Regülatör devletten katalizör devlete
Vannevar Bush, II. Dünya Savaşı başladığında ABD’nin önde gelen mühendislik hocalarından biriydi. Savaşın ısındığında yıllarda Amerikalılar, Nazilerin bilim ve teknoloji alanındaki üstünlükleriyle savaşı kazanmasından korkmaya başlamıştı. Washington’da herkes bir çıkış yolu ararken Vannevar Bush, Başkan Roosevelt’i “Bilimsel Araştırma ve Geliştirme Ofisi”ni kurmaya ikna etti. Ofisin ilk projesi atom bombasını geliştirmek oldu. Ofis, savaşın ardından da yeni teknolojilerin geliştirilmesine fon sağlamaya devam etti. İnternet, GPS, akıllı telefonların ekranı gibi bir sürü teknoloji buradan çıktı.
Korku, toplumların davranışlarını değiştirmekte önemli bir faktör. Bugün de ABD ve Batı dünyasının iki büyük varoluşsal korkusu var. Birincisi, iklim değişikliği ve Rusya-Ukrayna savaşıyla somutlaşan enerji krizi. İkincisi, Çin’in teknolojik üstünlüğü ele geçirmesi. Kâbus senaryosu ise Çin’in teknolojik avantajını askeri alana tahvil edip, bugün Rusya’nın Ukrayna’ya yaptığı gibi Tayvan’ı işgal ederek ortalığı karıştırması. Alarm zilleri çalıyor.
Bu korkuların somut sonucu olarak geçen aylarda ABD’de iki önemli yasa çıktı: Birincisi “CHIPS Act”. İsmine bakıldığında yasanın tek amacı, Çin’in çip üretme kapasitesine yetişmeleri için Amerikan çip üreticilerine kaynak sağlamak gibi gözükse de harcanması öngörülen 200 milyar doların 50 milyar doları yeşil teknoloji işlerine ayrılacak. İkinci kanunun ismi ise “Enflasyonu Düşürme Kanunu” – bu isme de aldanmamak lazım. Kanunun esas amacı enerji tüketimini azaltmak ve yenilenebilir enerjiye geçişi hızlandıracak davranış değişikliklerini teşvik etmek. Mesela elektrikli araçları ucuzlatmak.
Her iki kanun da Kongre’den ittifakla geçti. Bu arada, Amerikan teknoloji dünyasında Demokratlar üzerindeki en etkin isimlerden Google’ın eski CEO’su Eric Schmidt ile Trump’ın baş destekçisi, libertaryen Peter Thiel (18 Şubat tarihli yazımda detayları mevcut), beraber yaptıkları açıklamada Amerikan devletinin yeni teknolojileri fonlayacağı “Frontier Venture Fund” isminde bir girişim sermayesi fonu kurulmasını önerdi. Aynı günlerde İngiltere benzer bir kamu girişim sermayesi fonunu “National Security Strategic Investment Fund” adıyla kurduğunu açıkladı. Avrupa Birliği de hem çip üreticilerine hem de enerji bağımsızlığını sağlayacak yeşil teknolojilere görülmemiş destekler açıkladı.
Hani devletin rolü sadece piyasaları düzenlemek ve sonra serbest piyasa sistemi içinde en etkin sonuçların ortaya çıkmasını izlemekti? Görünen o ki, Batı’da 80’lerden beri ekonomi politikalarına hâkim olan bu paradigmanın sonuna gelindi. II. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi, varoluşsal tehditler karşısında, kamunun ekonomideki rolü de değişmiş gibi görünüyor. Artık kamu aktif olarak piyasalara yön veren, olmayan piyasaları yaratan bir katalizör rolünde. Bu rolün oynanması için de iklim değişikliğinin önüne geçilmesi, Çin’e karşı teknolojik üstünlüğün korunması gibi herkesin üzerinde uzlaştığı misyonlara ihtiyaç var. Galiba, Batı’da bu kadar polarize olmuş siyasi iklimlerde bile bu başlıklar üzerinde uzlaşı oluşmuş.
Batı ülkelerinde yeni teknolojilere yönelik harcamalar bu kadar artarsa Türkiye için sonuçları ne olur? En basitinden, Batılı ülkelerde bu kadar araştırma geliştirme yapacak mühendis olmadığına göre insan kaynağımızın göçü artarak devam edecek demektir. Mühendisler için işgücü piyasası artık global. Ülkemizin gittikçe çoraklaşmaması için bizde de kamunun benzer şekilde “katalizör” rolü oynaması lazım. Oysa biz hala devletin asli rolünün “regülatör” olduğunu sanıyoruz. Aşırı regülasyonla, mesela uçak biletinden kredi faizine kadar fiyatlara narh koyarak piyasalara yön verilebileceğine inanıyoruz. Bu hafta açıklanan Orta Vadeli Program’da yeşil dönüşüm için ayrı bir bölüm var. Dijital dönüşüm tüm eylemlerde ortak tema. Bu temaları somut misyonlara çevirmemiz ve bu misyonlara yönelik güçlü araçlar oluşturmamız lazım. Mesela, geçen senelerde Türkiye Kalkınma Bankası’nın yeniden yapılandırılması çok iyi bir adım oldu. Ancak sermayesi Ziraat Bankası’nın 15’te birinden az. Bunu taşları yerinden oynatacak seviyeye yükseltmemiz lazım. Dünyadaki değişimi seziyoruz, ancak, değişimin dinamiklerini tam anlamlandıramadığımız için bir adım ileri bir adım geri atarak zaman kaybediyoruz.