Saz Köy, Tekir Köy Evi’nde

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK

Türkiye’nin en genç ili, 81. vilayetimiz Düzce’nin kültürel zenginliklerini, lezzetlerini, doğasını deneyimlediğimiz iki gün yaşadık. Gece, Düzce’ye 20 kilometre uzaklıktaki Sazköy’de bulunan Tekir Köy Evi’nde kaldık. Elanur ve Hatice Tekir hanımlar işletiyorlar. Abhaz kültür geleneğine göre yapılmış dedelerinden kalma asırlık köy evinin üst kadındaki üç odayla başlamışlar bu işe…

Önce Saz Köy’ü anlatmalıyım: Denizden 600 metre yukarıda, yani yaylada. 1893-1894 yılları arasında Kafkasya’dan Sakarya Kayalar Köyü’ne gelen Maçagua ve Çegua aileleri burada bir-iki ay kaldıktan sonra Üçköprü Köyü’ne, daha sonra Kastamonu Valiliği’nden aldıkları oturma izni ile o zaman Çele Köyü’nün yayla ve merası olan Saz Köyü’ne yerleşmişler. Bunu diğer aileler takip edince Saz Köyü’nün bugünkü nüfusu oluşmuş.

Köyün adı, köyün tam ortasındaki sazlık gölden geliyor; suyu günümüzde boşaltılmış. Yatağı bataklık ve sazlık. Abhazların ünlü yemekleri ve peynirleri köyde yapılmaya devam devam ediyor. Etraf ormanlarla kaplı.

Gelelim Teke Köy Evi’ne: 10 dönümlük bir arazide yemyeşil bir bahçe içinde. Bahçenin içinden geçen derenin üzerinde bir de su değirmeni var. Ev sahiplerimiz bizi bahçe kapısında birbirinden güzel, konuklarla çabucak dost oluveren köpekleriyle birlikte karşılıyor. Gecenin geç bir saati. Kafamı hemen gökyüzüne kaldırıyorum; zifir karanlıkta yıldızlar, samanyolları göz kırpıyor. Sessizliği ancak köpeklerin havlamaları bozuyor…

Hemen odalarımıza yerleşiyoruz. Odalarda neyse ki televizyon vb. aletler yok. Şehirden 8-10 derece düşük olan sıcaklık, doğal klima görevi görüyor. Camı biraz aralamak yeterli. Yaylanın tertemiz havasını soluyarak keyifli bir uyku uyuyacağımı düşünüyorum, ama önce restoran kısmında biraz sohbet edeceğiz.

Ortasında şömine olan koskoca bir alan lokanta. Bir kedi yavrusu önünde minik bir top, bir uçtan diğerine koşturup duruyor. Yöreden toplanmış meyveleri yerken Elanur Hanım’la sohbet ediyorum.

1999 depremi öncesinde imalatçılık yapan Elanur Hanım, depremde işyeri dahil her şey yıkılınca dede evine, doğup büyüdükleri yere dönüş yapıyor. Beş kız kardeşler, Elanur Tekir ile Hatice Tekir sürekli oradalar. Yeğenleri Seçkin ve Onur ile birlikte çalışıyorlar, part time gelen Elif de yardım ediyor. Diğer kardeşler de yoğun zamanlarda destek için geliyorlar.

Deprem sonrasında ne yapabilirim arayışına giren Elanur Hanım, 2016 yılında turizm alanına girmeye karar veriyor ve dede evinin üst kadındaki üç odayı konuklara açıyor. “Biraz çılgınca bir fikir oldu belki, ama üç odayla bir paylaşıma girdik, konuk ağırlamaya başladık. Tesadüfü olarak bizi bulup gelen ilk gelen konuğumuzla beş yılbaşını birlikte geçirdik, halkalar çok iyi tutundu birbirine, hâlâ da gelip giderler” diye anlatıyor. İşimizi çok da büyütmek gibi bir düşüncemiz olmadı, dört oda ilave ettik, oldukça geniş olan bu restoran binasını yaptık. Burada çatı katında da bir odamız var” diye anlatıyor ve devam ediyor:

“Bir kültürü yaşatmaya çalışıyoruz. Yok olmaya doğru giden bir kültürümüz var. Ne kadar başarılı olabiliriz bilemiyorum, ama kendimizi bozmadan yürümeye çalışıyoruz, konuklarımıza da olduğumuz gibi yaklaşıyoruz. Evimize misafir kabul eder gibi düşünüyoruz ve yaptığımız işten keyif alıyoruz. Çok büyümek istememizin sebebi de büyüdükçe bir şeylerin eksilmeye başlayacağını bilmemiz.”

Sözünü ettiği Abhaz kültürü. Tamamen orijinaline sadık kalarak Abhaz mutfağından yöresel yemekler yapıyorlar. Meselâ Çerkez tavuğunun ceviz soslu Abhaz versiyonuna, mısır unuyla harmanlanan ceviz mamursa ilave ediliyor. Ahulçapa da var; lahana ile ceviz sosun birlikteliği çok lezzetli. Ajika adlı kendi topladıkları reyhan, kişniş gibi otlardan hazırladıkları özel karışım baharatı ilave ederek fasulye ezmesi yapıyorlar. Aslında bütün yemeklerde yer alıyor ajika. Az tuzlu, yine cevizle yapılan kahvaltılık şekli de var; yoğun tuzlayarak yemeklerde kullanıyorlar. Erik sosu, haluj dedikleri mantı, açaç ismini verdikleri, peynirli de yapılan pişiden de söz ediyor Elanur Tekir, konuşamadığımız daha çok lezzet bulunuyor.

“Masaya getirdiğimiz şeylerde hep bir emek var, marketten aldığımız çok az sayıdaki ürünü bile mutlaka harmanlayarak kullanıyoruz” diyor Elanur Hanım; yine yerel ürünlerle hazırladıkları otantik kahvaltı sundukları söylüyor.

Konaklama, sabah kahvaltısı ve akşam yemeği şeklinde. Konuklar gün içinde çevredeki doğal güzellikleri, köyleri dolaşıyorlar. Topuk Yaylası ve Göleti’ne, Samandere Şelalesi’ne ağaç işlemeciliği yapan köylere kısa sürede ulaşmak mümkün. Kış aylarında da çok güzelmiş köy ve çevresi. Bir buçuk metre kar aldıklarını, yılın bir ayını hiç kirlenmeyen bu karın altında geçirdiklerini vurguluyor Elanur Hanım.

Kendi ağaçlarından topladıkları eriklerle yaptıkları kompostoyu da içip odama yöneliyorum. Gece öyle ıssız, gökyüzü öyle güzel, hava öyle temiz ki…

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Hamburg izlenimleri 22 Kasım 2024
Benim Yalvaç’ım(*) 01 Kasım 2024