Sadece Afganistan değil, İslam ülkeleri çöküyor
Son bir aydır dünyanın iki ana gündem maddesi var: Afganistan ve COVID-19’un yeniden hortlaması. COVID-19 üzerinde bu köşede yazılar yazdım. Sırada Afganistan var.
Geçen hafta, Project Syndicate’de “Büyük Çöküş” başlığı altında Afganistan üzerine bir sorgulama yapıldı (https://www.project-syndicate.org/bigpicture/the-great-collapse?barrier=accesspaylog). Sorgulamanın tanıtım yazısı “ABD ve müttefikleri tarafından yirmi yıldır desteklenen Afganistan hükümetinin çöküşü”, Ernest Hemingway'in birinin nasıl iflas ettiğine ilişkin tanımını hatırlatıyor: “Yavaş yavaş ve sonra aniden” diyerek başlıyordu.
Sorgulamaya katılan ABD Dış İlişkiler Konseyi Başkanı Richard Haass, Joe Biden'ı Afganistan'da yenilgiden kaçınmanın, zafere ulaşmaktan daha önemli hale geldiğini kabul etmediği için suçlamakta. Yeni Delhi'deki Politika Araştırmaları Merkezi'nden Brahma Chellaney ise, Afgan ordusunun Taliban'ın ilerleyişine karşı koyamamasından Biden'ın tüm ABD güçlerini geri çekme kararını sorumlu tutuyor ve Amerika'nın kuşatılmış bir müttefiki iki yıl içinde ikinci kez terk ettiğini belirtmekte.
Georgetown Üniversitesi'nden Charles Kupchan, Biden'ın Afgan hükümetinin fişini çekmekte haklı olduğunu ve amaç üniter, merkezi bir devlet kurmak olduğu sürece, Batı stratejisinin tamamının baştan kusurlu olduğunu söylüyor. The Economist'in eski Genel Yayın Yönetmeni Bill Emmotto ise, “Sorun kötü bir stratejiden çok, Pakistan kötü bir komşuydu ve Amerika bunu iyi niyetli bir stratejiye dönüştürmeyi beceremedi” diyor. Columbia Üniversitesi'nden iktisatçı Jeffrey D. Sachs ise, büyük çöküşün nedeni olarak Afganistan'da, ABD'nin gelişmekte olan ülkelerdeki uzun süredir devam eden şüpheli askeri müdahale modelini görüyor ve Amerikan önceliklerinin bir kez daha politika yapıcıların yerel nüfusa yönelik küçümsemesine ihanet ettiğini öne sürüyor.
London School of Economics’den Fawaz A. Gerges'e göre, Kabil'in düşüşüne eşlik eden üzücü panik ve çaresizlik sahneleri, ABD ve müttefiklerinin suçlanacağı insani bir felaketin habercisi. Pan-Avrupa Sağlık ve Sürdürülebilir Kalkınma Komisyonu Jim O'Neill ise, Amerika'ya olan güvenin azalmasının doların geleceği için ne anlama gelebileceğini ve ABD'nin dünyanın ana rezerv para birimini ihraç ederek sahip olduğu “ayrıcalığı” öne çıkartmakta. Kırgızistan'ın eski başbakanı Djoomart Otorbaev ise “Bu çöküşle serbest ticaret ve daha iyi altyapıyla, daha entegre bir Orta Asya vizyonu şekillenmeye başlayabilir” diye belirtiyor.
Farklı kesimlerden, farklı kimliklerden bu kişilerin bakış açıları miyopik. Çünkü Afganistan’da yaşanılan trajedi, dereceleri aynı olmasa da tüm İslam ülkelerinde yaşanıyor. İslam ülkelerinin (bu ülkeleri İslam İş Birliği Örgütü’ne üye ya da gözlemci üyeler olarak görebiliriz) ortak özelliklerine baktığımızda Afganistan’dan çok da farklı olmadığını görmekteyiz.
Gelin, önce bir gerçeğin altını çizelim, Avrupa ülkeleri İslam ülkelerine kapılarına açsalar, halkın önemli bir kısmı Batı’ya, Hristiyan dünyasına koşar. Bu bile İslam ülkelerinin değerler sisteminin, kurumsal yapısının çöktüğünü göstermekte. Bu savımızı desteklemek için bazı somut verileri öne çıkartalım:
- 2020 yılında İslam ülkeleri dünya nüfusunun %23’ünü oluştururken, dünya GSYH’sinin %15,1’ini üretmekte (https://www.sesric.org/publications-detail.php?id=511).
- İslam ülkelerinde gelir dağılımı bozuk. Petrol üreticisi ülkeleri pastadan büyük pay kapmakta. Dünyanın en yoksul ülkeleri arasında İslam ülkeleri başı çekmekte.
- İslam ülkeleri demokratik ülkeler değ 167 ülke içinde en demokrat olanları bile ya kısmi (2 ülke) ya da hibrit (melez) demokrat ülkeler grubunda. Türkiye de melez ülkeler grubunda ve 104. sırada, Afganistan ise otoriter rejimle idare edilen ülkeler grubunda 139. sırada (https://www.eiu.com/n/campaigns/democracy-index-2020-download-success).
- İslam ülkeleri yolsuzluk batağının içinde yüzüyorlar. 2020 verilerine göre dünya yolsuzluk endeksindeki 183 ülke arasında en iyi ilk 20’nin içinde İslam ülkesi yok, ilk ellinin içinde benim “şirket devlet” dediğim BAE ve Katar var. Son onunun içinde 6, son yirminin içinde ise 12 İslam ülkesi var; Türkiye endekste 93, Afganistan 168. sırada (https://www.transparency.org/en/cpi/2020/index/nzl).
- İslam ülkeleri aynı düzeyde olmasa da din baskısı altında. Bunun doğal bir yansıması olarak kadınlar için bu ülkelerin çoğunda yaşam çekilemez hale gelmiş durumda.
Laiklik yoksa huzur da yok
Görüldüğü üzere Afganistan rejiminin çöküş nedenleri halen hemen tüm İslam ülkelerinde var, dolayısıyla bu çöküş bitmeyecek. Bundan dolayı İslam ülkelerinden kaçanların, hatta turist olarak gelenlerin ilk tercihleri Türkiye. Bunun iki nedeni var, ilki Türkiye, diğer İslam ülkelerine göre hala daha özgür; ikincisi ise Türkiye batıya açılan kapı konumunda.
Türkiye’yi cazip kılan bu etmenlerin altında 1950’den bu yana sürekli örselense de (son yirmi yılda ayaklar altına alınmaya çalışılsa da) “laiklik” var. Laikliği din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak görmek yeterli değildir. Laiklik, dinin öznel hale gelmesidir. İnsanı özgür kılan budur, devletin görevi de bu öznelliği korumaktır.
Laikliği merak eden okuyucularıma önerim ciddi bir okuma yapmalarıdır. Okumaya da Fransa’da başlayan Aydınlanma Devrimi’nden başlamalarıdır.
Türkiye’de laiklik üzerine atıp tutanlara, sözde “laik” olduğunu söyleyip sürekli dinci kesime göz kırpan ana muhalefet partisine söylenecek çok söz var ama, duruyorum. Yaşayarak öğrenmeleri daha iyi olabilir. Bu süreçte halk ezilecek, acı çekecek. Bu da Mustafa Kemal Atatürk’ün değerini bilmemelerinin bedeli olsun.
Okuma Önerisi: Mustafa Kemal ATATÜRK, Nutuk,
Mustafa Kemal ATATÜRK, Medeni Bilgiler (Afet İnan, Derleyen).