Seyahat trendleri
COVID-19 salgını hayatımızın her alanında olduğu gibi seyahat alışkanlıklarımızda da önemli değişikliklere sebep oldu. Salgın döneminde durma noktasına gelen seyahat faaliyetleri, salgın sonrası dönemde büyük bir talep artışı yaşıyor.
2020 yılında yaklaşık yüzde 75 oranında daralan sektörün, 2024 yılında tam bir toparlanma kaydederek salgın öncesi seviyelere ulaşması bekleniyor. McKinsey tarafından Mart 2024 döneminde Çin, Almanya, BAE, Birleşik Krallık ve ABD'de yaşayan yaklaşık 5.000 kişi ile yapılan anketlerden elde edilen veriler, seyahat tercihleri ile ilgili önemli sonuçlar sunuyor. Seyahat, özellikle genç nesiller için en önemli öncelik.
Ankete katılan kişilerin yüzde 66’sı, COVID-19 salgını öncesine kıyasla günümüzde seyahat etmeye daha fazla istekli olduklarını belirtiyor. Y ve Z kuşağı, önceki kuşaklara göre daha fazla seyahat ederken, gelirlerinin yüksek bir kısmını da seyahate harcıyor. Araştırma sonuçları, Y ve Z kuşağının 2024 yılında da yurt dışı ve yurt içi seyahatlerinin hız kesmeden devam edeceğini gösteriyor. Önceki nesiller de geçmiş yıllara kıyasla iki kat daha fazla yurt içi seyahat yapmayı planlıyor. Dikkat çeken bir bulgu ise, gençlerin yüzde 92’sinin, seyahat alışkanlıklarının bir şekilde sosyal medyadan etkileniyor olması.
Seyahat eden kişilerin tercihleri nereli oldukları ile de yakından ilişkili. Çinlilerin yüzde 69’u, Avrupalıların ve Kuzey Amerikalıların yüzde 20'si bir sonraki seyahatlerinde ünlü bir şehri veya yapıyı ziyaret etmeyi planladıklarını belirtiyor. BAE'de yaşayalar ise, alışveriş ve açık hava etkinliklerinin yanı sıra ikonik destinasyonları da tercih ediyor.
Tüketicilerin bu tercihleri seyahat endüstrisinde yeni trendlerin gelişmesine sebep oluyor. Araştırmada seyahat harcamalarının yaklaşık yüzde 75’inin yurt içinde yapıldığına dikkat çekiliyor. ABD günümüzde seyahat alanında dünyanın en büyük iç pazarı konumunda. Ancak önümüzdeki yıllarda Çin’in bu alanda ABD’yi geçeceği tahmin ediliyor. Hindistan, Güneydoğu Asya ve Doğu Avrupa gibi pazarlar dış turizm açısından büyümeye devam ediyor. Hintlilerin seyahat harcamalarının 2030 yılına kadar yaklaşık yüzde 9 oranında artması bekleniyor. Güneydoğu Asyalılar ve Doğu Avrupalıların seyahat harcamaları için yıllık büyüme tahminleri ise yüzde 7 civarında.
Seyahat deneyimi üzerinde etkili olan bir başka unsur ise yapay zekâ. 1950'lerde, jet motorunun piyasaya sürülmesi, seyahat sürelerini önemli ölçüde azalttı ve insanların seyahat etme şeklini değiştirdi. Yapay zekâ da, seyahat endüstrisini benzer şekilde etkileme potansiyeline sahip. Bireysel yolculardan büyük sektör oyuncularına kadar tüm paydaşlar, seyahat planlama, rezervasyon başta olmak üzere birçok konuda üretken yapay zekâ teknolojisinden yararlanıyor. Seyahat şirketlerinin müşteriler ile iletişimlerinde, ürün ve hizmet gelişim sürecinde, operasyonel süreçlerde yapay zekâ uygulamalarının daha fazla kullanılması önemli kazanımlar elde edilmesinde sağlayacak noktalardan biri. Çalışanların verimliliğinin artırılarak kişisel müşteri etkileşimlerine daha fazla odaklanmalarına imkân sağlanması da yapay zekânın sunduğu diğer bir fayda. McKinsey’in tahminlerine göre, dijital ve analitik fırsatları bütünsel olarak ele alan şirketlerin yüzde 25'e varan oranlarda kazanç artışı elde etmeleri mümkün görünüyor.
Seyahat endüstrisini etkileyen diğer bir trend ise kitle turizmi. Günümüzde her zamankinden daha fazla insan seyahat ediyor. Dünyada en çok ziyaret edilen destinasyonlar her yıl daha fazla turist ağırlıyor. Turistlerin yaklaşık yüzde 80'i dünyanın en faza ziyaret edilen yerlerinin sadece yüzde 10'unu ziyaret ediyor. Bu yoğun kitle turizmi nedeniyle oluşabilecek altyapı yetersizliği, yerel halkın yaşadığı sıkıntılar, turistik cazibe merkezlerinin zarar görmesi gibi sorunlar çözüm bulunması gereken konular arasında yer alıyor.
Seyahat sektörünün net sıfır karbon emisyonu hedefine geçiş sürecinde de önemli bir işlevi bulunuyor. Küresel ısınma her geçen gün kötüye gidiyor. Toplam karbon emisyonlarının yüzde 11'ini oluşturan seyahat sektörü küresel ısınma ile mücadelede kilit öneme sahip. Seyahat faaliyetlerinin 2030 yılına kadar, 2016’daki seviyesine kıyasla yüzde 85 oranında artacağı öngörülüyor. Bu durum, net sıfır emisyon hedefine ulaşma konusunda seyahat sektöründeki şirketlerin üzerindeki baskıyı artırıyor. Piyasada mevcut olan karbonsuzlaştırma teknolojilerinin çeşidi ise sınırlı ve maliyetleri yüksek.
Seyahat sektöründe karbonsuzlaştırma kolay bir süreç olmasa da bu alanda atılacak doğru adımlar ile istenilen sonuçların elde edilmesi mümkün. Seyahat şirketleri, kurumsal kullanıcıları daha sürdürülebilir seçimler yapmaya teşvik ederek ve emisyonların takip edilmesine yardımcı olacak veriler sağlayarak karbondan arındırma hedeflerini destekleyebilirler. McKinsey tarafından yapılan bir araştırmada, küresel çapta seyahat edenlerin yüzde 40'ı, karbon nötr uçuşlar için en az yüzde 2 oranında fazladan ödeme yapmayı tercih edeceklerini belirtiyor. Ancak gerçekleşen veriler incelendiğinde, tüketicilerin yalnızca yüzde 14'ünün sürdürülebilir seyahat seçenekleri için daha fazla ödeme yaptığı görülüyor. Seyahat şirketleri, rezervasyon sırasında sürdürülebilir seçenekleri daha görünür hale getirerek ve tüketicileri sürdürülebilir satın almalar yapmaya teşvik ederek aradaki bu açığın kapanmasına yardımcı olabilirler.
Seyahat sektöründe ön plana çıkan bir diğer trend ise seyahatin mevsimselleşmesi. Özellikle hava yolculuğu yaz aylarında oldukça yüksek talep görüyor. Bu kapsamda, havayolları yoğun dönemlerde daha sık ve daha fazla uçuş ile programlarını güncelliyorlar. Ancak yazın artan talebi karşılamak için alınan önlemler maliyetlerde de belirgin artış yaşanmasına sebep oluyor. Kış geldiğinde, bu kaynakların kullanılmaması üretkenliği düşürüyor. Havayollarında yaşanan bu mevsimselliğin oluşturduğu belirsizliğe karşı, geleneksel fiyatlandırma ve gelir yönetimi tekniklerinin yanı sıra yaratıcı fiyatlandırma yaklaşımlarının uygulanması bir seçenek. Personel eğitimlerinin yoğun olmayan dönemlerde düzenlenmesi mevsimselliğe uyum sağlanması açısından kullanılabilecek bir başka yöntem. Havayollarının ayrıca uçak, bakım ve sigorta için dış kaynak kullanımını tercih etmesi risklere karşı alınabilecek bir tedbir olarak değerlendirilebilir.
Bu arada lüks seyahat pazarı da hızla gelişiyor. Birçoğu 60 yaşın altında olan lüks seyahat tercih eden turistler artık sadece Avrupa ve ABD'den değil dünyanın her bölgesinden gelebiliyor. Yapılan araştırmada elde edilen sonuçlara göre, lüks seyahat harcamalarının yüzde 35'i, net varlık değeri 100.000 ila 1 milyon dolar arasında olan tüketiciler tarafından yapılıyor.
Lüks konaklama pazarının, 2025 yılına kadar yılda yüzde 6 ile bu alandaki diğer tüm segmentlerden daha hızlı büyümesi bekleniyor. Dikkat çeken bir diğer eğilim ise, modern tüketicinin, deneyimlere verdiği değerin artması.
Seyahat sadakat programlarının büyüklüğü de gün geçtikçe artıyor. Ancak bu süreçte bu programların asıl amacından uzaklaştığını görüyoruz. Seyahat şirketleri, bu sadakat programlarını müşteri deneyimlerini iyileştirmekten ziyade gelir getirici bir araç olarak görmekte. Yapılan araştırmalar, bir müşterinin bir arkadaşına havayolu ve otel sadakat programlarını tavsiye etme olasılığında keskin bir düşüş yaşandığını, havayolu sadakat programlarının eskisinden daha az müşteri davranışı değişikliğine yol açtığını ortaya koyuyor. Sadakat programlarının tüketici deneyimi odaklı olarak yenilenmesi, üyelere kişiselleştirilmiş tercihler sunmak için verilerden faydalanılması bu alanda olumlu bir etki yaratabilir.
Bahsettiğimiz tüm bu trendler seyahat sektörü açısından önem arz ediyor. Salgın sonrası dönemde seyahat sektörü önemli bir toparlanma sürecinden geçiyor. Özellikle salgın nedeniyle ertelenen uluslararası seyahatlerin salgın sonrası dönemde yapılmaya başlanması bu toparlanmada büyük etki sahibi. Yurtiçi seyahatlerin de hızla toparlanmakta olduğunu görüyoruz. Artan yoğun talep ile birlikte değerlendirildiğinde, küresel eğilimlerin oluşturduğu risk ve fırsatların iyi analiz edilmesi sayesinde seyahat sektörünün önünde büyük bir büyüme potansiyeli bulunuyor.