Sağ mı, radikal sağ mı?
Avrupa’da mevcut popülist sağ yükseliş dalgası, yarın Fransa’da gerçekleşecek Cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci turunda somutlaşmış görünüyor.
Sol partiler seçimlerin ilk turunda silinip giderken, Fransızlar siyasi yelpazenin sağında yer alan Macron ile, göçmen karşıtı aşırı sağcı Le Pen arasında seçim yapacaklar.
Sadece Fransa değil; Batı Avrupa’nın diğer demokrasilerinde de sağ yükselirken, sol siyaset giderek daha çok silikleşiyor. Almanya’da bir dönemin güçlü Sosyal Demokrat Partisi şimdi ancak iki farklı partiyle koalisyon yaparak iktidarda. Üstelik koalisyon partilerinden biri de sağ kanatta duran Liberaller. İktidara gelemeseler de Almanya’da demokrasi karşıtı aşı sağ partilerin yüzde 20’ye yakın oy aldıkları da unutulmamalı.
Macaristan seçiminde de sağcı popülist Başbakan Victor Orban’a karşı muhalefet, seçim yarışına siyasi görüşleri Orban’a benzeyen sağcı bir liderle girdi. İki sağcının girdiği rekabetten Urban, üstelik oy oranını arttırarak zaferle çıktı.
İspanya’da sosyalistler iktidarda olsa da, yerel seçimlerde ibrenin aşırı sağa doğru kaymaya başladığının işaretleri geliyor. İspanya’daki aşırı sağ parti Vox, yerel seçimlerde merkez sağda duran Popüler Parti ile işbirliğine girerek pek çok yerde yerel yönetimlerde söz sahibi oldu. Yereldeki bu ittifakın, 2023’te yapılacak genel seçimlerde de devam etmesi, dolayısıyla İspanya’da da aşırı sağın hükümetin bir ucundan yönetime girmesi beklentiler dahilinde.
İsveç’te sonbaharda yapılacak seçimlerde de, oy oranı yüzde 20’ye ulaşan sağ popülist İsveç Demokrat Partisi’nin, kurulacak sağ bir koalisyon hükümetinde yer alması bekleniyor.
NATO VE AB DESTEĞİ DE YÜKSELİŞTE
Avrupa’daki aşırı sağ hareketin itici gücü, yakın zamana kadar göçmen ve Avrupa Birliği karşıtlığı idi. Ancak Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile bu durum değişmeye başladı. Avrupa’nın en sağcı liderleri bile, Ukrayna’nın Rus askerlerinin çizmeleri altında çiğnenmesi ile, Avrupa Birliği ve NATO karşıtı söylemlerini yumuşatmaya başladılar. Gelen göçmenler Suriye’den ya da Afganistan’dan değil de, Ukrayna’dan olunca, göçmen karşıtı söylemin de –az da olsa- rafa kaldırıldığını söylemek mümkün.
Bu yeni ortamda Avrupalı aşırı sağcıların beslendikleri alan ise, Batı cephesinin Rusya’ya yönelik yaptırımları nedeniyle kendisini göstermeye başlayan ekonomik sıkıntılar olmaya başladı.
Fransa’da mesela; benzinde fiyat litre başına 2 Euro’ya ulaşınca, doğalgaz ve elektriğe zam gelince, ekmek zamlanınca, hoşnutsuzluk da artmaya başladı. Bu çerçevede Macron’un yarın yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimini LePen’e karşı kazanmasına kesin gözüyle bakılsa da aradaki oy farkının iyiden iyiye azalması bekleniyor. Oysa bir önceki seçimde Macron ile LePen arasındaki oy farkı yüzde 30 civarındaydı.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin LePen’in söyleminde de farklılıklara yol açtığı aşikar; Daha önce uluslararası siyasette kendisini Putin yanlısı olarak konumlandırmış olan LePen, Ukrayna sonrasında bu tutumunu bırakıp, söylemini ekonomik zorluklar üzerine kurmayı tercih etti.
Yine Ukrayna’da yaşananlar karşısında, AB içindeki en büyük AB karşıtı politikacı Victor Urban’ın bile söylemini yumuşattığını, Rusya/Putin ile arasına mesafe koymaya çalıştığını not etmek gerekiyor elbette.
Buna İsveç’teki aşırı sağcı lider Jimmie Akesson’un artık Avrupa Birliği’nden ayrılmaktan hiç bahsetmemesini, İsveç’in askeri alanda tarafsızlığı bırakıp NATO üyeliğine doğru meyletmesini de eklemek de gerekiyor.
ABD’DE BİDEN YÖNETİMİ ZORDA
Aşırı sağın yükselişi sadece Avrupa kıtası ile sınırlı değil; Ukrayna savaşı öncesinde halkın onayı yüzde 60’lara yakın olan ABD Başkanı Biden’a destek yüzde 41’e kadar düşmüş durumda.
ABD’deki Demokrat yönetim açısından alarm verici bir gelişme bu; Şu anda Demokratlar’da olan Kongre çoğunluğunun Kasım’da yapılacak seçimlerde değişmesi giderek daha olası hale geliyor. Cumhuriyetçi Parti’nin hem Senato’da, hem de Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu elde edeceği yazılıp çizilmeye başladı bile Amerikan basınında.
Bir önceki sağcı popülist Başkan Donald Trump’ın da yaklaşık iki yıllık sessizlikten sonra yine konuşmaya ve gündem olmaya başlaması da, Amerikan sağındaki bu yükselişle paralellik gösteriyor.
Dünya demokrasi liginde yer alan ülkelerde de durum farklı değil;
İsrail’deki 8 partili koalisyonun büyük bölümü sağ partilerden oluşuyor;
Hindistan’da sürekli Müslüman karşıtı/Hindu destekçisi politika ve yasalarla gündeme gelen Modi yönetimi hala görevde;
Güney Kore’nin Mart ayındaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yeniden sağa kaydı ve muhafazakâr sağcı siyasetçi Yoon seçildi. -Yoon’un lideri olduğu Halkın Gücü Partisi’nin ana seçim vaatlerinden birini Cinsiyet eşitliği ve Aile Bakanlığı’nı kaldırmaktı. Bakanlık feshedildiğinde, bütçesinde yer alan kadının toplumda güçlendirilmesine ilişkin harcanan pay da yok edilmiş olacak.-
Türkiye’de de durum benzer; Mevcut iktidar, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle birlikte NATO ve Batı karşıtı söylemini bir tarafa bırakmış, Avrupa Birliği üyelik sürecine –yine yeniden- sarılmış bir görüntü çiziyor.
Türkiye’de 2023’te yapılacak seçimler de bir tarafta yer alan milliyetçi-muhafazakar Cumhur ittifakı ile, diğer taraftaki ise bir başka muhafazakar parti ile sosyal demokratların oluşturduğu Millet ittifakı arasında geçecek gibi. Millet ittifakının olası genişleme senaryolarında ise daha fazla muhafazakâr partinin ittifaka katılma olasılıkları sayılıyor.
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” söylemini bir de bu açıdan okumakta fayda var…