Saf ve bakir Anadolu çocuğu
Güngör Uras’ı kaybedişimizin üzerinden altı yıl geçti. Altı yıl boyunca onu ve yazılarını defalarca andık, keşke “Güngör abi olsaydı, bu konuda da yazsaydı” dediğimiz çok zaman oldu. “Burası Türkiye abicim” demesini çok özledik.
Kendisini “Saf ve Bakir Anadolu Çocuğu” olarak tanımlardı. Nevi şahsına münhasır üslubuyla Zehra Hanım teyzenin anlayacağı şekilde yazardı. Zehra Hanım aslında annesinin adıydı. Annesinin ölümünden sonra Zehra Hanım teyze karakterinin yerini Ayşe teyze aldı. Zaman içerisinde Ali Rıza amcayı da yazılarına ortak etti. Ayşe teyze ve Ali Rıza amcanın anlayacağı şekilde konuları ele alır, akılda kalacak yazılar üretirdi. Aslında “Ayşe teyze ne yapsın?” sorusuna yanıt arardı. Yazılarını Mıstık (Mustafa Eremektar) ve Haslet Soyöz gibi önemli sanatçıların çizdiği karikatürlerle süslerdi. Mahfi Eğilmez’in dediği gibi “Güngör Uras’ın yazıları çölde bir vaha gibiydi. Herhangi bir konuyu anlatıp yorumlamadan önce o konuda geçen kavramların ne olduğunu basite indirgeyerek anlatır, sonra konuya girerdi.”
Yazarken işini ciddiye alır, araştırmalarını yapar ama aynı zamanda yaptığı işten kendisi de büyük keyif alırdı; okuyucularına aynı keyfi verirdi. Yazma hevesini hiç kaybetmedi. Hastalıkla mücadelede hastane yatağında gücünün yettiği son ana kadar yazmayı hevesle sürdürdü. Finansal okur-yazarlığa katkısı büyüktü. Birçok kişi ekonomiye dair kavramları ondan öğrendi. Ekonomiyi hem öğretti hem de sevdirdi. Engin deneyimi, güçlü bakış açısı ve muazzam soyutlama yeteneğinin de etkisiyle kendisini dar kalıplara, birkaç konuya sıkıştırmadı; serbest bıraktı kalemini. Baktığı her yerde, yaşadığı her anda okuyucuları için bir şeyler aradı.
Gelin Güngör Uras’ı binlerce yazısından birkaçı ile hatırlamaya çalışalım. Yazılarındaki çeşitliliği, dilindeki sıcaklığı, okuyucusuna olan saygısını, üslubundaki hoşluğu ve kişiliğindeki zarafeti görelim:
Denizin durumu ne olur?
(1 Ocak 2018)
Uras yılın ilk gününde yaklaşan krize karşı bakın nasıl uyarmış:
Sorulara cevap aramadan, bir hikâye aktaracağım. Hikâye bu ya… Bir liman kasabasında genç kaptan, uzun bir yolculuk için denize açılacakmış. Bakmış ki hava durumu kötü. “Bu kötü havada yola çıkılır mı? Acaba ne yapsam?” diye dertlenirken limandaki kahvede birkaç masa ötede oturan yaşlı denizciye akıl danışmak istemiş. “Uzun bir sefere çıkacağım. Acaba önümüzdeki günlerde denizin durumu ne olur?” demiş. Yaşlı denizci cevaplamış: “Önemli olan önümüzdeki günlerde denizin durumunun ne olacağı değildir. Önemli olan senin teknenin durumudur. Deniz bu… Ne olacağı bilinemez. Sakin de olabilir, fırtınalar da kopabilir. Önce teknen sağlamsa, sonra kendine güveniyorsan denize açıl. İyi kaptan denize açılmak için hava durumuna bakmaz. Teknesinin durumuna bakar. Becerisine güvenir.”
Doları yazmak tehlikeli
(3 Kasım 2014)
“Dolar 2.53 olur mu?” başlıklı yazısında kurları tahmin etmenin zorluğunu yazmış:
Şişhane’de metro çıkışında orta yaşlı bir yolcu “Ne olacak bu doların hali?” diyerek söze başladı. Sonra ekledi: “Siz dolar 1 lira diyenlerden biri değil miydiniz?” Kendimi temize çıkarmak çabasında başladım anlatmaya: “Yok... Vallahi de billahi de ben böyle bir şey söylemedim de yazmadım da...”
Soruyu yönelteni ikna edemedim. Ama bir kere daha anladım ki, dolar fiyatı hakkında söz söylemek de, yazı yazmak da tehlikeli...
Herkes 'sefa' sürebilir
(18 Aralık 1998 )
Bundan 20 yıl önce birçok iş adamının bugün karşılaştığı durumu o kadar güzel anlatmış ki:
İş hayatı bir denize benzer. Denize açılmayı göze alan, denizin bazı günler sakin, bazı günler dalgalı olacağını bilir. Göcek koylarında yaz aylarında kıyı kıyı sandal sefası yapmayı herkes becerir. Esas beceri, dalgalı denizde gemiyi yüzdürmektir.
Çengelköy mü, Japon mu?
(1 Nisan 1999)
Çengelköy hıyarı bu kadar mı güzel anlatılır:
Sayın okuyucularıma kötü haberlerim var. (Birrrr) Çengelköy hıyarı niyetine satın aldığımız hıyarların Çengelköy ile alakası yok. Bunlar Japon hıyarı, (ikiiii) Japon hıyarları da “ahlakları” bozulmuş, “o biçim” hıyarlar… Kötü haberlerimi teker teker anlatayım. Efendim bizim Çengelköy’de ovaları, tepeleri, bahçeleri, mezarlıkları yağma edip, beton bina ile doldurduklarından hıyar yetiştirilecek toprak kalmadı. Saksıda Çengelköy hıyarı yetiştirilemeyeceğine göre, Çengelköy hıyarı öldü demektir. İyi de şimdilerde yaz kış, her mevsim Çengelköy hıyarı adı ile manavda, pazarda, yurdun dört bir köşesinde satılan, kütür kütür, parmak boyu, yemyeşil hıyarlar ne ola ki? Çengelköy’de yol boyu işportalarda yığınla duran hıyarlar da mı Çengelköy hıyarı değil? Maalesef değil efendim… Çengelköy hıyarı diye satılan hıyarlar Japon hıyarı…
Meşhur enginar hikâyesi
(2 Ocak 2000)
Şerefnur Özen’i tanıtmış bize. Hem de enginar denilen o muhteşem sebzeyi anlatmış:
Serefnur Özen, yemyeşil gözleri ile dünyaya gülerek bakan, sarı güzel bir genç hanım. Türkiye’nin ilk ve tek “enginar doktoru”. Akhisarlı. Ege Üniversitesi’nin Ziraat Fakültesi’ni bitirince hocası Prof. Beniyar Eser’in yönlendirmesi ile “yüksek lisans”da “enginar bitkisi”ne yönelmiş.
Sonra doktorasını da “enginar” üzerine yapmış. 1988’den bu yana tam 11 yıldır Ziraat Fakültesi’nin İzmir Mordoğan’daki 430 dönüm Deneme ve Uygulama Merkezi’nde, kendine ayrılan 7 dönüm toprakta enginar araştırmalarını sürdürüyor.
Şerefnur Özen, enginar yetiştirmek isteyen çiftçiye her yıl binlerce “piç” dağıtıyor. Çünkü enginar piçten çoğalıyor. Enginar, gövdesi toprağın altında beş altı yıl yaşayan bir bahçe bitkisi. Tohum ile değil, kök çevresindeki taze sürgünlerle çoğalıyor. Mevsiminde bu dip sürgünler ayrılıp istenilen yere dikiliyor. Bu dip sürgünlere “enginar piçi” adı veriliyor...
Ömür biter, yol bitmez!
(4 Nisan 2001)
Tam krizin en sıcak günlerinde demiş ki:
Dünyada ekonomik kriz ile karşılaşan tek ülke Türkiye değil. Başka ülkeler de krize giriyor, çıkıyor… Bazıları çıkamayıp gene krizin içinde yüzüyor… Türkiye bundan önce kaç kere krize girdi. Girdi, çıktı… Kriz içinde yüzdü durdu… Bu işin sonunda “ölüm” yok… Sadece “fakirlik” var… Halk minibüslerinin arkasında yazılar vardır “Ömür biter, yol bitmez” diye… İşte o biçim… Türkiye’de “ömür biter, kriz bitmez”…
Çözüm için paket lazım
(19 Temmuz 2018)
Şuna inanalım ki;
1) Darboğazdan kendi imkânlarımızla, bir ölçüde de yabancı dostlarımızın desteğiyle çıkabiliriz.
2) Bizim darboğazlardan çıkma deneyimimiz var.
3) Yeter ki, daha önceki deneyimlerden de yararlanalım.