Sıkı para politikası ve piyasalara etkisi

Serbest Kürsü
Serbest Kürsü

ZAFER ÖZCİVAN

Ekonomist-Yazar

İçinde bulunduğumuz ekonomik krizin başlıca sebeplerinden biri olan enflasyonu kontrol altına almak için ekonomi yönetimi tarafından birtakım tedbirler almaya devam ediliyor. Bu tedbirlerden bir tanesi de iç talebi önlemeye yönelik, yani zam gelecek algısını önlemek için ve insanların ihtiyaçlarından fazla satın alma yapmalarını engellemek üzere uygulamaya konulan sıkı para politikasıdır.

Sıkı para politikası, tedavüldeki para miktarının azaltılması yoluyla insanların gereksiz harcama yapmalarını önlemeye yönelik bir uygulamadır. (Örtülü IMF programı) İktisat kuralları gereği insanların geliri arttıkça harcamaları da artar. Hazine ve maliye bakanımız Sn. Mehmet Şimşek’in ücret ve maaş artışları enflasyon yükseltir” sözü bu sebeple söylenmiştir ama nüfusun yaklaşık %80 kadarının geçim sıkıntısı çektiği, alım gücünün düştüğü, hayat pahalılığının arttığı bir ekonomi ortamında bu söylem doğal olarak kabul görmeyecektir ve hatta tepki ile karşılanmıştır. IMF programında da aynı kural geçerlidir. Ücretlere zam yapılmaması, bazı giderlerin kısılması gibi önlemler mevcuttur yüzden yukarıda “örtülü IMF programı” cümlesini kullandım.

İçinde bulunduğumuz dönemde halk arasında oluşan fiyat artışı algısı nedeniyle vatandaşlar nasıl olsa zam gelecek düşüncesi ile ihtiyaçlarından çok satın almayı tercih eder duruma geldiler. Örneğin bir kalemi 8 TL ye alıp 10 TL ye satan bir esnaf müşteri geldiğinde nasıl olsan 8 TL ye alıp yerine koyamayacağı endişesiyle 10 TL ye sattığı kale fiyatın 12 TL ye yükselttiği halde alıcı da bir daha bu fiyata alamayacağını düşünerek 1 kalem ihtiyacı varken 3 kalem satın almaktadır. İşte bu yüzden arz talep kanunu gereği fiyatlar artmaktadır. Yani olmayan bir enflasyonu halk kendisi ortaya çıkarmaktadır. Bir başka deyişle talep yükselmesi enflasyonu körüklemektedir. İşte uygulanan politika da bu tür gereksiz talebi minimuma düşürerek arz fazlası oluşmasını sağlamak ve enflasyonu kontrol altına almaktır.

Sıkı para politikası uygulamasında halkın geliri azalacağı veya daha açık bir ifade ile parası olmaması nedeniyle satın alma miktarı düşeceğinden iç talep azalacaktır. İç talep azalması ise üretim işletmelerinin yurt içinde satışlarının düşmesi nedeniyle fiyatlarını düşüreceği anlamına gelmektedir. Ancak uygulamada her zaman beklenen sonuç alınmayabilir. Üretim işletmelerinde maliyeti etkileyen faktörlerden biri de birim zamanda çıkan üretim miktarıdır. Yani bir günde 800 birim üretim yapılırken bu sayının 600’e düşmesi durumunda üretim maliyeti artacak bu da fiyatlara yansıyacaktır. Dolayısıyla fiyat düşmesi hedeflenirken fiyat artışı da ortaya çıkabilir.

Sıkı para politikası uygulamaya konulmadan önce ülkedeki gelir dağılımı da hesaplara katılmalıdır. Ülkemizde %1 lik kesim millî gelirin yaklaşık %40 kadarını almaktadır. Ayrıca %20 lik 5 gelir grubunun enflasyon oranları da farklıdır. Toplam nüfusumuzun %20 lik ilk kesimi yani 18 milyon kişi enflasyondan etkilenmeden, alım gücü düşmeden, hayat pahalılığını hissetmeden bolluk ve zenginlik içinde yaşamlarını sürdürmekte onlar için fiyat artışı gibi faktörler hiç önem taşımamaktadır. Fakat geri kalan %80 lik kesim ise bu da yaklaşık 68 milyon kişi açlık ve sefalet içinde yaşam savaşı vermektedir. Zaten ülkemizde her dönem enflasyon altında ezilen grup başta emekli, asgari ücretli olmak üzere dar ve sabit gelirliler olmaktadır.

Açlık sınırının 26 bin, yoksulluk sınırının 62 bin TL ye ulaştığı bir ortamda en düşük emekli maaşına 2500 TL, diğer emeklilere yılbaşından bu yana gerçekleşen %24,73 oranında artış verilmesi, asgari ücretin aynı kalması yeterli değildir. Zaten verilen artış, zam değil enflasyon farkıdır. Önemli olan önümüzdeki dönem için yapılan tahmin oranında ek zam yapılmasıdır. Ve yapılacak bu iyileştirmeden sonra en düşük emekli maaşı ve asgari ücret açlık sınırına eşitlenmeli ve her ay TÜİK tarafından açıklanan TÜFE oranı baz alınarak güncellenmelidir.

Ülkemizde çalışan nüfusun yaklaşık yüzde kırkının asgari ücretle çalıştığı bilinmektedir. Bu rakama 16 milyon emekli sayısı da eklenince toplam nüfusun neredeyse yarısının açlık sınırının altında yaşam savaşı verdiği ortaya çıkacaktır.

Yaşam koşulları yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi olduğu gerçeğinden yola çıkacak olursak uygulamaya konulan sıkı para politikası ülkemizde büyük bir kesimin ilgisi dışındadır. Çünkü 68 milyon kişinin zaten satın almak için parası yoktur veya gelir düzeyi düşüktür. Ancak %20 lik kesim için de zaten alım gücü sıkıntısı diye bir konu önemli değildir.

Yukarıda kısaca bahsettiğim gibi sıkı para politikası üretim işletmelerinde maliyetleri yükseltebileceği için olumlu sonuç vermeyebilir. Günümüzde kredi faiz oranlarının %60 lra kadar gelmesi de üretim için ayrı bir problemdir. İflas ve konkordatoların arttığı bir ekonomik ortam yaşıyoruz. Bu durumda işsizlik de artabilir.

T.C. Merkez bankası son üç aydan bu yana politika faiz oranlarını %50 de sabit tutmaktadır. Ekonomik dengenin tekrar düzeltilebilmesi için politika faizi ile enflasyon oranının birbirine yakın olması gerekir. Orta vadeli planda belirtildiği gibi enflasyon yılın ikinci yarısında düşe eğilimine girecek ve yılı %38-42 aralığında bitirecektir. Ancak bunun gerçekleşmesi çok zordur. Çünkü haziran sonunda yapılan yüksek oranlı akaryakıt ve elektrik zamları enflasyon hesaplarına dahil değildir. Ayrıca kısa vadeli borçlar ve bütçe açığı da dikkate alındığında bazı ek vergiler ve zamlar mutlaka yapılacaktır.

Politika faizinin sabit kalma nedeni enflasyon oranının politika faizine yakınlaşmasının sağlanmasıdır. İşte bu iki faktör birbirine eşit veya yakın olduğu zaman politika faizi düşebilir ve üretim faktörleri hız kazanır.

Son birkaç ay önce merkez bankası rezervlerimiz eksi durumda iken gri listeden çıkmamız ve uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu tarafından kredi notumuzun yükselmesi yabancı yatırımcılar açısından önemli bir gelişmedir. Mevcut rezervlerimiz swap dahil 146 milyar dolara çıkması ise yetersizdir. Çünkü kısa vadeli borcumuz (bir yıl içinde ödenmesi gereken) 230 milyar dolardır. IMF kriterlerine göre kısa vadeli borç miktarı ile merkez bankası rezervlerimiz eşit olmalıdır. Bu durumda yaklaşık 85 milyar TL. açığımız bulunmaktadır.

Sonuç olarak sıkı para politikasından önce ülkemizde üretim kaynaklarını doğru ve en verimli şekilde kullanarak yerli ve yabancı girişimcilerin oluşmasını sağlamalıyız. Bu da ancak ekonomik güven endeksinin yükselmesiyle sağlanacaktır. Üretim olunca ihracat da çoğalacağından döviz rezervlerimizin artması sayesinde enflasyon kontrol altına alınabilir, devletin vergi gelirleri artar, işsizlik rakamları düşme eğilimine girer, halkın refah seviyesi yükselir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Yeni yılda yeni zamlar 23 Kasım 2024