Salgına, savaşa rağmen yurt dışı satış noktalarımız 17 bini nasıl aştı?
2020 yılının başından 2021’in ortalarına kadar Kovid-19 pandemisi, ardından küresel tedarik düzenindeki deprem, dünya genelinde ticarette ve üretimde dengeleri alt üst etti. Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle de enerji, gıda ve emtia fiyatlarındaki yükselişler yüksek enflasyonlar ve ambargolar çağı başladı. Türkiye, bunların hepsiyle iyi mücadele etmiş olsa da olumsuz gelişmelerden fazlasıyla nasibini aldı. Halen de ortalık toz duman. Peki, bizim markalaşma mücadelemiz bu dönemde küresel fırtınalardan nasıl etkilendi? Birleşmiş Markalar Derneği (BMD) Başkanı Sinan Öncel’e, “Hedefler şaştı mı? Ne durumdayız?” diye sordum. Söze, dünyanın en büyük ayakkabıcılarından Heinrich Deichmann’a bir vesileyle söylediği sözlerle başladı: “Yaklaşık 1 yıl önce gelmişti. ‘Türkiye ne olacak’ diye sordu. Kendisine, ‘hiç kaygılanmayın, Türkiye’nin dükkânı çok iyi yerde. Her yol Roma’ya çıkar sözündeki Roma da İstanbul’ dedim. Üretimde çok iyi, dinamik bir toplum olduğumuzu anlattım. Bu ülkenin girişimcileri de çok dinamiktir. Sıkıntıları bile avantaja çevirebiliriz. Tabii ki yine haklı çıktım. BMD’nin üye sayısı bu dönemde yüzde 40 arttı ve 466’ya yükseldi. Yurt içinde 59 bin, yurt dışında 17 bin mağazayı aştık. Üyelerimizin çalışan sayısı 450 bini devirdi. Pandemide, internete kayan alışveriş de büyük ölçüde yeniden mağazalara dönüyor. Mağazalaşmada özellikle yeme içmede çok ataklar var. İyi alışveriş merkezlerinde ve iyi caddelerde yer bulmak çok zorlaştı.”
23 yaşında şirket kurdum, hep fırtına vardı
Sinan Öncel, kendi hayatından da örnek verdi: “57 yaşındayım, 14 yaşımdan itibaren yüksek enflasyonu öğrendim. 23 yaşında kendi şirketimi kurdum ve yüksek enflasyon içinde yol bulup ilerledim. Nakit akışımı her zaman sağlam tutarak hayatta kaldım. Nakit akışı sağlam firmalar bu fırtınaları her daim atlatır. Borçlu yakalanan alabora olur.” Türkiye’nin avantajlarını şöyle sıraladı: “Türkiye, gerçekten çok önemli bir üretim üssü haline gelmiş durumda ve jeopolitik avantajı daha da öne çıktı. Markalar dünyası yine çok hareketli ve önümüzdeki günlerde yeni avantajlar görüyoruz, büyümeye devam edeceğiz. Rusya’da yeni fırsatlar geliyor, başka yerlerde navlun fiyatlarının da etkisiyle bize yönelim sürüyor. Türkiye’nin markalı üretim konusunda çok büyük avantajları var. Savaş ortamı kimsenin işine gelmez ve kısa vadeli fırsatlar olabilir ama gerilimler bile Türkiye’ye avantajlar sunuyor. Top önümüze düşüyor, iyi yerdeyiz, bize düşen topa iyi hâkim olup iyi şut çekmek.”
Rusya ile ne yaşıyoruz?
BMD Başkanı Sinan Öncel’den Rusya’daki fırsatlar konusunu daha da açmasını istiyorum. Çünkü bu konu ‘savaş fırsatçılığı’ gibi de tanımlanabilir. Şöyle konuşuyor: “Batılı ülkelerin Rusya’ya ambargo koyması nedeniyle orta vadede Türk markalarının Rusya coğrafyasında ağırlığı çok artacak. Bizlere çok davet geliyor. Ancak biz, ‘bayiler aracılığı ile ürün alın’ diyoruz. Çünkü ülkede alış veriş merkezleri boşalmış. Bu durumda hepsi perakende şirketleri kurup mağazacılığa girmeli. Avrupa markaları çıkmış gitmiş. Bu boşluğu nasıl dolduracaksın? Bunun alternatifi Rus mağazaları değil ki departmantstore’lar (büyük mağazalar) açmalılar. Onlara, ‘1000 metrekare mağazaya 5 marka al, bunların tabelasını koy vitrinine ve tek kapı ver. Bir marka çok ön plana çıkarsa da ona tek mağaza aç’ diyoruz.
Turizm tanıtımında ‘alışveriş’ de olmalı?
Sinan Öncel, turizmdeki canlılığın da Türk markaları için ciddi ciro anlamına geldiğini vurguluyor ve şu bilgileri aktarıyor: “Turist sayımız henüz 2019’u yakalamadı ama çok iyi gidiyor. Bu başarıda da emek var tabii ki şu anda turizm için 200 ülkede reklam yapan bir Türkiye söz konusu. Biz de Turizm Bakanlığımıza, ‘bu tanıtımlarda marka ve alışveriş turizmiyle ilgili reklamlar da olmalı’ diye başvurduk. Reklamlarda, tarihi yerler, gastronomi, deniz, güneş, kum tabii ki olacak ama neden alışverişi de işlemeyelim? Bu da ayrıca turist getirir ve tabii ki ülkemizin turizm ciroları da artar. Turistler, Paris’e, Roma’ya, Londra’ya ya da Avrupa’nın diğer önemli şehirlerine sadece yazın mı gidiyor?”
Konut üretiminde ‘Banliyö Modeli’ gündemde
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, detaylarını açıklayacağı 81 vilayeti kapsayacak ‘dar gelirli vatandaşlar için sosyal konut projesi’ Türkiye konut pazarı içinde önemli pay alacak şekilde sürekliliği olan bir politikaya dönüşürse orta vadede konut fi yatları ve kiralardaki fahiş artışlara karşı bir sigorta olabilir. Tıpkı, büyükşehirlerimizdeki ‘halk ekmekler’ gibi. Ancak, Türkiye gibi 1,5 milyonluk bir konut pazarında, çok güçlü bir inşaat sektörünün varlığı çok daha önemli. 600-800 bin arası yeni konut üretimi sağlayacak bir ‘sektör stratejisi’ geliştirilmedikçe ve her durumda inşaat maliyetinin yüzde 50’sini aşan arsa sorunu çözülmedikçe konut fi yatları ve kiralar yüksek kalır. Sadece İstanbul’da yılda 180 bin evlilik ve bir o kadar da boşanma olduğu düşünülürse tek başına İstanbul’un yıllık yeni konut ihtiyacı 300 binin üzerinde. Bunun yabancısı, öğrencisi de var. Konutla ilgili kamu kurumlarının, konut üretimini hızla artırmak için Avrupa başta olmak üzere birçok ülkede uygulanmış ‘Banliyö Modeli’ üzerinde çalıştığını duydum. Bu model, bir müteahhit tarafından önerilmiş ve konut açığı büyük şehirlerin çeperlerine yakın bölgelerde kamunun büyük ölçekli arsa üretmesine, özel şartlarla sosyal konut inşasını sağlamasına dayanıyor. Bu bölgelerle, ilgili büyük şehir arasında toplu ulaşım altyapısı da kamu tarafından kuruluyor.