Sahte cennet vadedenlerin çıkmazı
Devletin kurumlarını kendi kankaları ve yandaşlarıyla dolduran popülist-otoriter liderlerin pek çok konuda olduğu gibi ekonomi yönetimi konusunda da başarısız olduğu görülüyor. Trump’ın Çin’e ve diğer ülkelere karşı açtığı ticaret savaşının ABD’nin dış ticaret açığını daha da büyüttüğü, İngiltere’de Johnson’un Brexit çıkmazında bocaladığı, Modi’nin Hindistan’ın ikinci Çin olma umutlarını söndürdüğü, Putin’in Rusya ekonomisini kısır döngüden çıkaramadığı biliniyor.
Seçimle iktidara geldikten sonra popülist-otoriter ‘tek adam’ rejimleri kurarak ülkelerini farklı bir anlayışla yönetmek isteyen liderlerin sayısı giderek artıyor. Öncülüğünü Rusya’da Vladimir Putin’in ve Türkiye’de Recep Tayyip Erdogan’ın yaptığı bu rejim modelinin şimdi liberal demokrasinin kalesi sayılan ABD ve İngiltere’de de denenmekte olması, bu modelin liberal demokrasiye karşı bir alternatifolarak gündeme geldiğini düşündürüyor. Liberal demokrasinin yıllardır uygulandığı ülkelerde de, mevcut siyasi partilere ve liderlere güveni sarsılan, ekonomik durumu bozulan ve kendini terkedilmiş hisseden geniş bir seçmen kesiminin, farklı karakterdeki popülist liderlere şans tanıdığı görülüyor.
ABD’de Donald Trump 2016’daki başkanlık seçimini “Amerika’yı yeniden en büyük” yapma vaadiyle kazanınca, otoriter - popülist çizgide, kendine özgü bir yönetim oluşturdu. Liberal demokrasinin kurumlarının ve bürokrasinin çok zorlandığı, deneyim ve liyakatın değil nepotizmin ve ahbap çavuş ilişkilerinin belirleyici olduğu, önemli kararların çoğu kez Trump’ın keyfi tercihleriyle alındığı bir yönetim tarzı oluştu. Ekonomi kısa vadede Trump’a oy kazandıracak olan tercihlerle yönetildi, öncelikle borsaların yükselmesi hedeflendi.
İngiltere’de (Birleşik Krallık) iki ana partinin dışında filizlenen ve ülkeyi Avrupa Birliği’nden koparmayı hedefleyen Brexit hareketi Muhafazakar Parti içinde lider değişimini gündeme getirdi ve yeni lider Boris Johnson Brexit’i gerçekleştirme vaadiyle net bir seçim zaferi kazandı geçen yılın sonunda. Trump gibi Johnson’ın da ülkesinin kökleşmiş devlet ve yönetim gelenekleriyle çelişen bir yönetim tarzını yerleştirmeye çalıştığı dikkati çekiyor. Batı ülkeleri dışında liberal demokrasinin kesintisiz sürdüğü ülkelerin başında gelen Hindistan’da Hint milliyetçisi partinin başkanı olan Narendra Modi de net bir seçim zaferi kazandıktan sonra milliyetçi - otoriter popülizme yöneldi.
Popülist liderlerin beka sorunu
Popülist - otoriter rejim modelini beniseyen siyasi liderlerin ekonomide, teknolojide ve diğer kritik öneme sahip alanlarda ülkelerinin gelişmesini sağlayacak ve halkın refahını yükseltecek programları ve kadroları yok. Farklı bir yöntemle seçmenin beklentisini karşılamaları gerekiyor. Bu amaçla kendilerine oy verenlere ilk anda umut aşılayacak ve onları avutacak vaatlere öncelik verdiklerini görüyoruz. Bu vaatlerde liderin gücü ve vizyonu sayesinde erişilecek çok iddialı hedeflere ve lideri yüceltecek atılımlara öncelik verildiği gözden kaçmıyor. Ülkenin ve toplumun iç ve dış tehditlerle karşı karşıya bulunduğu teması sürekli olarak gündemde tutularak yeni düşmanlar yaratılıyor ve kurtarıcı lidere kendini gösterme fırsatı veriliyor.
Yaratılan bu güçlü lider efsanesinin bozulmaması için ülkedeki medyanın ve iletişim ağının rejim yandaşlarının kontrolönde tutulması gerekiyor. ABD ve İngiltere gibi ülkelerde bunu sağlamanın mümkün olmaması, popülist-otoriter liderleri zorluyor, popülist liderle muhalafet cephesi arasında müthiş bir mücadele yaşanıyor.
Otoriter-popülist rejimlerde bütün yetkiyi elinde toplayarak önemli her kararı bizzat veren liderin her hangi bir konuda zaaf yada tereddüt göstermesi, birkaç gün ortada görünmemesi ya da görüş belirtmemesi, farklı yorumlara yol açabileceği için efsane liderin sürekli olarak gündemde kalması, kendini göstermesi ve son sözü söylemesi gerekiyor. Trump ve Erdoğan bu konuda öne çıkan liderler.
Devlet ve ekonomi çıkmazda
Popülist-otoriter liderlerin sadece kendilerini öne çıkartan keyfi ve şahsi bir yönetim tarzını benimsemeleri, kişilikli ve birikimli bir kadroyla çalışmalarını imkansız hale getiriyor. ABD’de Trump ile çalışmayı deneyip ayrılmak zorunda kalan ya da kovulanlarını sayısı rekor düzeyde. Devletin ve bürokrasinin felce uğratıldığı bir ortamda ülkenin her hangi bir alanda iyi yönetilmesi olanaksız. ABD yönetiminin COVID-19 pandemisiyle mücadele konusunda Trump’ın cehaletine teslim olması 200 bine yakın Amerikalının hayatına maloldu.
Devletin kurumlarını kendi kankaları ve yandaşlarıyla dolduran popülist-otoriter liderlerin pek çok konuda olduğu gibi ekonomi yönetimi konusunda da başarısız olduğu görülüyor. Trump’ın Çin’e ve diğer ülkelere karşı açtığı ticaret savaşının ABD’nin dış ticaret açığını daha da büyüttüğü, İngiltere’de Johnson’un Brexit çıkmazında bocaladığı, Modi’nin Hindistan’ın ikinci Çin olma umutlarını söndürdüğü, Putin’in Rusya ekonomisini kısır döngüden çıkaramadığı biliniyor. Dünya finans çevrelerinin gözünde sürekli irtifa kaybeden Türkiye ekonomisinin durumunu ise başka bir yazıda ele alabiliriz.