Seçime kadar
Enflasyon baz etkisiyle düşmeye devam edecek. Yeni bir kur şoku olmazsa bu böyle olacak çünkü esas itibariyle 2021 sonbaharındaki kur hareketinin yarattığı enflasyon çok yüksek seviyeye çıktı ve tepe noktasını gördü. Petrol fiyatlarından veya gıda fiyatlarından o derecede sert bir şok gelmesi olası değil. Kur da ihracatın zayıflamasına ve cari açığın artmasına rağmen bir şekilde bulunan ve bir kısmı net hata ve noksan olarak görülen –ama hepsi değil- dövizlerin büyük katkısıyla bir yerlerde tutulabiliyor. Tabii şu an cazibesini yitirmiş görünen Kur Korumalı Mevduat (KKM) de ilk 6 ay bu amaca hizmet etti. Hazine borçlanması sadece veya ağırlıklı olarak TL cinsi tahvillerle yapılsaydı tarihin en büyük reel borç erimesi yaşanabilirdi çünkü resmi olarak yüzde 80’lerdeki enflasyona karşın politika faizi 9 ve gösterge hazine borçlanma faizi de şu anda 10 civarında. Ancak Eurobond borçlanma faizi yüksek, enflasyona endeksli tahvillere de yüksek faiz ödeniyor. Bir de KKM’nin getirmiş olduğu yük var. Yani hazinenin yükü o kadar da az değil. Yine de kurun yataylaşması ilginç çünkü yükselmiş haliyle swap hariç (net) rezerv eksi 46,4 milyar dolarda ve bu sene 50-60 milyar dolar arası ekside seyretti.
Çoktan miadı dolmuş, 1958 tarihli ve 1861-1957 arası İngiltere verilerini ele alan ampirik bir çalışma olan Phillips Eğrisi’ne dayanarak çizilen bir üniversite birinci sınıf grafiğinin bu kadar etkili olmasına şaşırmak gerekiyor. Buna göre enflasyon ve istihdam arasına kararlı ve negatif bir ilişki var. Pratikte faizleri düşürüyorsunuz, talebi tetikliyorsunuz, enflasyon yükseliyor ama büyüme ve istihdam da artıyor şeklinde anlaşılıyor. Veya 1960’larda öyle anlaşılıyordu. Hala ilk şekliyle hafızada kalması tuhaf çünkü çok değişim geçirdi ve birden fazla Phillips Eğrisi var. Fed artık kullanmıyor. Sonuçta bir miktar enflasyon olsun ama büyüme de olsun mantığı genelde çalışmıyor. Hatta 1970’lerden beri çalışmıyor. Enflasyon yarattığınızla kalıyorsunuz ve sonra siyasi iktidarın tavrına göre ya enflasyonun çalışanlara olumsuz etkisine ya da öz kaynak eritme etkisine odaklanarak zararı tazmin etmeye çalışıyorsunuz. Bu bir gelir ve servet transferi çünkü enflasyon aynı zamanda bir vergi.
Eylül 2021 geldiğinde dolar kuru 8,3 seviyesindeydi. Çekirdek enflasyon 16,76 ve manşet enflasyon 19,25 idi. Politika faizi 19’daydı. O noktada Taylor Kuralı 100 baz puanlık bir faiz artışının piyasayı dengeleyecek ve enflasyonu kontrol edebilecek bir artış olduğuna işaret edebilirdi. Ancak tam tersi oldu. Piyasalar ilk faiz indirimini bir kereliktir diyerek pas geçti ama devamı gelmeye başlayınca kur tutulamadı. Enflasyon da ok gibi fırladı.
Şu anda ne oluyor? Kur bu seviyede seyrettikçe elbette ki TL reel olarak değerleniyor çünkü hem ABD hem de ticaret yapılan ülkelerin enflasyonuyla buradaki enflasyon arasında çok büyük fark var. ABD enflasyonu 7,745 iken burada resmi enflasyon 84,39: ABD enflasyonunun 10,89 katı. Baz etkisiyle yıllık enflasyon düşecek ve belki 40’larda dengelenecek fakat ABD’de de 2023’te beklenen sonuç enflasyonun 4’e gerilemesi. Yani yine X 10 olacak. Bu açıdan dünyada da enflasyon var demenin açıklama ve ikna gücü çok düşük. Ancak reel olarak değerlense ve ihracatçı bu konuda şikâyet etmeye başlasa bile TL yıllardır reel olarak –tartılı efektif reel kur- değer kaybettiği ve ihracat kurdan çok küresel büyümeye hassas olduğu için ihracat cephesinde durum, başka teşvikler verilerek, idare edilebilir. İçeride iç talep biraz körüklenebilir çünkü Ocak zamlarının getireceği kısa süreli bir ferahlama olacak. Elbette bu etki asgari ücret, memur ve emeklilere yapılacak zam oranına bağlı. Satın alma güçleri bu derece düşmüş insanların zam yapıldı diye derhal harcama yapmaları beklenebilir mi? Yüksek oranlı, en azından resmi enflasyonun hayli üzerinde zam yapılırsa olabilir. Ancak an itibariyle ekonomi zaten yavaşladığı için bu harcama etkisi seçime kadar büyük bir enflasyon dalgasına yol açmayabilir.
Optimizasyon ufku 6 ayla sınırlı görünüyor. Sonrasını bilmek güç ancak bu tür geçici sermaye girişleriyle çok uzun süre idare edilemez. Yani ya para politikası kademeli olarak normale dönecek ve çoktan çıkmış olan yabancı fonlar geri dönecek veya sermaye kontrolüne yakın bir döneme geçilecek. Her durumda, muhalefet de kazansa faizlerde ani ve sert bir artış beklememek mantıklı çünkü hem bankalara zarar yazdırır –evet diğer her faktör sabit diye varsayarsak bankalar faiz düşünce kazanır faiz artınca kaybeder- hem de şirketler zorlanır. Ancak mali baskılama ve tasarruf sahibini sürekli negatif reel faize, anaparanın erimesine, mahkûm etmek tasarruf açığı olan bir ülkede mümkün olmamalı.