Sesimi duyan var mı?
Şehir, şehir sevgili Brutus – sakın bırakma, onun coşkusunu tam anlamıyla yaşa. Marcus Tullius Cicero
Çiçero’ya hak veriyor ve çağımızda bir şehrin sesinin, sedasının nasıl işitildiğini irdeliyoruz. Bu nedenle bu hafta konumuz “Şehir İletişimi”. Bu alanda çalışan onlarca akademisyen, ilgili var. Yazılmış kitaplar var. Düşünce kuruluşları, vakıflar var. Yayınlanmış çalışmaları değerlendirip ödül verenler var. Özetle, önemsenen bir konu. Şehirler iletişim teorileri merceği altında inceleniyor; kimin sesi duyuluyor, kimin duyulmuyor? Kimin doğru işitiliyor, kimin yanlış?
Şehirler iletilerin oluşturulduğu, taşındığı, karşılık bulduğu ve tarihin ilk kitle iletişim formlarının geliştirildiği yerler. Geçen günlerde Napoli yakınlarında yer alan, bir yanardağ felaketi ile yaşamın son bulduğu Pompei şehrinin kalıntılarını gezdim. İlkel ve oldukça ilginç bir iletişim şekli ile karşılaştım. Genelevlerin yolunu, yönünü belirtmek için sokak taşlarına, kaldırıma erkek cinsel organı çizilmiş; “bu doğrultuda ilerlemeniz gerekiyor!” Simgesel telefon kulübesi, hani Londra anlatılmak istense hemen akla gelen nesne var ya, ilk kez 1881 yılında Berlin şehrinin Potsdamer Meydanı’nda faaliyete geçmiş. İlk başta konuşma süresinin sabit olarak belirlendiği bir kağıt bilet ile çalışıyormuş, sonra istendiği kadar konuşulsun diye madeni paraya geçilmiş.
“Şehir İletişimi” bilimler arası ve gelişmekte olan bir alan. Şehri ve onun oluşumunu irdelemek için yeni bir bakış açısı sunuyor. Ekonomistlerin, coğrafyacıların, sosyologların, şehir plancıların, çevrecilerin, sanatçıların şehirle ilgili iletilerinin, bu iletilerin oluşturulması ve yayılması için kullanılan teknolojilerin ve karşılıklı etkileşimin şehir ortamında etkisini ve nasıl deneyimlendiğini inceliyor. İletişim açısından şehir yaşamı incelendiğinde değerli sonuçlara varmak olası; kişiler arası etkileşim ortamını, alan ve yapıların insan davranışı üzerindeki etkisini ve içiçe geçmiş teknolojilerin sonuçlarını anlamak mümkün.
Şehir bir ilişkiler demeti; bireyler arası ve bireyler ile içinde bulundukları çevre arası. Şehir iletişimi plansız – programsız, beklenmedik şekilde gelişmekte. Bazen şehrin alanlarını arka plan ya da araç olarak kullanmakta, her iletişim şekline fırsat tanımakta. Sokak sanatı buna örnek. Şehir bir “şey” değil. Yaşayan bir organizma. Çevresiyle ve diğerleriyle her daim iletişim içerisinde. Bu iletişim bazen ve bazı yerlerde sosyal kaygılar, ahlaki kurallar nedeniyle sınırlanıyor ve kendine özgü bir şekle bürünüyor; “buralarda bunlar pek dile getirilmez”. Sınır tanımayanlar ise binlerce yıldır o şehirden bu şehire fikirlerini, bilgilerini taşıyor, iletiyor. Başkalarıyla tanışıyor, tartışıyor.
Günümüzde iletişim sınır tanımıyor. Sağ olasın teknoloji!. Gizli – kapaklı bir şey kalmıyor. Şehirlerde olan biten de buna dahil. Dolayısıyla şehir iletişimi, yönetilmesi hatta doğru-düzgün yönetilmesi gereken bir alan. Şehrin yanında ya da şehre karşı; her ne olursa olsun şehir iletişiminin değişimleri, kesişmeleri, çatışmaları, ayrılıkları, birliktelikleri, bağlılıkları, aidiyeti, rekabeti izliyor ve yönetiyor olması beklenmekte. Özellikle ilgi çekici ya da zor günlerde. Çünkü böyle günler takipçilerin ilgisinin yoğunlaştığı günler. Sıradan günlerde iletilen mesajlar pek dikkat çekmese de sıradışı günlerde yerel yönetimlerden gelecek iletiler merakla beklenmekte. Örneğin, yılın yaklaşık yarısını geçirdiğim Ege kasabasını Ağustos ayı sonundan itibaren mavi deniz anaları bastı. Deneyimlenen gerçek, turizmden elde edilen gelirin olumsuz etkilenmesi. Konu ile ilgili olması gerekenlerin iletileri ise pek aydınlatıcı değil; geçici bir durum mu yoksa kalıcı mı? Bu durum ile ilgili haberler kontrolsüz bir şekilde yayınlanıyor. Şehir yönetiminden ise ses çıkmıyor; ne olacak halimiz? Bu sorun ile nasıl baş ederiz? Sessiz kalmak yanlış iletilere meydan vermek anlamında.
Şehirlerin kendi dinamiğinden, kültüründen oluşan, gelişen özgür bir iletişimi, sesi olacağı kadar şehir yönetimleri tarafından yönetilen ve pek muhtemeldir paydaşları etkilemesi beklenen bir iletişim stratejileri olmalıdır. Ziyaretçilere, yatırımcılara, yetenekli yerleşimcilere ve bu gruplar üzerinde etkili olacağına inanılan medyaya yönelik. Bu iletişimin şehir yönetimi tarafından yönetilmesi en doğrusu. Şehrin sesini bir bütün olarak duyabilen ve doğru anlayabilen bir yönetimin şehir iletişimini doğru yönetmesi beklenir.
Şehrin iletişim kanallarının çeşitlendirilmesi çok seslilik ve etkin bir iletişim için yararlı olacaktır. Dijital platformlar ve imkanlar bunun için hazırdır. Önemli olan iletilecek olan mesajların içeriği ve doğruluğu. Pek çok şehir kendini anlatmakta hem yetersiz kalmakta hem de hata yapmakta. Bu noktada şehir yönetiminin eğitici ve yönlendirici rolü çok önemli. Şehir yönetimleri tarafından göreve getirilen iletişimcilerin görevi sadece belediyelerden kaynaklı mesajları düzenlemek olmamalı. Şehrin sesinin tutarlı ve bütüncül bir şekilde iletilmesi için gereken eğitim ve desteği de kapsamalı. Hiç unutmam, bir dönem İzmir’den yoğun biçimde “biz İzmirliler incire bardacık deriz” mesajları yayınlanmıştı. Doğrusu, İzmirliler incire incir, bir incir cinsi olan bardacığa bardacık der olmalıydı. Kaldı ki “bardacık” sadece İzmir ve yakın çevresine özgü çok değerli bir meyve. Bu yanlış mesaj bu değeri sıradanlaştırmaktan başka bir işe yaramadı. Uzun süren bu iletişimi de hiçbir yetkili düzeltme gereği duymadı. Kaybeden “bardacık” ve İzmir oldu.
Özün sözü: İletişim, karşı tarafta istenilen algıyı oluşturmak amacıyla yönetilir. Doğruları içermeli, şehrin gerçekleriyle örtüşmelidir. Bu nedenlerle doğru yönetilmelidir. Şehrin saklı kalmış, özgün ve değerli sesi, sedası varsa gün yüzüne çıkarılmalı, şehre ayrıcalık kazandırılmalıdır. Benzer, kopyala – yapıştır iletişimin şehre faydası olmaz; sıradanlık sebebidir, dikkat çekmez.