Şangay örgütü; tercih mi, zorunluluk mu?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Özbekistan’da yapılan Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) zirve toplantısına katılımı, sadece Türkiye açısından değil, bölgesel, hatta küresel düzeyde kritik anlamlar yüklü.
Erdoğan’ın ŞİÖ zirvesinde, diğer üye ve gözlemci ülkelerin liderleri ile verdiği fotoğrafın, dünyanın çeşitli başkentlerinde altı çizilerek not alındığından şüphe yok. Dolayısıyla, bu önemli fotoğrafın Türkiye açısından bir “tercih” mi, yoksa “zorunluluk” mu olduğu, üzerinde ciddiyetle düşünülmesi gereken bir konu.
Öncelikle şunu belirtmekte yarar var; Türkiye’de Cumhurbaşkanı’na çok fazla yetki veren mevcut yönetim sistemi nedeniyle, dış politikadaki bu tip kritik adımlarda Erdoğan’ın şahsi teveccühlerinin izlerini de görmek mümkün.
Şangay İşbirliği Örgütü üyeleri, Hindistan hariç, çoğunlukla ülke liderine neredeyse sınırsız yetkiler veren sistemlerle yönetiliyorlar. Yönetimde “denge/denetim” sisteminin pek çalışmaması, ŞİÖ liderlerinin ülkelerindeki muhalif seslere, eleştirilere tahammül etme zorunluluğunu da ortadan kaldırıyor. Bu nedenle ŞİÖ ülkeleri dünyada anti demokratik uygulamalarla, insan hakları ihlalleri ile anılıyorlar.
Dolayısıyla, ŞİÖ ülkelerinin birbirleriyle ilişkilerinde insan hakları ya da demokrasi gibi konular bahis konusu olmuyor. ŞİÖ toplantılarına katılanların, görüşmelerinde bu alanlarda eleştiri almayacaklarını bilmeleri, liderler açısından rahatlatıcı bir unsur olsa gerek.
ANA GÜNDEM; EKONOMİ
Demokrasi ve insan hakları başlıkları masadan kalktığında geriye ekonomi ve güvenlik konuları kalıyor. Nitekim Semerkant’taki zirvede de, liderlerin yaptıkları ikili görüşmelerde de öne çıkan başlıklar bunlar oldu.
Rusya mesela; Ukrayna savaşı nedeniyle görünürde güvenliği önceleyen bir söylem ortaya koysa da, Putin’in ikili görüşmelerinde ekonomi başlıkları daha ağırlıklıydı. Rus Lider’in Çin Lideri Şin Cinping ile ikili görüşmesinde Batı’nın Rusya’ya yönelik yaptırımları için dayanışma isteği görüşmeye damgasını vurdu. Ancak sızan bilgiler, ekonomik kalkınmayı önceleyen Çin’in Putin için –şimdilik- Batı’yı tümden karşısına almaya hazır olmadığını gösteriyor. Belli ki Çin, Tayvan gibi “milli davalarından” birine doğrudan bir saldırı olmadıkça, Rusya-Batı restleşmesinde kenarda durup, ekonomik kalkınma hamlesini sürdürmeye kararlı.
Türkiye’de iktidardaki AK Parti’nin de ŞİÖ zirvesinden beklentilerinin çoğunlukla ekonomik olduğunu söylemek yanlış olmaz. Seçime aylar kala, ekonomik krizle boğuşan AK Parti hükümeti, kısa vadede içerde elini güçlendirecek bir takım ekonomik uzlaşmalarla dönmek peşinde ŞİÖ zirvesinden.
Erdoğan’ın Putin’le görüşmesinde Ankara’nın en büyük beklentisi Rusya’nın doğalgaz fiyatında indirim yapması ya da bu yılki doğalgaz ödemelerini vadeye yayması idi. Böyle bir vade, seçim öncesinde döviz kurlarını sabit tutmaya çalışan AK Parti hükümetinin elini büyük ölçüde rahatlatabilir, yeni seçim yatırımları için de para ayrılabilmesinin önünü açabilir.
Keza Erdoğan-Şi Cinping zirvesinde de kısa vadede gelecek Çin sermayesi, sıcak parası ya da kredilerinin Türk heyeti tarafından ağırlıklı olarak gündeme getirildi. Bu görüşmeden sızan bilgiler, Çin tarafının kısa vadede AK Parti’nin elini kolaylaştıracak büyük adımlar atmayacağını gösteriyor.
VE “ŞARTLAR”…
AK Parti hükümeti, sıcak para, yatırım ya da ucuz kredi için ne zaman Batı’ya yüzünü dönse, insan hakları ve demokrasi gibi konularda şartlarla karşı karşıya kalıyor. Mevcut hükümet açısından pek konforlu bir durum değil bu elbette. ŞİÖ zirvesinde görüşülen liderlerin ise böyle beklentileri yok Türkiye’den.
Ancak ŞİÖ ülkelerinin ikili pazarlıklarda başka alanlarda ortaya koydukları “şartlar” var elbette;
Çin mesela; Beijing’in Ankara’dan en büyük beklentisi Uygur meselesi görmezden gelmesi, Doğu Türkistan’daki Uygurlar’a yapılan soykırıma varan muameleye sessiz kalması.
Putin ile yapılan müzakerelerde ise Rus tarafının beklentisi bir yandan Türkiye’nin Batı yaptırımları açısından Rusya’ya “soluk borusu” olmaya devam etmesi, diğer yandan AK Parti hükümetinin Suriye’deki Esad rejimi ile masaya oturması. Nitekim bu beklentiye hazırlık olsa gerek, MİT Başkanı Hakan Fidan’ın tam da ŞİÖ zirvesinden hemen önce bizzat Şam’a giderek, Esad yönetimi ile görüşmelerde bulunduğu iddiası sızdı basına.
Bu kadar da değil; Ankara’nın Esad yönetimi ile normalleşmenin önünü açmak için Türkiye içinde bazı adımlar atmaya başladığı da ileri sürülüyor Arap basını tarafından.
İddiaya göre, Esad rejimine karşı 2011’de Türkiye merkezli olarak kurulan “Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu” adlı oluşumun liderlerine Türkiye’yi yılsonuna kadar terk etme, Esad muhalifi hareketi başka bir Başkente taşıma çağrısı yapılmış. Suriye Ulusal Koalisyonu’nun bazı liderlerinin Türk vatandaşlığı kazandığı düşünüldüğünde, -eğer bu iddialar doğruysa- AK parti hükümeti açısından epey çetrefilli bir konu olacak gibi bu yeni durum. Tüm bunlara, hükümete yakın gazetecilerin Erdoğan’a ithafen yazdıkları, AK Parti MKYK toplantısında söylediği iddia edilen “Keşke Esad Semerkand’a gelseydi, görüşürdüm” söylemini de eklemek gerek.
Belli ki, seçim öncesi Rusya’dan gelecek sıcak para ya da borç öteleme, şu an için Ankara’da Suriye muhalefetinin bekasından çok daha öncelikli bir konu.
Tüm bunları alt alta koyduğunuzda, Erdoğan’ın ŞİÖ toplantısına katılımının hem bir “tercih”, hem de ekonomik krizle boğuşan AK Parti hükümeti açısından “zorunluluk” olduğunu söylemek mümkün…