Seçim böyle sonuçlandı, Türkiye nefes aldı
Philip K.Dick’in daha sonra televizyon dizisi de yapılan Yüksek Şatodaki Adam adlı bir eseri var. Eser, İkinci Dünya Savaşını Almanya ve Japonya’nın kazandığı ve bu iki ülkenin ABD’yi işgal ettiği paralel bir evreni anlatıyor.
31 Mart seçiminin sonuçları belli olduktan sonra bu eser geldi aklıma ve “Acaba seçimden AKP belirgin bir üstünlükle çıkmış olsaydı; CHP’nin elindeki İstanbul başta olmak üzere büyük şehirler; örneğin Adana, Antalya, Mersin ve Eskişehir AKP’ye geçseydi Türkiye’yi nasıl bir dönem beklerdi” diye düşündüm.
İstanbul el değiştirmese ve İmamoğlu ile Kurum arasında İmamoğlu lehine yalnızca yarım ya da bir puan kadar fark olsaydı da kesinlikle 1 Nisan sabahına pek rahat uyanmazdık.
Ya seçim sonrasının konuşmaları...
Seçimden AKP galip çıkmış olsaydı Erdoğan’ın balkon konuşması yine böyle ılımlı olur muydu?
Oysa CHP Lideri Özgür Özel tartışmasız büyük bir zafer kazanmış olmasına rağmen rahmetli Süleyman Seba’ya da gönderme yaparak çok ılımlı bir konuşma yaptı.
İşte bütün bunları düşünüp kafamda canlanan senaryodan sonra yazıma “Türkiye nefes aldı” başlığını uygun gördüm.
Türkiye bu sonuçla daha büyük bir kaosa sürüklenmekten kurtuldu.
Önemli olan büyük fotoğraf
Seçim sonuçları belli olduktan sonra sosyal medyada yapılan yorumlara baktım, pek anlam veremediğim şekilde bir istikrarsızlık kaygısının, bir erken seçime gidileceği beklentisinin hakim olduğunu gördüm.
Bizde ne yazık ki ekonomik istikrar ya da istikrarsızlık kavramları piyasadaki günlük hareketlere indirgeniyor.
Borsa arttı mı, düştü mü; döviz ne oldu; altın fiyatlarının seyri; faizlerin düzeyi gibi...
Bütün bu göstergelerde günlük keskin hareketler görülebilir; bu hareketlerin bir çok nedeni olabilir. Önemli olan bu hareketlerin dalga boyu ve süresidir ve daha da önemlisi bu hareketleri yaratan etkenlerin ne olduğudur. Küçük fotoğrafa takılıp kalmamak, büyük fotoğrafa bakmayı alışkanlık haline getirmek gerekir.
Türkiye mevcut durumda zaten birçok yönden istikrarsızlık yaşamaktadır. 31 Mart sonuçları Türkiye’yi bu istikrarsızlığın içine daha da itmemiş, tam tersine bir etki doğurmuştur.
Anayasa referandumunu unutun!
TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş daha bir hafta önce Anayasa değişikliğiyle ilgili olarak siyasi partilerle Bayramdan sonra görüşeceğini söyledi. Zaten kaç zamandır Türkiye’nin artık darbe anayasası ile yol alamayacağı dile getiriliyordu. Bu Anayasanın ayak bağı olan yönleri neydi, bilemiyorum da gerçekten de bu Anayasa ayak bağı ise bu yeni mi ortaya çıkmıştı?
Sonuçta Türkiye, AKP’nin galip çıkacağı bir seçimin belki de hemen ardından hiç sorunu kalmamış gibi yeni Anayasayı konuşmaya başlayacak; istenen değişiklik ya TBMM’de oylanıp kabul edilecek ya da Meclis’te gerekli çoğunluk sağlanamazsa bu sefer referandum gündeme gelecekti. AKP, Anayasa değişikliği için Mecliste yeterli sayıyı sağlayabilirdi, çünkü daha da güçlenmiş bir şekilde diğer partilerden milletvekili transfer edebilir, bu olmasa bile Anayasa oylamasında destek alabilirdi.
Artık bir yıl sonra mı olur, iki yıl sonra mı; Türkiye bu sefer yeniden sandığa gidecek, üstelik bu sefer belki de örtülü biçimde Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını oylayacaktı.
Ama artık şu koşullarda kimse referandumu göze alamaz.
Büyük kazanım
Türkiye, 31 Mart seçiminin sonucuyla Anayasa değişimi tartışmalarından ve referandum riskinden kurtuldu.
Bundan daha büyük bir kazanım olur mu? Büyük fotoğrafa bakın, büyük fotoğrafa!
Bırakın günlük piyasa hareketlerini, bir dalgalanma yaşanıyorsa da o zamanla durulacak ve her şey iyiye gidecektir.
En azından şimdikinden daha iyi olacaktır.
Erken seçim de nereden çıkıyor?
Bir de bu sonuçların Türkiye’yi erken seçime götüreceği, 2028’e kalmadan seçim yapmanın kaçınılmaz olacağı görüşü dile getiriliyor.
Erken seçimi kim isteyecek?
İktidar partisi ve ortağı MHP mi, niye istesinler ki?
Rahmetli Seba’yı Özgür Özel’den alıntı yaparken andım. Şimdi de Beşiktaş’ın yıllar yıllar önce yaptığı bir acemiliği hatırlayalım. Bir Avrupa kupası elemesi. İlk maçı 2-0 kazanmış olan Beşiktaş, rövanş maçında son dakikalarda bir gol yer ve o sonuçla tur atlayacakken, sanki gol atması gerekiyormuş gibi topu kapıp santraya koşarak peş peşe iki gol daha yiyip 3-0’lık sonuçla elenir.
31 Mart maçını kaybetmiş AKP ve MHP, “Gelin bizi bir kez daha yenin de hükümeti de kaybedelim” dercesine erken seçim ister mi?
Ya muhalefetin tutumu?
Erken seçimi muhalefetin isteyeceğini düşünenler çıkabilir.
CHP’nin böyle bir acemilik yapacağını sanmam. Böyle bir istek ve çıkış, 31 Mart seçimlerinin çok iyi okunmadığı anlamına gelir.
31 Mart’ta CHP kazanmış, AKP kaybetmiştir; ama detayları da gözden kaçırmamak gerekir.
Seçime katılma oranının düşüklüğü, çoğu AKP seçmeninin sandığa gitmediğini gösteriyor. O seçmenler sandığa gidip AKP’ye oy verse böylesine bir fark tabii ki oluşmazdı.
Ayrıca bunun bir yerel seçim olduğu gerçeği ortada. Genel memnuniyetsizlik, ekonomik sorunlar, hepsi etken ama adayların da önemi büyük.
Dolayısıyla CHP’nin kısa dönemde bir erken seçim talebinde bulunması pek beklenmemelidir. Muhalefet istese bile Meclisten tek başına erken seçim kararı çıkarabilecek çoğunluğa da sahip olmadığına göre..
Yerle bir olan algı!
31 Mart seçiminin en önemli sonuçlarından biri bir algının siyasi tarihin sayfalarına gömülmesidir.
İktidar partisinin “Ben yaptım oldu”, daha da ötesi “Ben ne istersem yaparım” anlayışına önceki gün ket vurulmuştur.
Yıkılmaz sanılan bir algı 31 Mart’ta yerle bir olmuştur. AKP, gerek yönetim kademesiyle, gerekse seçmeniyle ikinci parti olabileceği gerçeğiyle tanışmıştır.
Bundan daha önemli olarak CHP, AKP’yi hiçbir şekilde geride bırakamayacağı algısından kurtulmuştur. CHP seçmeni başta olmak üzere muhalefet seçmeni, üzerindeki ölü toprağını atmıştır.
Demokles’in kılıcı kınına girdi!
“Paralel evren”e, yani İstanbul’u İmamoğlu’nun çok az farkla kazandığı varsayımına dönelim... Bu durumda İmamoğlu’nun davası istinafta görüşülürken acaba neler olurdu? Ayrıca İstanbul’da Belediye Meclisi çoğunluğu da AKP’de olsa bir şekilde görevden uzaklaştırılacak İmamoğlu’nun koltuğuna istenilen kişi oturtulurdu.
Ya şimdi? Bir milyonu aşkın oy farkının karşısında kimse duramaz.
Geçelim yurt içini; Avrupa’nın çoğu ülkesinden büyük bir kentin böylesine ezici bir farkla seçilmiş belediye başkanını eften püften bir gerekçeyle koltuğundan kaldırmak, siyaset yasağı getirmek yurt dışında hiç mi hiç anlatılamaz. “Çok mu önemli yurt dışının bakışı” diyebilir miyiz?
Tabii ki diyemeyiz; çünkü para onlardan gelecek!
AKP’ye kaybettiren pek görünmeyen etkenler...
AKP’nin oy oranını yüzde 35’lere kadar düşüren en başta gelen etkenin ekonomik durum olduğu tartışılmaz bile.
Ancak sanki konuşup geçiyormuşuz gibi görünen ya da yalnızca bir bölge insanını ilgilendiriyormuş izlenimi veren bazı konular var ki, onlar da zihinlerde yer ediyor, adaletsizlik algısının pekişmesine yol açıyor. Aslında bunlar da özünde ekonomik dengesizlik ve hukukun üstünlüğünün yok olduğuna işaret eden konular. Neler mi?
Somali Cumhurbaşkanının oğlu trafikte bir genci katletti, daha sonra suç para ile kapatıldı.
Ehliyetsiz şımarık bir çocuk aynı şekilde trafikte bir kişiyi katletti, annesi tarafından yurt dışına kaçırıldı.
Bunlar, üstü bir şekilde parayla örtülen ya da para sayesinde cezadan kaçınma olanağı veren iki tipik örnek.
Sanıyor musunuz ki insanlar bu haberleri, iki sıradan kaza haberi gibi okuyup geçiyor. Bu haberler zihinlere kazınıyor artık. Paran varsa ceza almazsın!
Ya İliç’te yaşananlar. Dokuz işçinin cansız bedeni çıkarılamadı bile. Ya diğer maden katliamlarının yaşandığı bölgeler... Yerde tekmelenen işçiler yeni yeni kendilerine geliyor; ama geliyor.
Maden sahası açılmaması için kendini ağaçlara bağlayan köylü kadınların yerlerde sürüklenmesi. “Ben yaptım oldu”, artık olmuyor!
Bakanların ne işi vardı?
Unvanlar çok büyük...
Türkiye Cumhuriyeti falanca Bakanı!
Ne yaptı bu bakanlar; kapı kapı dolaşıp Murat Kurum için oy istedi.
Vatandaş içte içe “Kardeşim sizin ne işiniz var buralarda” demedi mi yani! İmamoğlu da bunu çok iyi kullandı.
Başta Erdoğan tüm kabine İstanbul’da toplanınca İmamoğlu açısından bir mağduriyet de doğdu, AKP bunu da okuyamadı.
Birileri sandı ki, biz ne yaparsak yapalım bu seçmen bize oy veriyor, yine verir. Bakın, vermeyebiliyormuş...