Riyad’daki maç krizini anlamak için 1995’e dönelim…

Ussal ŞAHBAZ
Ussal ŞAHBAZ Global İşler

Yeni yıla futbol konuşarak girdik. Suudi Arabistan’da yaşananlar büyük bir diplomatik krize dönüşmeden atlatılmış gibi duruyor. Benim olaylara ilişkin paylaşılan sınırlı bilgiyle şekillenen algım, etkinliği organize edenlerin ve oyuncu takımların diplomatik açıdan başarılı olamadıkları istikametinde. Ancak bugün bir adım geri atıp bizi Suudi Arabistan’daki krize götüren futbol ekonomisinin nasıl bu hale geldiğine bakmak istiyorum. Çünkü bizi buraya getiren otuz yıllık süreç, tam anlamıyla “kendine göre iyi niyetle konan kuralların beklenmeyen sonuçları”nın bir hikâyesi…

Her şey 1995 yılında Avrupa Adalet Divanı’nın bir kararıyla başladı. Belçika Ligi’nde oynayan Bosman isimli bir futbolcu “ben transfer olurken neden kulübüm bonservis bedeli adı altında para alıyor?” diye mahkemeye gitmişti. Bosman, “kölelik biteli çok oldu ama hala futbolcular satılıyor” diyordu. Zamanla dava büyüdü ve Avrupa Birliği’nde işgücünün serbest dolaşımı kurallarının spora uygulanması tartışmasına dönüştü.

Avrupa Adalet Divanı, dava sonunda iki hüküm verdi: Birincisi, kulüpler oyuncularının kontratı bitince bunları “satıp” bonservis alamaz ve oyuncular artık özgürce istediği kulübe gidebilir. İkincisi, Avrupa Birliği’nde işgücü serbest dolaşıma tabi olduğu için üye ülkeler, ulusal liglerinde yer alan takımlara yerli oyuncu sınırlaması getiremez. Bu kurallar dalgalar halinde Avrupa Birliği dışındaki ülkelerde de uygulanmaya başladı. Neden? Çünkü, Brüksel etkisi! Bu olguyu başka sektörler için daha önce de yazmıştım. Futbol açısından kısaca özetlemek gerekirse, sizin takımlarınız da Avrupalı takımlarla rekabet edecekse benzer kuralları uygulamanız gerekiyor.

Bosman kuralları, futbol ekonomisini bugüne getiren dinamikleri de etkiledi. Küçük kulüplerin en önemli iş modeli olan, bulundukları şehirlerdeki yetenekli çocukları altyapıdan yetiştirip sonra büyük kulüplere iyi bonservisle satma sistemi sona erdi. Böylece, küçük kulüplerin finansal gücü azaldı. Büyük kulüplerse elde ettikleri finansal avantajı dünyanın en iyi oyuncusu neredeyse orada bulup parasını verip transfer etmekte kullanmaya başladılar. Oyuncu kaynağı kıt olduğu için oyuncuların ücretleri de geometrik olarak yükseldi. Örneğin, 1995’deki kararın ardından geçen 10 yıllık sürede İngiliz Premier Ligi’ndeki ücret artışı %40 olmuş. Sonrasında ise ücretler tamamen çığırından çıktı.

Yeni düzenin bir sonucu olarak, büyük kulüpler ilk yıllarda artan oyuncu ücretlerini karşılayabilmek için TV yayın haklarına sarıldı. Ancak futbolda işin tabiatından kaynaklanan bir ölçeklenme problemi var: Bir takımda maç esnasında sahada en fazla 11 kişi oynayabiliyor. Dolayısıyla bir takımdaki oyuncu sayısı, çoğu zaman, yedeklerle dahi 30’u bulmuyor. Dolayısıyla harcadığınız para ne kadar çoksa bu bir avuç oyuncuya giden para o kadar artıyor. Kıt olan kaynak ise yıldız oyuncular. Bu yeni düzende rekabet etmeye çalışan kulüplerin ekonomisi giderek bozulurken, TV gelirleri yetmez oldu. Bu süreçte önce Rus oligarklar Batılı kulüpleri alarak yardıma yetişti. Daha sonra da Körfez ülkeleri bu hikâyeye dâhil oldu. Bugünlerde Paris Saint-Germain, Manchester City, Barcelona, Bayern Munich gibi Avrupalı takımlar ya bir Körfez ülkesine ait ya da bir Körfez ülkesinin havayolundan aldığı sponsorluk geliri ile ayakta duruyor.

Son yıllarda Körfez ülkeleri futbol turnuvalarını memleketlerine çekmenin yumuşak güç (soft power) avantajını da keşfettiler. Bu açıdan en iyi ve en yeni örnek 2022’de Katar’da yapılan Dünya Kupası. Zaten artık bu tip büyük spor organizasyonlarının maliyetlerinin demokratik ülkelerce karşılanması oldukça çok zor. Örneğin, 2026 yılında Avustralya’da düzenlenmesi beklenen İngiliz Uluslar Topluluğu (Commonwealth) oyunları bütçe yetmediği için sallantıya girdi. Bu haliyle turnuvanın yapılıp yapılamayacağı henüz belli değil. Zaten son yıllarda FIFA Dünya Kupası’na da ancak birkaç ülke birleşip kurbanlık koyuna girer gibi girebiliyor.

Futbolcuları parasını verip ülkenize getirmek kolay. Ancak mesele sadece para ile de bitmiyor. Ülkenize gelen yabancı taraftarların talepleri her zaman sizin kültürünüze uymayabilir. Katar’da LGBT+ konuları gündeme gelmişti. Geçen hafta Suudi Arabistan’da yaşananları da aynı paralelde değerlendirmek lâzım. Aslında benzer bir örnek de konut piyasasının küreselleşmesi. Orada da başta iyi niyetlerle atılan serbestleştirme adımları, zamanla artan kiralar ve kültürel uyuşmazlıklar olarak karşımıza çıktı. Acaba konutlar da futbol takımları da yabancılara açılmasaydı diye sormamak elde değil. Belki de her konuda küreselleşmeyi istikrarlı şekilde yönetmek mümkün değil.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar