Rize’de bir lezzet limanı
Rize Belediyesi’nin düzenlediği “GastroRize 2. Ulusal Gastronomi Günleri” nedeniyle bir kez daha Karadeniz’in yeşil cennetindeyim. Festival kapsamındaki bir panelde moderatörlük yapacağım. Otelden şehre iner inmez ilk hedefim Liman Lokantası. Ne de olsa sığınılacak bir lezzet limanı! Lezzetleriyle, fiyatlarıyla tam bir esnaf lokantası. Yemekler tıpkı çocukluk yıllarımda olduğu gibi bakır tepsilerde ve kaplarda pişiriliyor.
Arap ülkelerinden gelen turistler arasından geçerek lokantaya yürüyorum. Otelin de neredeyse tamamı Arap turist, biz bir avuç etkinlik konuğu azınlıktayız. Kendimizi turist gibi hissediyoruz. Bir zamanlar Rusların ziyaret ettiği Rize, son yıllarda Arap ülkelerinden yoğun bir biçimde gelen konuklarını ağırlıyor. Otellerde boş yer yok…
Yıllardır gittiğimiz lokanta binası, çevresindeki 100 civarında dükkân gibi kentsel dönüşüm nedeniyle yıkılmış. Geçici olarak yakınlarda başka bir yere taşınmışlar. Lokantanın üçüncü kuşak işletmecisi İsmail Reyhanoğlu kapıda karşılıyor bizi. İsmail Bey, dükkânın ayrılmaz parçası. Bebekliğinden beri orada. Sadece askerlik sürecinde ayrı kalmış. Eski dükkânı özlemle anıyor, “insanın doğup büyüdüğü evi terk etmesi gibi duygular içindeyim” diyor. Önümüzdeki sene eski yerlerine döneceklerini düşünüyor.
Liman Lokantası 60 yıldır hizmet veriyor. 1964 yılında temelleri atılan lokantanın kurucusu büyükbaba Kemal Reyhanoğlu. İlk olarak Merkez Lokantası’nı açan Kemal Bey daha sonra orayı ortağına devrederek 1968’de adını eski limandan alan Liman Lokantası’nı kurmuş. Oğlu Ali Rıza Reyhanoğlu’ndan sonra üçüncü kuşak İsmail Reyhanoğlu işin başına geçmiş. Ali Rıza Bey de her gün dükkâna uğruyor. Bugün çalışan ustalar, 30-40 yıldır oradalar, ta bulaşıkçılıktan başlamışlar işe. Garsonlar, 25-30 yıllık. Odun ateşi ile yanan tarihi kuzinelerini eski yerlerinden buraya taşıyamamışlar, ama ilk gün ne pişiyorsa halen aynıları hazırlanıyor. Tek değişiklik, 15-20 yıl önce menüye pide eklenmiş. Yani yörenin en iyi ürünleri, en iyi ustalar ve onları servis edenlerle harmanlanarak sunuluyor.
“Dedem, ekmekleri masanın üzerinde tavana kadar dizermiş. İnsanlar, bir tas çorbayla karınlarını doyururmuş. Şimdi de o geleneği devam ettiriyoruz” diyor İsmail Bey.
Az döner, az pilav, az kavurma, az karalahana dolması diyorum yanına da bir ayran. Ayran, bildiğimiz bir markanın yoğurdundan… Onu torbalara doldurup süzüyor, sonra soda ile açarak yapıyorlarmış ki içmeye doyum olmuyor.
Kavurmanın etleri Amasya Suluova’dan geliyormuş. Sabahın erken saatlerinde kahvaltıda ayran veya çay eşliğinde kavurma yiyerek güne başlamak yörede yaygın olan bir kültürmüş. İlk yıllarda 11.00 gibi biter, yenisini hazırlamazlarmış. Bugün, özellikle yaz aylarında kavurma günde üç kez çıkıyor. Menüde yer alan diğer lezzetler arasında pide, rosto, et soteden patlıcanlı kebap, haşlama et de bulunuyor. Tavuk suyu çorba, mercimek çorbası ve paça çorbası da başlangıç için ideal lezzetler.
Fasulye, Gümüşhane Kelkit’ten geliyormuş… Kurufasulyesi çok meşhur olan İspir de şehre çok yakın, “gerçek İspir fasulyesini bulmak pek mümkün değil” diye yakınıyor İsmail Reyhanoğlu. Oysa 30 yıl öncesine kadar İspir kullanıyorlarmış, bugün Kelkit’i tercih ediyorlar.
Pirinç, Terme’den… Pilav tereyağlı. “En iyi tereyağı pilavda ve mercimek çorbasında anlaşılır” diyor İsmail Bey, “şimdi eski tereyağılar yok” diye de devam ediyor.
Yemek sonrası turbo isimli tatlıyı istemeden olmaz. İsmail Bey, neredeyse kuruluştan bugüne yapıtlarını söylüyor. Nasıl bir tatlı derseniz, sütlacın üzerine kadayıf koyuyorlar. Bir de pilav üstü kadayıfları var ki o da bana çocukluğumu anımsatıyor. Pilavın, makarnanın üstüne şeker koyarak yenilen günleri. Emin olun ikisi birbirlerine çok yakışıyorlar.