Seçim ekonomisi (III)
Bir daha yazmakta sadece tarihe not düşmek adına yarar var. Yoksa “Ben demiştim, defalarca yazdık” demek kimseye hiçbir şey kazandırmaz. Bir de şu var; kolay eleştiri yapmak. İnanın, bilgisayarın karşısına geçip, o kötü, bu kötü, battık-bittik demek, kimseyi yüceltmez, kimseyi de yerden yere vurmak amacımız olmadığından o işe de yaramaz. Yani yazımda ne iktidarı, ne muhalefeti hedeflemiyorum, siyasi partiler ise hiçbir yazımda yer almazlar.
Her zaman söylüyorum ve her zaman yazıyorum; amaç, bırakın kimseyi dövmeyi, projeleri bile yerden yere vurmak değil. Bu kolay olurdu. Ekonomi Gazetesinde www.ekonomim.com Seçim Ekonomisi - I ve Seçim Ekonomisi - II olmak üzere iki makale yazdım. Bu yazımı da Seçim Ekonomisi - III olarak isimlendirdim.
Yaşı 45 üzerinde olanlar biliyorlar, 65 üzerindekiler ise artık aynı filmi bilmem kaçıncı defa izliyorlarmış gibi olan bitene bakıyorlar. Déja vu gibi…
Kim olursa olsun bizde her iktidar, seçime yaklaşırken giderek artan dozda cömertleşir. Devlete olan borçların yapılandırılması, ÖTV vb. vergilerin düşürülmesi, doğalgaz fiyatlarının en az bir yıl boyunca zam görmeyeceği vaadi, bilmem kaç bin kişiye yeni istihdam olanakları sağlanacağı, atama bekleyen KPSS sınavını geçmiş kişilerin (öğretmenler) atamalarının derhal yapılacağı, ek göstergelerin çözümleneceği, enflasyonun düşürüleceği, bilmem kaç bin konut yapılarak %0’ a yakın faizli kredilerle evi olmayanlara verileceği ve benzeri daha onlarca vaat, seçim propagandaları içinde yer alacaktır.
“Bunda bir şey yok, seçim vaadi” diyebilirsiniz ki bence öyle değil, hem de hiç değil…
1- Yerine getirilemeyecek vaatte bulunmak, bir seçim öncesi durumu değil, tamamen oy uğruna seçmenleri kandırmak olur. Bunu yapmak asla doğru, dürüst bir yaklaşım değildir.
2- Vaatlerin yerine getirilmesinin kaynağı, nasıl fonlanacağı, karşılığının olması da en az birinci maddedeki dürüst olmak kadar öncelikli ve önemlidir.
Sonuç olarak, seçim propagandası işte, her parti bunu yapabilir falan demek doğru olmadığı gibi güven kaybettirici kısacası belki hoş ama gerçekte boş söylemler olur.
Seçim Ekonomisi - I ve II yazılarımda genel olarak işin sözel kısımlarını ele almaya çalıştım. Burada ise bu vaatlerin, seçim propagandası argümanlarının malî tarafına bakmak istedim. Bu yazının yazıldığı an ile yayınlandığı tarihte ve daha da mühimi; gerçekleştirilme döneminde; kurlar, faizler, borç tutarları, diğer fonlama şartları elbette ki farklı olacak.
Bu nedenle sayısal değerlerde milimetrik bir çalışma yapmaktan ziyade, konunun ekonomimiz ve vatandaşlarımız üzerindeki etkilerini ve ağırlığını görmek gerekli ve önemli.
Sorunun çözümü için önce sorunun varlığının kabulü gerekir.
Türkiye’nin brüt dış borç stoku, 30 Haziran itibariyle 444,4 milyar dolar, net dış borç stoku ise 232,5 milyar dolar oldu. Brüt dış borç stokunun milli gelire oranı yüzde 53,7 olarak gerçekleşti. Hazine garantili borçlar ise 15,8 milyar dolara ulaştı.
Birinci çeyreğe göre 6,1 milyar dolar azalan brüt dış borç stoku, bir önceki yılın aynı dönemine göre 61 milyon dolar artış gösterdi.
Brüt dış borç stokunun 179,2 milyar doları kamu sektörüne, 29,4 milyar doları Merkez Bankası’na ve 235,8 milyar doları özel sektöre ait borçlardan oluşuyor.
Mevcut borçların, ki çok yüksek montanlarda, temerrüt faizlerinin de eklenmesiyle vadelerinde ödeneceği varsayımı (şimdilik hayali) ile önümüzde karamsar bir borç yükü tablosu var. Bunun yanı sıra seçim ekonomisinde yer alan vaatleri yerine getirmek için yüklü bir krediye de gerek var. Ama CDS giderek yükseliyor. Bugünlerde CDS 549 puan. 5 yıllıkta CDS biraz düştü, 528. Yine de kreditörler için görüntü henüz olumlu değil. Şu sıralar yılsonu baz etkilerini kullanıyoruz, ama bu beklemekle olacak gibi değil…
Durum böyle iken IMF veya diğer kuruluşların kısa-orta vadede geri dönüşü olamayacak kredileri vermeyi kabul etmeleri çok zordan ziyade olanak dışı…
Bu arada bilgi için;
2022 yılı Ocak-Kasım döneminde geçen yılın aynı dönemine göre; İhracat, %13,9 oranında artarak 231 milyar 248 milyon dolar, İthalat, %36,6 oranında artarak 331 milyar 98 milyon dolar, Dış ticaret hacmi, %26,3 oranında artarak 562 milyar 347 milyon dolar olarak gerçekleşti.
Sayısal inceleme sonucu, döviz kazanma yollarımızın dış ticaret kısmı bu. Bir de turizm gelirleri var tabii. Yabancı yatırımların da belirli bir yüzdesini eklesek bile malî kaynaklarımız yeni borç kalemlerini fonlayabilme gücünde değildir.
Bütün bu verileri değerlendirdiğimizde, hattâ ödemeleri vadeye yaysak da var olanın üzerine seçim giderlerini yükleyerek sonuca ulaşabilmek olanaksız görünüyor. Bu durumda genelde başvurulan yöntem; bütçeye ek gelir kaynakları koymak ve onları kullanmak olur ki bu da fiyat artışlarının yanı sıra ek vergiler ve mevcut vergilerde artış anlamına gelir.
Yazımın başından beri gelmekten çekindiğim nokta, ama kaçınılmaz olan, da zaten budur. Ek vergiler ki doğrudan vergiler kısa vadeli tahsilat olduğundan tercih edilir, vergi artışları KDV ve ÖTV başta olmak üzere… Bir de fiyat artışlarından devletin elde edeceği ek vergi gelirleri ki örneğin yakıt. Artık herkes çok iyi biliyor ki yakıt zamları tüm fiyatlara eklenecek bir maliyet / gelirdir.
Yapılan tüm vaatlerin seçim sonrası karşılanması böyle bir konu. Eğer mevcut iktidar seçimi kaybederse, fonlama yeni iktidara kalır ki bu ağır bir çözümdür. Yok, eğer mevcut iktidar devam ederse, yine kolay bir çözüm değildir, ama en azından vaatte bulunan harcadığının bir kısmını ödeyecek demektir.
Her iki zıt olasılıkta bile çözüm vergi mükelleflerinin ve hane halkının üzerine bindirilmiş bir çözümdür, kolay değildir, zaman ister, sosyal riskleri olan olası çözümler, kaynak olmadan ya da kıt kaynaklarla ya da kredilerle çözülebilir nitelikte değildir.
Tüketimi kısmak, tasarruf önlemlerini almak ve çalıştırmak, üretimi artırmak, ithalatı kısmak ve buna karşılık ihracatı artırmak ve ihracatın ithalatı karşılama oranını pozitife çevirmek, iç piyasada enflasyonu önleyici sıkı tedbirleri uygulamak… Hepsi teoride çok doğru, ancak pratikte uygulanması çok zor çözüm önerileridir.
Belki, düşük faizli ve uzun vadeli iç ve dış borçlanma, IMF ile kredilendirme çalışması yapmak ilk elde yukarıdaki önlemler paketinin hemen yanında akla gelen yol olabilir. Doğru bir yol olsa da sonuçları bakımından ağır koşullara katlanmak gerekir.
Enflasyonun ölçümü ve yayınlanmasında TÜİK, İTO ve ENAG farklılıkları olan, TEFE ve TÜFE arasındaki fark makasının açılarak yıl sonuna gelen değerleri ile, emisyon hacminin her ay TCMB tarafından artırıldığı, TCMB Politika Faizi oranının her zor koşula rağmen her halde 6 aydır sabit bırakıldığı, Bankaların mevduat faizleri ile piyasalarda uygulanan faiz oranları arasındaki farklılıklar, cari açık, dış ticaret açığı, ihracatın ithalatı karşılama oranının düşük olması, sanayide kullanım kapasitesinin düşerek devamı, ve benzeri iktisadî nedenler ve bu nedenlerin beraberce yarattıkları sorunlar ülke ekonomisinin durumunu tanımlamaktadır. Para ve maliye politikaları, tarım politikası, istihdam politikası vb ekonomi-politik hususların da var olan yapıya negatif etkileri çözümü daha da zorlamaktadır.
Bu koşullar altında, aynı da olsa farklı da olsa yeni koalisyon veya iktidar partisi ve tabii ülkenin tamamına yakını, burada gelir dağılımında en üst grupta olan minör bir azınlık hariç, zor günleri paylaşmak durumundadır.
Paylaşmak ya da paylaşmaya karşı olmak, paylaşım oranları veya diğer hususları tartışmak bu günün konusu henüz değildir. Bu arada CDS 528’lerde olsa bile Türkiye’ye ekonomi penceresinden bakışlarda belli belirsiz de olsa bazı iyimserlikler görülmektedir. Bu bağlamda karamsar olmaktan ziyade müşterek bir çözüm aramak daha rasyonel bir yaklaşım gibi görünmektedir.