Sermaye kaybı ve borca batıklığa ilişkin yeni düzenlemeler

Numan Emre ERGİN
Numan Emre ERGİN PERSPEKTİF

Sermaye, şirketler açısından çok önemlidir. Şirketin kendisi için önemlidir, çünkü ortaklarca konulan bu paralar sayesinde faaliyetlerini finanse eder. Ortaklar açısından önemlidir, çünkü ceplerinden çıkarıp ortağı oldukları şirkete koydukları paradır. Alacaklılar açısından öndemlidir, çünkü şirketten olan alacaklarının karşılığı (bir anlamda teminatı) bu sermayedir. Şirketler kurulduktan sonra kar veya zarar eder. Kardan ortaklara dağıtılmayıp şirkette bırakılan kısım, finansal tabloda özkaynaklar (özsermaye) altındadır. Zarar ise özkaynağı azaltan bir unsur olarak özkaynak altında negatif bir kalem olarak raporlanır. Özetle özkaynağı, şirketin faaliyetlerinde kullanmak ve varlıklarını finanse etmek için ortaklarca konulan sermaye ile şirketçe yaratılan kar/zararın toplamı olarak tanımlayabiliriz.

Sermaye ve daha geniş anlamda özkaynak, şirket paydaşlarının haklarının korunması açısından önemli olduğundan şirketler hukukundaki temel ilkelerden birisi “sermayenin korunması ilkesi”dir ve Türk Ticaret Kanunu (TTK) da sermayenin (geniş anlamda da özkaynağın) korunması için birçok hüküm içermektedir. Bu hükümlerden bir tanesi de “sermayenin kaybı, borca batık olma durumu” başlıklı TTK’nın 376. maddesidir. Söz konusu madde, sermayenin karşılıksız kaldığı bazı durumlarda yönetim kuruluna bazı aksiyonlar alması yönünde yükümlülükler yüklemektedir. Buna göre, son yıllık bilançodan, sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının yarısının zarar sebebiyle karşılıksız kaldığı anlaşılırsa, yönetim kurulu, genel kurulu hemen toplantıya çağırır ve bu genel kurula uygun gördüğü iyileştirici önlemleri sunar. Sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının üçte ikisinin zarar sebebiyle karşılıksız kaldığı anlaşıldığı takdirde, derhâl toplantıya çağrılan genel kurul, sermayenin üçte biri ile yetinme veya sermayenin tamamlanmasına karar vermediği takdirde şirket kendiliğinden sona erer. Maddenin üçüncü fıkrası ise borca batık olunması (şirketin aktiflerinin borçlarını karşılayamaması) halinde alınması gereken önlemleri içermektedir.

15 Eylül 2018 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanununun 376’ncı Maddesinin Uygulanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Tebliğ (Tebliğ) ile Ticaret Bakanlığı TTK md. 376’nın uygulanmasına ilişkin bir takım düzenlemeler yaptı ve sermayenin kaybı ile borca batıklık durumlarını ayrıntılı tanımlayıp bu durumlarda yapılması gerekenleri açıkladı. Tebliğde ayrıca, son yıllarda özel sektörün dövizli borçlarının katlanarak artması ve kurlardaki hızlı artışın bilançolarda yarattığı tahribat nedeniyle, 01.01.2023 tarihine kadar, TTK’nın 376. maddesi kapsamında sermaye kaybı veya borca batık olma durumuna ilişkin yapılan hesaplamalarda, henüz ifa edilmemiş yabancı para cinsi yükümlülüklerden doğan kur farkı zararlarının dikkate alınmayabileceği yönünde düzenleme yapıldı. Diğer bir ifadeyle, dövizli borçların değerlemesinden doğan kur farkı zararları, muhasebe kayıtlarında gider olarak kaydedilmeye devam edecek; ancak sermaye kaybı hesaplamasında bu kur farkı zararları dikkate alınmayacak ve buna ilişkin açıklamalar bilanço dipnotlarında yapılacaktı.

26 Aralık 2020 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Tebliğ ile Ticaret Bakanlığı, 2018’de yayımladığı Tebliğde önemli değişiklikler yapmıştır. İlk değişiklik, “sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının en az yarısının karşılıksız kalması” ifadesinin yeniden tanımlanmasına yöneliktir. Tebliğ ile sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının en az yarısının karşılıksız kalması; “zararın, sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının yarısına eşit veya bu tutardan çok ve üçte ikisinden az olması” olarak tanımlanmıştır. İkinci değişiklik ise, sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının en az üçte ikisinin zarar sebebiyle karşılıksız kalmasına ilişkin olup bu durum zararın, sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının üçte ikisine eşit veya bu tutardan çok olması hali olarak tanımlanmıştır. Görüldüğü üzere, Tebliğde yapılan değişiklik ile sermayenin kaybı, zarar büyüklüğünü sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamıyla kıyaslayarak tanımlama yöntemini seçmiştir. Buradaki “zarar” ifadesini, bilanço tarihi itibariyle geçmiş yıl (ve varsa dönem) karlarıyla netleştirilmiş geçmiş yıl zararları ile dönem net zararının toplamı olarak anlamak gerekir.

Üçüncü değişiklik, sermayenin karşılıksız kaldığı durumda, sermaye azaltımına ilişkin alt sınır belirlenmesi hakkındadır. Değişiklik sonrasında sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının en az üçte ikisi zarar sebebiyle karşılıksız kalan şirketin genel kurulu, kalan sermayeyle yetinmeye karar verdiği takdirde, sermaye azaltımı TTK’nın 473 ilâ 475 inci maddelerine göre yapılır ve “sermaye ve kanuni yedek akçeler toplamının en az yarısının özvarlık içerisinde korunması şartıyla” sermaye asgari sermaye tutarına kadar indirilebilir.

2018’deki düzenlemede, bilanço zararlarının kapatılması için getirilen yükümlülükler uyarınca yapılan ödemelerin öz kaynaklar içerisinde sermaye tamamlama fonu hesabında toplanması ve takip edilmesine imkan tanınmıştı. Dördüncü değişiklik, sermaye tamamlama fonunun yalnızca zararların mahsup edilmesi suretiyle kullanılabileceğine ilişkin eklemedir. Bu noktada, Maliyenin sermaye tamamlama fonuna ilişkin olumsuz görüşünü zikretmek gerekmektedir. Gelir İdaresi Başkanlığı verdiği özelgelerde, ortakların geçmiş yıl zararlarının kapatılması için şirkete aktardığı paraların sermayeye ilave edilmemesi ve vergi mevzuatında bu yönde bir istisna hükmünün bulunmaması nedeniyle kurum kazancına dahil edilmesi gerektiği yönünde görüş beyan etmektedir. TTK’ya ilişkin bu Tebliğ ile düzenlenen “sermaye tamamlama fonunu” Maliyenin de artık sermayenin bir cüzü olarak kabul etmesi ve kurum kazancına dahi etmemesi gerektiğini düşünüyorum. Uygulamada böyle bir fonun kullanılmasının en önemli nedeni, sermaye artırım prosedürünün uzun sürmesi nedeniyle şirket ortaklarının bir an önce sermayeyi güçlendirmek istemesidir. Şirkete aslında sermaye olarak enjekte edilen ancak sermaye artırım işlerinin zaman alması nedeniyle oluşturulan özel bir fonda tutulan para üzerinden vergi alınmaya çalışılması hem adaletsiz sonuçlar doğurmakta, hem de zaten zor durumda bulunan şirketlerin durumunu daha da olumsuz etkilemektedir.

Beşinci değişiklik, sermaye artırımıyla sermaye kaybının telafi edildiği durumda ödenecek sermaye tutarının korunması gereken sermayeye göre belirlenecek olmasıdır. Düzenleme uyarınca, sermayenin zarar sonucu ortaya çıkan kayıp kadar azaltılması yoluna gidilmeden sermaye artırımına karar verilirse, sermaye artırımında, “tescil edilecek sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının en az yarısının” özvarlık içerisinde korunmasını sağlayacak tutarın sermaye artırımının tescilinden önce ödenmesi zorunludur. Değişiklik öncesinde sermayenin en az yarısını karşılayacak tutarın ödenmesi istenmekteydi.

Tebliğ ile yapılan diğer bir önemli değişiklik de aynı genel kurulda sermaye artırımı ve azaltımının birlikte yapılmasına imkan sağlanmasıdır. Yapılan düzenleme ile, aynı genel kurul toplantısında, bedelleri tamamen ödenmek suretiyle, sermayenin istenilen düzeyde artırılmasına ve daha sonra azaltılmasına karar verilebilecektir. Bu şekilde gerçekleştirilecek işlemler sonucunda, tescil edilecek sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının en az yarısının özvarlık içinde korunması zorunludur.

Tebliğdeki son değişiklik ise daha önceden henüz ifa edilmemiş yabancı para cinsi yükümlülüklerden doğan kur farkı giderlerinin sermaye kaybı veya borca batık olma durumuna ilişkin yapılan hesaplamalarda dikkate alınmayabileceğine ilişkin düzenleme kapsamına, 2020 ve 2021 yıllarında tahakkuk eden kiralamalardan kaynaklanan giderler, amortismanlar ve personel giderlerinin toplamının yarısının da eklenmiş olmasıdır. Bu durumda, sermaye kaybı veya borca batık olma durumuna ilişkin yapılan hesaplamalarda dikkate alınmayabilecek giderler aşağıdaki formüle göre hesaplanacaktır.

2020, 2021, 2022 yılı 
ifa edilmemiş döviz borçları kur farkı giderleri tamamı

+

2020, 2021 yılı (kira + amortisman + personel giderleri) / 2

Özetle, Ticaret Bakanlığı Tebliğ’deki değişiklerle TTK md. 376 kapsamına giren şirketler lehine önemli kolaylaştırıcı düzenlemeler yapmıştır. Bakanlık, söz konusu Tebliği çıkarmada dayanak olarak TTK’nın 210. maddesi ile 1 sayılı Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 446. maddesini göstermiştir. Söz konusu düzenlemelerin, TTK’nın 376. maddesinde (veya diğer bir maddesinde) yer alan emredici hükümleri yumuşatmaya, madde uygulamasına istisnalar getirmeye Bakanlığa yetki verip vermediği konusu tartışmaya açıktır; ancak bu düzenlemelerin sermayesi kayba düşmüş veya borca batık şirketler lehine olduğu ortadadır. Ayrıca, bu tür düzenlemeler ile sepetteki çürük yumurtaların ayıklanması yerine neden yaşatıldığı konusunda da eleştiri getirmek mümkündür. Ancak, ülkemizin son birkaç yıldır içinde bulunduğu ekonomik koşullar ve 2020 yılında yaşanan Covid19 pandemisinin bilançolar üzerindeki olumsuz etkileri bu tür eleştirilerin sesini şimdilik kısacaktır.

Sözün özü: Vermiyorsa mabud neylesin Sultan Mahmut!

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar