Sessizliğe övgü
Bir mesaj bombardımanı altındayız: reklamlar, telefonlar e-posta, sosyal medya… Bazıları anlamlı veri (sinyal), bazıları boş laf (gürültü), bazıları düpedüz çarpıtma (dezenformasyon). Doğru değerlendirme yapabilmek için zihnimizin bir zırha ihtiyacı var: sessizlik.
Harry Potter’ın yazarı JK Rowling, psikiyatrist Carl Jung ve fon yöneticisi Ray Dalio’nun bir ortak özelliği var: programlarına belirli sessizlik zamanları koymaları. Yeni bir kitaptaki karakterleri kurmak, bir teoriyi etraflıca düşünmek ya da bir yatırım fırsatını değerlendirmek için bu şart.
Nitekim akademik çalışmalar sessizliğe zaman ayırmanın sinir sistemini yenilediğini ve vücuttaki enerjiyi korumaya yardımcı olduğunu gösteriyor. Duke Tıp Fakültesi'nden Imke Kirste, sessizliğin beynin öğrenme bölgesi olan hipokampus'ta yeni hücrelerin gelişimiyle ilişkili olduğunu söylüyor. Journal of Environmental Psychology’nin 2013’te 43 bin çalışan üzerinde yaptığı bir çalışma, açık ofislerdeki gürültü ve dikkat dağıtmanın verdiği zararın, verimlilik artışı beklentilerinden fazla olduğunu gösteriyor.
Peki, ama günlük hayhuy içinde sessizliğe zaman ayırmak ne kadar mümkün? Justin Zorn ve Leigh Marz’ın Harvard Business Review’deki makalelelerinde bahsettiği birkaç öneri bana makul geldi.
Mesela toplantılar arasında beş dakikalık bir sessiz zaman koymak. Bunu nasıl yapacağınız size kalmış: iş yerinde bir köşeye çekilmek, aracınızı kenara çekmek, kapının önüne çıkıp hava almak... Zira bir işten sonrakine koştururken düşünmemiz ve değerlendirme yapmamız imkânsız. Kendi iş hayatımda da bunun kötü örneklerini bizzat yaşadım ve gözlemledim. Proje ekiplerinin yatırım komitelerine/ yönetim kurullarına sunacakları raporların metinlerine, tablolarına ve görsellerine odaklanıp ana konuları tartışmadığı öyle çok örnekle karşılaştım ki! Sürecin akışına kapılıp meselenin özüne yeterince vakit ayırmadığınızı anladığınız an hemen durun ve sessizliği imdada çağırın. Süreç önemli, ama ona esir olmak ya bir şuursuzluk hali ya da zor problemleri konuşmaktan kaçma durumudur.
Mesela ‘telefon orucu’ yapmak. Bunu iş gününde yapmak pratik değil. Ancak iş yükü uygun olanlar hafta sonunda deneyebilirler. Daha önemlisi, sosyal medya orucu. Bu uygulamaları kullanmayı belli zamanlara sıkıştırabiliyorsanız veya erişiminizi zorlaştırabiliyorsanız (telefondan değil sadece bilgisayardan) ciddi bir zaman kazanmanız mümkün. Cep telefonunuzda nerede kaç saat geçirdiğinize bakarak durumunuzu değerlendirebilirsiniz.
Mesela sakin bir yerde vakit geçirmek (deniz kenarında yürüme, bağ-bahçede çalışma, ormanda pikniğe gitme). Yine iş günü içinde zor, ama hafta sonu için değerlendirilebilecek bir konu. Tabii bunları yaparken sürekli telefondaysanız nerede olduğunuzun pek bir önemi yok!
Tüm bunlar elbette kendinizi dünyaya kapatın, iç dünyanızda yaşayın anlamına gelmiyor. Bilakis, şirketlerin de profesyonellerin de dış dünyadan gelen geri beslemelere ihtiyacı var. Ancak bunların hangisinin ‘sinyal’, hangisinin ‘gürültü’, hangisinin ‘çarpıtma’ olduğunu kavramak için de biraz sessizliğe ihtiyacınız var!