Risk körlüğü ile yol almak zor

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ

Sürekli yolun sonuna geldiğimizi ve rota değişikliğinin şart olduğunu vurgulayıp duruyoruz ama çok uygun konjonktürlerde bile savsakladığımız bu işin, eski ünlü tabiriyle seçim sath-ı mail’ine girdiğimizin her türlü belirtisiyle ortada olduğu önümüzdeki bir yılda yapılacağını beklemek safdillik olur. Öyle anlaşılıyor ki bundan sonraki temel politika günü ve görüntüyü kurtarmak. Hatta peyderpey alınan tedbirlerin niteliğine bakılırsa yeni modelimizin çıpası olmayan bir “kaotik yönetim” şeklinde adlandırılması da mümkün. Zaten toplum olarak da biriken risklerin göz ardı edilmesini, sorunların çözülmesi yerine yaratılan yeni sorunlarla kördüğüm haline getirilmesini öylesine kanıksamışız ki kimse normal koşullara dönülmesini beklemiyor, sadece kendi maruz kalacağı zararı azaltmaya odaklanıyor. Sonbaharda açıklanan ve başlangıçta da tutarlı ve ikna edici bulmadığımız Yeni Ekonomi Modeli’nin döviz kuru ve enflasyonda tamamen ters yönde gelişmelere yol açması, politika faizini yükseltmeme inadı nedeniyle “dövize endeksli mevduat” gibi bir ürünün sisteme sokulması yoluyla dengelenmeye çalışıldı. Ancak döviz talebi, başta güven endeksinin 18 yıllık rekor düzeydeki düşüklüğü olmak üzere farklı faktörler nedeniyle düşmediği için döviz kuru yükselmeye devam edince brüt rezervlerden satış ve diğer tamamlayıcı tedbirlere başvurularak kurda nısbi bir istikrar sağlandı. Ama herkes bunun uzun süreli olamayacağının ve Hazine’nin üzerindeki büyük yükün ancak geçici olarak taşınabileceğinin farkında.

Enflasyon ve örtülü kambiyo kontrolü

Kaldı ki kuru tutmak için getirilen ve etki analizi yapılmadığı için sonucu kestirilemeyen perakende tedbirler, “ihracatçı dövizlerinin önce %25’inin, sonra %40’ının Merkez Bankası’na satılmasının zorunlu kılınması” gibi oyun kurallarını serbest piyasa ekonomisiyle uyuşmayacak şekilde değiştiren ve güven algısını daha da zayıflatan mahiyette olabiliyor. Yine geçenlerde açıklanan bir kararname ile 32 sayılı kararda yapılan “döviz olarak düzenlenen menkul mal alım satım sözleşmelerinde ödemelerin döviz cinsinden veya dövize endeksli kararlaştırılamayacağı” şeklindeki değişiklik de ticaretin doğasına ve oyunun kurallarına uygun görünmüyor. Nihayet hazırlıkları tamamlanan e-ticaret yasa taslağında da, pandemi döneminde hızlı büyüyen e-ticaret şirketlerinin yıllık işlem hacimlerinden %1 ila 30 gibi olağanüstü yüksek ve artan oranlı bir tarife üzerinden pay alınarak büyük bir fon oluşturulması ve bunun KOBİ’lere destek için harcanması öngörülüyor; ayrıca bu şirketler iskonto ve indirim yapamayacak, reklamlarına da sınır getirilecek. Hem şirketlerimizi büyütme hedefiyle, hem de yatırım çağrılarıyla çelişen bir düzenleme; ayrıca bütçe’nin adem-i tahsis ilkesine de uymuyor. Bütün bu düzenlemeler, artık amacın yatırım ortamını düzeltme ve reform değil günü kurtarma olduğunu doğruladığı gibi, kamu yönetimine bir döviz sendromunun hakim olduğunu ve örtülü bir kambiyo kontrolü uygulandığını çağrıştırıyor.

Enflasyonu düşürme bağlamında da, kurda sağlanan geçici ve büyük maliyetli kısmi istikrar dışında, sistemli bir politika uygulaması söz konusu değil. Oysa, gerçekçi olmadığı geniş kabul gören TÜİK rakamlarıyla bile, Nisan ayında yıllık TÜFE %70’e, yurtiçi ÜFE de %121’e çıktı. Önümüzdeki aylarda bu rakamlar, bir yandan ÜFE’den TÜFE’ye yansımalar, öte yandan enerji ve emtia fiyatları nedeniyle daha da tırmanacak, ta ki aralık ayında baz etkisiyle gözlenecek gerilemeye kadar. Baz etkisi de, enflasyonu en azından kağıt üstünde düşük gösterdiği için, özel olarak planlanan bir enstrüman haline geldi. Ayrıca fiyatlara baskı yapılmaya çalışıldığı da malum . Ama böyle suni ve geçici önlemlerin etkisi çok sınırlı. Temel önlem, bütün değişkenlerin (faiz, kur, kredi hacmi, bütçe açığı) bir arada kontrol edileceği sıkı para ve maliye politikasıdır. Bazı yönlerden bize benzeyen Rusya ve Macaristan bundan vazgeçmedikleri için enflasyonu kontrol edebildiler. Mevcut durumda enflasyon tahmini yapmak imkânsız gibi. Merkez Bankası bile 2002 enflasyonunu geçtiğimiz Ekim’de %12 olarak öngörürken üç ay sonra bu tahmini %23’ün üzerine çıkarmak zorunda kaldı. Gerçekleşmenin bunun da çok üzerinde olacağı açık. Bütçede de durum umut verici değil. Gerçi ilk üç ayda kayden 31 milyar TL fazla görünüyor ama bu, ilk iki ayda 50 milyar TL Merkez Bankası kârının ve 22 milyar TL enflasyona endeksli tahvillerinin gelecek dönem faizleri üzerinden fiktif gelir kaydının etkisiyle. Nitekim mart ayında bütçede 63 milyar TL açık var. İlk iki ayda 40 milyar TL’ye ulaşan KKM kur farkları ve enerji ödemeleri yılsonunda yüksek bir bütçe açığını şimdiden garantiliyor.

Seçim iklimi ve göçmenler

Stratejik plan noksanı, son günlerde gündemin önüne fırlayan mülteci ve göçmen sorununa yaklaşımda da kendini hissettiriyor. 2020’de BM kayıtlarına göre nüfusun %7’sini aşarak 6 milyonun üzerine çıkan toplam sayının büyük bölümü Suriyeliler ve onun içinde de burada doğan çocuklar önemli paya sahip. Bu kritik konuda yetkililerin rahatlığına dayanak yapılan en önemli husus, göçmenlerin “ucuz emek deposu” olması. Zaten nitelikli göçmenlerin Türkiye’de kalmadıkları düşünüldüğünde bu yaklaşım, düşük teknolojili üretimden vazgeçmeyeceğimiz anlamına geliyor ki ülkenin geleceği açısından kaygı verici.

Yüksek enflasyon, kalıcı büyüme dışında dış kaynak girişini de engelleyecek bir parametre. Dış konjonktür uygunken bile reform ve istikrar programı uygulamaktaki sicilimiz başarısızken şimdi bir de dışarıda enflasyon trendi olması iyimser beklentilere izin vermiyor. Nitekim FED faiz artırımına başlayınca kur hemen yükseldi. Risk birikimini durdurmamız zorunlu. Ama seçim ikliminde belli ki ne desek boş.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar