Reel faizler negatife geriledi
Yayınlanan son istatistiklere göre 24 Ocak haftası itibariyle TL mevduat faizleri tek haneli seviyelere gerilemiş durumda. (Burada bakılması gereken metrik 3 aylık TL faiz oranları. “3 aylık” denmesine aldanmamak lazım. Aslında bu rakam tüm bankaların uyguladığı 31+ gün vadeli faiz oranı.) Bu haftada gerçekleşen 9.95’lik ortalama mevduat faiz oranı stopaj çıkartıldığında nette yüzde 8.5’in altına geliyor. Ocak ayında enflasyon oranının yüzde 12.15 olduğunu dikkate alırsak, ister stopaj öncesi, ister stopaj sonrası hesaplansın, TL’ye yatırım yapan mevduat sahibinin negatif reel faizden dolayı artık ciddi bir kaybı söz konusu.
Bu noktada bazı yorumcular Merkez Bankası’nın sene sonu hedefi olan 8.2’yi hatırlatıp böyle bakıldığında bugünkü yüzde 8.5’lik net TL mevduat faizinin aslında eksi değil de, düşük reel faiz anlamına geldiğini iddia edebilirler. Eğer söz konusu tasarruf aracı tahvil vs. gibi uzun vadeli bir enstruman ise bu iddianın bir mantığı olabilir. (Mamafih, son dönemde 10.2 seviyelerine gerilemiş olan gösterge tahvil faizi de reel olarak pek bir şey bırakmıyor ama.) Ancak, bugünlerde tartışmasız kısa vadeli TL mevduatın net getirisi aylık bazdaki enflasyona yenilmekte.
Düşük TL faizlerle ilgili bir görüş de şu olabilir: “Nasıl olsa tüm dünyada eksi faizler hüküm sürmekte. Bu nedenle yatırımcının yabancı paraya geçmesinin hiç bir mantığı yok. Alacağı faiz gene eksi olacak.” Nitekim 24 Ocak haftasında yeni açılan hesaplara ödenen dolar mevduat faizi ortalamada yüzde 1.4 olmuş. ABD’de enflasyonun yüzde 2.3 olduğunu dikkate aldığımızda dolar faizinin de negatif olduğu ortada. Ancak Türkiye hâlâ ülke temerrüt priminin 240 baz puanlarda olduğu, rating kuruluşlarınca riskli seviyede görülen bir ekonomi. Bu nedenle her şeye rağmen döviz kaynaklarına hatırı sayılır reel faiz vermek zorunda. O zaman da yatırımcı açısından devlet ve özel sektör eurobondları vs. gibi enstrümanlar cazip olmaya başlıyor. Bu da mevduattan kaçışı (disintermediation) körükleyebilecek bir olgu.
Unutmayalım ki, 2019’da artan mevduat dolarizasyonu nedeniyle Merkez Bankası dolaylı yollardan 30 milyar doların üzerinde bir dövizi piyasaya sürmek zorunda kalmıştı. Bu da, cari dengedeki hızlı düzelmeye rağmen, Merkez Bankası rezervlerinin artmamasına neden olmuştu. (12 aylık cari açığın 58 milyar dolar olduğu Mayıs 2018’de rezervlerimiz 110 milyar dolardı. Bugün (Kasım 2019 itibariyle) 12 aylık cari denge 2.8 milyar dolar fazlada. Ancak döviz rezervlerimiz 104 milyar dolar.) Merkez Bankası bu süreçte döviz rezervlerinin ithalat hacmine oranının arttığını vurgulayabilir. Ancak, döviz rezervlerinin toplam dış borçlara olan oranına baktığımızda aynı düzelmeyi göremiyoruz.
Enflasyon ise gerek baz etkisi, gerekse de son dönemde bütçe açığı ve tüketici kredilerindeki artış yoluyla ivmelendirilen ekonomik aktivite nedeniyle yüksek kalmaya devam edecek. Bu meyanda, son gelen ve manşet enflasyonu yüzde 11.84’ten 12.15’e taşıyan enflasyon verisi çok da şaşırtıcı olmamalı. Bu veriyle birlikte çekirdek enflasyon oranlarında bir düşüş görsek daha iyimser konuşabilirdik. Ancak onlarda da, daha az da olsa, artış söz konusu.
Sonuç olarak, enflasyonun bugünkü gidişatına ve reel faizlerin geldiği noktaya baktığımızda, Merkez Bankası’nın daha fazla faiz indirecek bir alanı kalmadığını söyleyebiliriz. Merkez Bankası manşet enflasyonda tek hanelere iniş olmadan anlamlı bir faiz indirimine gitmeyecektir. Bunun da 23 Temmuz 2020’deki para politikası kurulu toplantısından önce olma ihtimali oldukça düşük.