Sınırlı perakendecilik
Ülkeler arasındaki ilişkilerin mahiyeti değişirken, uzmanlar da ortaya çıkan yeni olguları anlatacak terimler buluyorlar. Lügatimize son dönemde giren terimlerden biri de perakendecilik. Kelime, dış siyaset analizlerinde bir devletin diğer bir devlete dönük olarak giriştiği eylemlere, bunların iki ülke arasındaki ilişkiler bütününü nasıl etkilediğini düşünmeden, sadece o an için getirdiği faydaya bakarak karar vermesini anlatmak için kullanılıyor. Bir devletin diğer bir devletle olan ilişkileri yok denecek düzeyde olup, arada sırada gerçekleşen temaslarla sınırlı kalıyorsa, sürekli ve düzenli bir ilişki söz konusu olmadığından, politikayı her eylemin getirdiği fayda temelinde, yani perakendeci bir yaklaşımla değerlendirmek tabii bulunabilir. Ancak, kavram genellikle böyle durumları anlatmak için kullanılmıyor. Diğer bir devletle gelişmiş ve süreklilik arz eden ikili veya çok yönlü ilişkileri olan bir devlet, attığı her adımda, o adımın tek başına kendisine sağlayacağı menfaati hesaplayıp, yaptığının karşılıklı ilişkilerin bütünselliğini nasıl etkilediğini hesaplamazsa, perakendeci davrandığı söylenebilir. Bir devlete dış ilişkilerinde perakendeci bir yol izlemesini, iki devlet arasında karşılıklı ödün-fayda alışverişine dayalı çerçevenin ağırlığını yitirdiği ya da menfaatlerine hizmet etmediği kanaatine varması tetikleyebilir. Ancak, unutulmaması gereken gerçek, perakendeci davranışın iki devlet arasındaki ilişkilerin bütünselliğini zedeleyebileceğidir.
Değerli okuyucularım yazıma neden böyle teorik sözlerle başladığımı merak edebilir. Birçok gözlemci, son dönemde Türkiye’nin dış siyasetinde giderek perakendeciliğe yöneldiğini ileri sürüyor. Örnek çok. Türkiye, İsveç’in NATO’ya üyeliğini onaylamak öncesinde bu ülkenin yerine getirmesini beklediği çok sayıda koşul öne sürdü. Türkiye’nin gerekirse İsveç’in savunmasına koşmaya ikna edilmesi için, sadece İsveç’in değil, ABD gibi diğer müttefiklerin de Türkiye’ye ödün vermesi istendi. Eğer perakendeci bir yaklaşımdan uzak durulsaydı, İsveç’in üyelik başvurusu sorun çıkarmadan kabul edilir, üyelik için gerçekleştirilmesi istenen ön şartlar, bir müttefikin kırılmaması gereken ricaları olarak İsveç’e yöneltilirdi. Acaba böyle bir yolla da aynı sonuç alınır mıydı? Pek emin olamıyorum. Muhtemelen İsveç Türkiye’ye ülkelerindeki demokrasinin meziyetleri konusunda ahlak dersleri verir, Türkiye’nin taleplerini karşılamalarının mümkün olmadığını ileri sürerdi.
İsveç’in NATO girmesi sırasında başvurulan perakendeci yaklaşımdan sonuç alındığına göre, acaba bu yaklaşımın her zaman dış siyasette kullanılması doğru olmaz mı? İki nedenden dolayı, dış siyasette sınırsız perakendeciliğin kullanılmasının doğru olmadığı söylenebilir. İlkin, her olayda perakendeci davranmak, bir ülkenin müttefiklerini bıktırabilir, perakendeci ülkenin ortak çıkarların hüküm sürdüğü camianın dışında görülmesine yol açabilir. İkinci olarak, atılacak bazı adımlar, bir ülkenin camiayı oluşturan temel birlikteliğin kurallarını ihlal ettiği biçiminde yorumlanabilir. Yeniden Türkiye örneğine dönecek olursak, ülkemizin perakendeci adımlar atarken, bunların camiaya bağlılığını, karşılıklı sorumluluğunu gözetecek diğer adımlarla dengelenmesi gerektiğinin bilincinde olduğunu görüyoruz. Nitekim, NATO’ya karşı taahhütleri yerine getirmekte hassas davranılmaktadır. Bu satırların yazıldığı sırada, Türk silahlı kuvvetlerine mensup unsurlar Polonya’da yapılan büyük bir NATO tatbikatında görev yapıyorlar. Ancak, ikinci noktaya dönecek olursak, müttefiklerinden tedarik edilmesinde güçlüklerle karşılaşılmasına rağmen, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füzeleri alması müttefiklerince kabul edilemez bulunmuştur. Bu tavrın anlamı bellidir: İttifaka üye bir ülke perakendeci davranışlara başvurabilirse de, bu belirli sınırları aşarsa, kabul edilemez görülür. S-400’lere karşı çıkılmasının gerekçeleri arasında, bu silahların ortak savunma sistemine entegre edilememesi yanında, hasmın çoğu müttefikin geleceğin uçağı olarak hava filosuna kattığı F-35’in kabiliyetlerini öğrenmesi olasılığı da bulunmaktadır. Sonuçta, Türkiye bazı mahrumiyetlere uğramış, fakat S-400’lerden kurtulursa, yeniden F-35 üretim sürecine dönme imkanının da bulunduğu ifade edilmiştir.
Aslında birçok uzmanın iki kutuplu dünyanın sona ermesinden sonra yeni bir dünya düzenine doğru ilerlediğimizi düşündüğü ilginç bir dönemden geçiyoruz. Ancak kimse yeni düzenin ne olacağını kestiremiyor. ABD Avrupayı savunma taahhüdünü yeniden gözden geçiriyor, Rusya bir süper güç olarak dünyaya geri dönüş yapmak istiyor, aralarında çok yönlü karşılıklı bağımlılık olsa da, Amerika ile Çin rekabetçi ilişkiler izliyorlar. Sonuç olarak, tüm aktörler ne olduğunu bilmedikleri bir geleceğe hazır olmak isterken, şimdilik kendileri için önemli ve faydalı buldukları ilişkilerden de vaz geçmek istemiyorlar. Bu koşullar altında, uluslararası ilişkilerde perakendeci davranışların yaygınlaşacağını öngörmek sanıyorum yanıltıcı olmaz. Ancak mevcut düzeni kökünden sarsmamak için, muhtemelen perakendecilikte sınırlar gözetilecektir.