun sütü değersizleştirmesi gibi, enflasyonu yükselterek parayı daha değersiz hale getirir. Para basmak, devletin vatandaşlarından servet gasp etmesinin sinsi bir yoludur. Bir hükümetin para basarak enflasyonda %10'luk bir artışa ve dolayısıyla alım gücünde %10'luk bir düşüşe yol açması, o ülkedeki kişi, işletme ve kurumların ceplerinden ve banka hesaplarından paranın %10'una el koymasına eşdeğerdir. Üzerinde yazılı sayısal değeri aynı kalsa da, paranın alım gücü enflasyonist bir ortamda enflasyon oranına bağlı olarak sürekli olarak aşınır. Görünüşleri ve üzerinde yazılı nümerik değerler aynı olmasına rağmen, satın alma güçleri farklı olan iki para, farklı paradır. Biri diğeri ile takas edilemez. Tedavüldeki 100 TL’lik bir banknotun bu yılki satın alma gücü, enflasyondan dolayı, bir önceki yılki değerinden daha düşüktür. Faiz veya fazlalık olgusu, enflasyondan bağımsız olarak düşünülemez. Enflasyon zaman içinde paranın alım gücünü aşındırır ve parayı değersizleştirir. Satın alma gücündeki bu aşınma dikkate alınmadığı sürece, para ödünç verme pratiği adil ve sürdürülebilir olamaz. Satın alma gücü enflasyonla bire bir ilintili olduğu için, günümüzde dünyanın hiçbir yerinde enflasyondan bağımsız olarak paranın değerinden bahsedilemez. Burada enflasyondan kasıt, bir ülke içinde paranın genel satın alma gücündeki zamanla düşüş oranını en doğru ve gerçekçi olarak ifade eden endekstir. 2 Örneğin aylık enflasyonun %10 olması durumunda, aybaşında 100 TL’ye alınabilen bir ürün ay sonundan itibaren 110 TL’ye alınabilecektir. Başka bir ifadeyle, aybaşında 100 TL ile örneğin 100 adet yumurta alınıyorken, ay sonunda aynı 100 TL ile sadece 91 yumurta alınabilir. Çünkü yumurtanın birim fiyatı o ay %10 artışla 1 TL’den 1.10 TL’ye çıkmıştır. Yani o bir ay içinde paranın alım gücü ve dolayısıyla cebimizdeki 100 TL’lik kağıt paranın gerçek değeri, üzerinde hala 100 TL yazıyor olmasına ve kağıt miktarında bir eksilme olmamasına rağmen, %9 azalmış ve 91 TL’ye düşmüştür. Aylık enflasyonun %10 olması, o ay, gerçek ve tüzel kişilerin nakit ve banka hesaplarındaki TL cinsi varlıklarının %9’unun adeta gizli bir el tarafından sinsice gasp edilmesi demektir. Görünüşte öyle olmasa bile, aybaşındaki 1 TL ile ay sonundaki 1 TL aynı şey değildir – 100 gramlık som altın külçe ile 91 gram altın ve 9 gram bakır karışımı olan 100 gramlık bir külçenin aynı olmaması gibi. Çoğu kişi TL varlıklarının rakamsal değerinde bir azalma görmedikleri için, bu kaybın farkında olmayabilir. Ancak bir alışveriş merkezine gittiklerinde veya bir ev veya araba satın almaya kalkıldığında bu gerçeklikle yüzleşmeleri kaçınılmazdır.

Enflasyon gizli bir varlık vergisi gibi

Enflasyon, mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki artış ve dolayısıyla paranın temsil ettiği alım gücündeki düşüş ile ilgili bir olgudur. Değeri kendinden olan şeylerin takas yoluyla borç alınıp verilmesinde enflasyon bir rol oynamaz. Örneğin aybaşında 100 yumurta ödünç alan bir kişi, borcunu ay sonunda aynı büyüklük ve kalitedeki 100 yumurta olarak öderse, bir eksiklik veya fazlalık söz konusu değildir ve bir mağduriyet oluşmaz. Çünkü alınan öznel değer aynıyla iade edilmiştir. Ancak, aylık %10 enflasyon durumunda, aybaşında 100 TL borç alıp bunu ay sonunda 100 TL olarak geri ödeyen kişi, aslında sadece 91 TL ödemiş ve borç vereni mağdur etmiştir. Çünkü 100 TL’lik alım gücü olarak alınan borç, bir ay sonra, 91 TL’lik alım gücü olarak iade edilmiştir. Bu durum, aybaşında 100 litre süt ödünç alıp, borcunu ay sonunda içine %10 oranında su katılmış 100 litre süt ile ödemek gibidir. Miktar aynıdır, ama içine su karıştırılmış sütün ‘süt’ içeriğinde %10 azalma vardır. O yüzden alınan borç eksik ödenmiştir. Eğer geri ödeme %10 oranında su karıştırılmış süt ile yapılacaksa, adil ödeme miktarı 110 litredir. Aylık %10 enflasyon yani paranın satın alma gücünün %10 sulandırılmış olduğu durumda da aybaşında alınan 100 TL borcun ay sonunda adil ödeme miktarı 110 TL’dir. Bu yüzden enflasyon nakit, banka hesapları ve tahvil gibi yerel para birimindeki birikimlere uygulanan gizli bir varlık vergisi gibidir. Benzer şekilde, gübre fiyatının yılda %100 arttığı bir ortamda, bir önceki yıl komşusundan 100 TL değerinde 100 kg’lık bir torba gübre borç alan bir çiftçi, bu yıl borcunu yine 100 kg’lık bir torba gübre ile öderse, borç ödemede bir eksiklik veya fazlalık söz konusu değildir. Ancak kişi borcunu, gübre yerine, gübrenin borç alma zamanındaki değeri olan 100 TL para ile öderse bu adil olmaz. Çünkü borç veren kişi bu yıl verilen 100 TL ile 100 kg yerine sadece 50 kg gübre alabilecek ve mağdur olacaktır.

Enflasyonun faiz olması durumu, yerel para cinsinden yapılan borç alışverişleri ile sınırlıdır

Enflasyonsuz bir ekonomide verilen faizsiz borç, gerçekten faizsizdir. Ancak enflasyonist bir ekonomide enflasyon, paranın satın alma gücündeki erozyon sebebiyle, sinsi bir şekilde, borç alan lehine faiz yani fazlalık oluşturmaktadır. Çünkü görünüşte bir faiz olmamasına, yani borç alınan para miktarı ile geri ödenen miktar rakamsal olarak aynı olmasına rağmen, gerçeklikte, borç alan menfaat sağlamakta ve borç veren mağdur olmaktadır. Yani adeta borç veren borç alana faiz ödemektedir. Örneğin yıllık %100 enflasyon ortamında, bir yıl önce aldığı 100 TL borcu, şimdi değeri yani satın alma gücü yarı yarıya düşmüş 100 TL olarak ödeyen kişi, aslında, borcunu 50 TL olarak ödemiş ve 50 TL fazlalık yani faiz almıştır. Faizsiz borç verdiğini zanneden kişi de aslında %50 negatif faiz ile borç vermiştir, çünkü borç verdiği satın alma gücünün sadece yarısını geri almıştır. Olaylara yüzeysel bakış aldatıcıdır. 3 Gübre üzerinden ifade edilecek olursa, bir yıl önce borç aldığı 100 kg gübreyi şimdi 50 kg gübre olarak ödeyen kişi, 50 kg gübre fazlalık yani faiz almıştır. Görünüş aldatıcıdır; yüzeysel bakış aldatır. Kabuktan öze inmek lazımdır. Enflasyonist bir ortamda, paranın üzerinde yazılı olan sayısal değer üzerinden verilen ‘faizsiz’ borç, aslında enflasyon oranında ‘faizli’ borç vermedir. Ancak bu durumda faizi yani fazlalığı alan kişi borç veren değil, borç alan kişidir. Kısacası enflasyon faizdir; ancak faizi alanla verenin yer değiştirdiği sinsi bir faizdir. Enflasyonun faiz olması durumu, yerel para cinsinden yapılan borç alışverişleri ile sınırlıdır. Fazlalık içermeyen ve dolayısıyla mağduriyet yaratmayan borç verme işlemi, paranın sayısal değeri yerine satın alım gücü üzerinden yapılan işlemdir. Çünkü paranın gerçek değeri, üzerinde yazılı olan sayısal değer değil, sahip olduğu alım gücüdür. Bu güç, paranın sayısal değeri aynı kalmasına rağmen, enflasyonist bir ortamda enflasyon oranına bağlı olarak sürekli aşınır. Görünüşleri ve üzerinde yazılı nümerik değerler farksız olmasına rağmen, alım güçleri farklı olan iki para, farklı paradır. Biri diğeri ile takas edilemez. Tedavüldeki 100 TL’lik bir banknotun bu yılki değeri yani satın alma gücü, enflasyondan dolayı, bir önceki yılki değerinden daha düşüktür. Zaten bu yüzden tüm dünyada merkez bankalarının temel görevi, enflasyonu gemleyerek paranın satın alma gücünü korumaktır. Enflasyonun negatif olması yani fiyatların artma yerine düşmesi durumunda ise, bunun tam tersi olur. Örneğin aylık enflasyon -%10 olduğunda yani fiyatlar o ay %10 oranında düştüğünde, ay başında 100 TL yani 100 TL’lik satın alma gücü borç alan kişi, borcunu ay sonunda 90 TL olarak geri ödemelidir. Çünkü ay başında 100 TL ile satın alınabilen ürün sepeti, şimdi 90 TL ile satın alınabilmektedir. Böylelikle kişi ay başında ödünç aldığı alım gücünü, ay sonunda aynıyla iade etmiş olur. Aylık enflasyonun %10 olduğu bir ortamda, ay başında 100 TL’sini aylık %10 faiz (veya kâr payı veya kira) oranıyla bir bankaya yatıran bir kişi, ay sonunda bankadan 110 TL alacaktır. Görünüşte kişi bu işlemden 10 TL fazlalık yani ‘faiz’ almıştır. Ancak gerçekte bir faiz veya fazlalık söz konusu değildir. Çünkü paranın kendinden kaynaklanan ‘öznel’ bir değeri yoktur ve bankada tutulan paranın gerçek değeri olan alım gücünde bir artış olmamıştır. Ay başında 100 TL ile hangi ürün sepeti alınabiliyorsa, ay sonunda 110 TL ile aynı ürün sepeti alınabilmektedir. Eğer faiz oranı %5 olsaydı, kişi görünürde sayısal olarak 5 TL faiz kazanmış olmasına rağmen aslında 5 TL kaybetmiş olacaktı. Çünkü ay başında 100 TL’ye aldığı aynı ürün sepetini şimdi satın alabilmek için bankadan faiziyle birlikte aldığı 105 TL’ye cebindeki paradan 5 TL daha eklemesi gerekecekti. Faiz oranının %12 olması durumunda, görünen faiz 12 TL olmasına rağmen, kişinin aldığı gerçek faiz yani getiri 12 TL değil sadece 2 TL olacaktı. Bunun aksini iddia, akıl ve mantığa dayanan ve gerçek hayatta gözlem ve deneyimleri yansıtan ekonomi bilimini inkardır ve gerçeklikten kopmaktır. Enflasyon olgusunu görmezden gelerek ve onu kale almayarak faizi tartışmak, abesle iştigaldir. Örneğin Türkiye’de 1990’lı yıllardaki hiper-enflasyonist ortamda, bu gerçeği göz ardı edip finans kuruluşlarının önerdiği yüksek faiz gelirine tamah ederek, evini arabasını satıp parasını faize yatıranların birkaç yıl sonra finansal çöküşlerinin hazin hali, ders alınması gereken bir ibret levhası oluşturmaktadır. Sonunda yüksek enflasyonla değeri iyice eriyen paradan 2000’li yıllarda altı sıfır atılması, yıllar içinde paranın satın alma gücündeki hızlı erimenin somut bir göstergesidir. Paranın değerinin enflasyon etkisiyle zamanla erimesi ve paranın gerçek değeri olan alım gücü ile üzerinde yazılı rakamsal değer arasındaki farkın zamanla açılması realitesini içerine sindirmekte zorlananlar, borç alışverişlerinde, borç miktarını, değerleri nispeten stabil olan altın veya dövize endeksleyerek, kendilerini yerli paranın alım gücündeki düşüşten doğacak mağduriyetten korumaya çalışmaktadırlar. Ancak, geçmişte çok örnekleri görüldüğü 4 gibi, altın veya döviz fiyatlarındaki ani artış veya düşüş büyük mağduriyetlere ve haksızlıklara sebep olmuştur. Kaldı ki dövizin de değeri düşük de olsa ilgili ülkedeki enflasyon oranında düşmekte ve döviz borcu aslında daha az dövizle geri ödenmektedir. Değeri belli bir miktar altın (veya gümüş gibi başka bir değerli maden) ile sabitlenmemiş, yani öznel bir değeri olmayan ve matbaalarda istenildiği kadar basılabilen kağıt para gerçekliği, dünya ekonomilerinde 1930’larda yaygın olarak hayata geçmiş olan nispeten yeni bir olgudur. O yüzden, para ile ilgili olarak, tarih boyunca 1930’lara kadar söylenen sözler ve verilen hükümler günümüzde geçerliliğini büyük etapta yitirmiştir. Çünkü yaklaşık son 100 yıldır para, belirli bir miktar altın gibi somut öznel değere endekslenmek yerine, miktarı zaman, piyasa şartları ve para politikalarına bağlı olarak değişen ‘satın alma gücünü’ yani ‘satın alınabilen mal ve hizmet miktarını’ temsil eden soyut bir ölçüt haline gelmiştir. Enflasyonun doğru hesaplandığı ve kayıtların düzgün tutulduğu bir ülkede, borcun alınıp geri ödendiği tarihler arasındaki enflasyon oranını hesaplamak, bu iki tarihi bir bilgisayar veya akıllı telefona girmek kadar kolaydır. Öyle görünüyor ki faiz hassasiyeti olanlar için en adil borç alıp verme pratiği, borç verilen paranın enflasyona endekslenerek alım gücünün sabit alınması pratiğidir. Çünkü borç alınıp verilen şey aslında satın alma gücüdür ve enflasyon, satın alma gücündeki genel azalmanın en gerçekçi bir ölçüsüdür.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar