Sıkıştığımız kanyondan çıkmalıyız
Pandemi etkilerinin tedavinin ve aşının bulunmasıyla sınırlı olmayan derinlikte olacağını geçen yazımızda vurgulamıştık. Toplumsal ve ekonomik düzenin salgın sonrasında birbirinden farklı dinamiklerin bileşik etkisiyle değişime uğrayacağı, öncelikle sağlık sisteminin ve temel ihtiyaçların karşılanmasının tümüyle piyasa mekanizmasına bırakılamayacağı ortak kabul görmeye başlıyor. Öte yandan evden çalışarak katkılarını sürdüren yönetici ve beyaz yaka grubunun, trafiğin ve sosyalleşmenin yol açtığı zaman kaybının ortadan kakmasının da etkisiyle, verimliliğinin yükselmesi, iş yapış ve şirketlerde karar alış süreçlerinin de değişebileceğine işaret ediyor. Bu bakımdan çalışanlarıyla bütünleşebilen şirketlerin rekabet avantajı kazanması ya da genişlemeci para politikalarının ekonomik canlanma için yeterli olmadığı görülerek liberal politikaların genellikle dışladığı herkese sabit gelir desteği sağlanması gibi yeni trendlerin de ağırlık kazanabileceği öngörülüyor.
Normalleşme kolay değil
Ülkemiz açısından koronanın zaten kritik eşiklerde gezinen göstergelerde yarattığı marjinal kötüleşme yeni yeni ortaya çıkmaya başladı. Döviz fiyatı ile ihracat arasındaki korelasyonun iyice koptuğu nisan dış ticaret rakamlarıyla ortaya çıktı; döviz kurundaki artışa rağmen ihracat geçen yılın %41 altında kalarak 9 milyar dolara düşerken ithalat 13 milyar dolar oldu. En önemli neden, en büyük ihraç pazarımız olan AB ekonomisinde ilk çeyrekteki %3.5 küçülme; ama üretim cephesinde de durum parlak değil. Kapasite oranı ve reel kesim güven endeksinde Mart’a oranla Nisan’da görülen büyük düşüş, bunun habercisi. Mart ayında Merkez Bankası döviz rezervlerinde 17 milyar dolara yakın azalma oluşu da yaklaşık 5 milyar dolarlık cari açık dışında yabancıların 7.7 milyar dolarlık portföy çıkışının finansmanından kaynaklandı. Yabancıların portföy yatırımlarındaki payı tarihi bir dibe (%5 civarında) düştüğü, ithalat da düşüşe devam edeceği için döviz talebi bundan sonra biraz azalacak olmakla birlikte döviz kurlarında aşağı yönlü bir trend beklemek zor. Nitekim BDDK’nın aldığı önlemlere rağmen kurda düşüşün sınırlı kalması da orta vadede döviz sorunsalının devam edeceğini gösteriyor. Turizm ve ihracatta kısa vadede düzelme de beklenmediği için politikalarda temkin gerektiği açık. Ekonomik canlanma için cari açığı büyütme isteği, dövizin yeniden yukarı dönmesine sebep olabilir. Rezervlerin bir bölümünün swap yoluyla borçlanılan dövizler olduğu da unutulmamalı. İşsizlikte artış ve istihdama katılma oranındaki düşüş ise daha Korona öncesi 2020 verilerinde bile önceki yıllara nazaran alarm veriyor.
Hal böyleyken daha şimdiden herkes normalleşmeden söz etmeye başladı. Normalleşmeden kasıt ta virüs öncesi duruma dönülmesi. Gerçi daha geçen yıldan beri enflasyon, işsizlik, bütçe açığı, büyüme ve net döviz pozisyonu gibi göstergeler açısından olumsuz bir gidiş söz konusuydu, o nedenle 2020’nin zor bir yıl olacağını yazıp duruyorduk ama virüsün kontrol altına alınması için gereken karantina ve sosyal mesafe kuralları, psikolojik çöküntü ile birlikte yeni işsiz kitlelerinin ortay çıkmasına, pek çok firmanın gelirlerinin azalmasına , turizm gibi bazı sektörlerin çökmesine, sonuç olarak ekonomide büyük bir talep düşüşüne yol açınca, doğal olarak salgın öncesi durum nispeten iyi kaldı. Aslında pandemi, ihracat ve turizme zarar verse de enerji maliyetlerinde bunu telafi edecek bir düşüşe de yol açtı. Ancak özellikle beklentilerin virüs nedeniyle bozulması, zaten aşağı yönlü olan güven algısını olumsuz etkiledi. Eski ve yeni işsizlerin iş bulma umudu azalınca tüketim de dip yaptı.
Gelir desteği ve döviz girişi şart
Ekonomide pandemi öncesi duruma makul bir sürede dönülmesi, evvelce de vurguladığımız gibi, ancak kamu yönetiminin aktif desteği ve güven algısını güçlendirmesiyle mümkün olabilir. Bu açıdan yaklaşık bir yıl sürecek aşı öncesi salgın konjonktüründe öncelikle eski tüketim düzeyine ulaşılması için gelir düzeyleri ve beklentileri kötüleşen işsiz ve muhtaç durumdaki hane halkına doğrudan gelir desteği sağlanması hayati önem taşıyor. Yani ekonominin canlanması isteniyorsa şimdiye kadar bu bağlamda başlıca önlem olarak görünen üç aylık kısa çalışma ödeneğinin miktar ve süresinin uzatılması, ayrıca istihdam dışı kalan kitleye asgari ücret düzeyinde bir gelir desteği şart gibi görünüyor. Çünkü sadece üretici firmaların ucuz kredi ve vergi ötelemeleriyle desteklenmesi yeterli olmayacak. Üretilen mallara talep lazım.
Öte yandan özellikle güven algısının yükselmesi için TL kadar yaygın kullanımı olan döviz fiyatlarındaki oynaklığın önlenmesi ve Türkiye’nin yükümlülüklerini yerine getirme sorunu olmadığı yolunda inandırıcı politikalar uygulanması gerekiyor. Aslında pandemi krizi de bu açıdan geçen yıl küresel durgunluk korkusuyla zaten gevşetilmiş bulunan yurt dışı faiz düşüklüğü ve likidite desteğini pekiştirme anlamında bir fırsat sağladı. Ancak dış yatırımcının ülkemize yönelik risk iştahı, ülke riskinin yüksek görülmesi nedeniyle, yeni fon akışının önünü açmak bir yana mevcut fonlarını da uzunca bir süredir geri götürmesine yol açıyor. Cari açığın yavaşlama ve Korona krizi nedeniyle küçülmesine ve döviz fiyatının yükselmesine rağmen rezervlerin eritilmesine, bununla da kalmayıp uluslararası vadeli takas işlemlerinde ve yurt içinde bankacılık uygulamalarında güven sarsıcı pozisyonlar almasına yol açan mevcut durum, tabir caizse bizi rotadan saptırarak derin bir kanyona sıkıştırmış görünüyor. Tabii yurt içi faizlerin de reel olarak negatif düzeye düşürülmüş olmasının pek yardımcı bir rol oynamadığı ortada. Ama daha önemlisi hane halkının, hatta firmaların beklentilerinin olumsuzlaşıp döviz tercihlerinin artmakta olması. Sıkıştığımız kanyondan çıkmalıyız. Bunun için önce bütçe revizyonu ile gelir desteklerine fon yaratmamız ve güven vermemiz, sonra da oldukça elverişli bulunan “krize karşı işbirliği” ortamından yararlanarak ciddi ve uygun koşullu bir döviz girişi sağlamamız zorunlu. Bu arada küresel finans sistemiyle takışmayı değil uyumu amaçlamamız ve ülke riskini düşürecek tutarlı bir orta vadeli ekonomi programını hayata geçirmek kaydıyla...