Popülist rejimlerin sonu yakın mı?
Gelecek yıl 50.kuruluş yıldönümünü kutlayacak olan TÜSİAD’ın geçen haftaki genel kurulunda açılış konuşmasını yapan Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan ilginç noktalara değindi. 21.yüzyılın başlarının 20.yüzyılın başlarına benzediğini ileri süren Özilhan, bugün gelinen noktada belirleyici olan faktörün değişim olduğunu vurgulayarak şunları söyledi: “Teknolojide, üretimde, yaşam tarzlarımızda, küresel sistemde, toplumsal yapıda çok derin, çok yaygın, çok hızlı değişimler meydana geliyor, ayrıca bu değişim dinamiklerine bir de iklim krizi eklenmiş durumda.”
Bu büyük değişim yaşanırken birçok ülkede eski konumlarının sarsıldığını gören ve toplumsal istikrarın bozulmasından tedirgin olan kesimlerin özgürlükçü siyasete değil popülist siyasete yöneldiğini belirten Özilhan, bu ortamda yıldızı yükselen popülist liderlerin performansını ise şöyle değerlendirdi: “Dünyanın birçok ülkesinde popülist liderlerin kendileri zengin ve güçlü olsalar bile elitlere yönelttikleri ithamlar, toplumsal kamplaşmayı ve öfkeyi besleyen açıklamalar, dış tehdit söylemleri ve uygulamaya koydukları korumacı önlemler sorunlara çare olmuyor, hatta sorunları daha da ağırlaştırıyor. Popülist liderlerin uygulamalarının kurumları zayıflatıp demokrasinin alanını daralttığı yerlerde sokaklar hareketleniyor.”
Popülist liderler tarafından yönetilen ülkeler arasında müthiş bir güç savaşının başladığını da hatırlatan Özilhan her şeye rağmen geleceğe umutla baktığını ifade ederken de şunları söyledi: “Uzun vadeye baktığımızda bu dönemin de kalıcı olmayabileceği görülüyor. Çünkü tepkisel akımların işbaşına getirdiği popülist iktidarlar da hoşnutsuz kitlelerin beklentilerini karşılayacak bir siyaset ortaya koyamıyor. Bu dönemin sonunda sular durulduğunda, yine temel değerler olarak demokrasi ve özgürlüklerin öne çıktığı bir döneme gireceğiz.”
Popülist rejimlerin miadı doldu mu?
Tuncay Bey’i dinlerken, ister istemez ‘uzun vadeden’ neyi kastettiğini düşündüm ve Donald Trump’ın ABD Başkanı olarak göreve başlamasından üç ay sonra, 2017’nin Nisan ayında yayınlanan Dünya Trump’a mı Kalacak? başlıklı kitabım geldi aklıma. Eve dönünce baktım, kitabın giriş bölümünde sayıları artmakta olan ‘tek adam’ rejimlerinin yaygınlaşmasını kaygıyla izleyenlere “Size bir iyi bir de kötü haberim var” dedikten sonra şunları yazmışım: “İyi haberle başlayayım, şu anda dünyada yaşanmakta olan sancılı geçiş döneminin kendine özgü koşullarından yararlanarak yaygınlaşan ‘tek adam’ rejimlerinin sorunları çözemediği, tersine yeni sorunlar yarattığı ciddi bedeller ödenerek anlaşıldıktan sonra bu rejimlerin miadı dolacak ve geleceğin dünyasını farklı nitelikteki liderler kuracak. Kötü habere gelince, şimdi içinde bulunduğumuz bu geçiş dönemi ne yazık ki kısa sürede aşılacak gibi görünmüyor.”
Şimdi üç yıl sonra bu tahminimde pek yanılmadığımı düşünüyorum. Öncelikle Trump örneğini ele alırsak ABD Başkanı’nın ülkesinde ve dünyada birçok kimseyi çıldırtan performansının ikinci kez seçilme şansını azaltmadığını, tersine şu an için artırmış göründüğünü söyleyebiliriz. Bunun başlıca nedeni Trump’ın zamanın ruhunu rakiplerinden daha iyi okuması bence.
Dünyada son 40 yıla damgasını vuran büyük değişim ve dönüşüm sürecine Batı dünyası yön verdi ama bu sürecin ortaya çıkardığı yeni küresel tablonun öncelikle Batı toplumlarında çok ciddi uyum sorunları yarattığı da bir gerçek. ABD ve Avrupa’da, Tuncay Bey’in de değindiği gibi, ‘eski konumlarının sarsıldığını’ gören ve geri bırakıldıklarını düşünenlerin sayısı artarken birbirini izleyen iktidarların bu gidişi durduracak adımlar atmaması bu kitleyi farklı arayışlara yöneltti. Bunu doğru okuyan Trump gibi liderler kendini mağdur hissedenlerin sözcüsü olarak ortaya çıktı ve iktidara geldi. Trump’ın kendinden önceki başkanları aşağılayarak ve sistemin kurallarını çiğneyerek attığı adımlar da ona oy veren kesimin desteğini konsolide etti. İngiltere’nin Avrupa Birliği üyeliğinden ayrılmasına yol açan Brexit sürecinde de ABD’dekine de benzer bir toplumsal tepkinin belirleyici olduğu söylenebilir.
Popülist rejimlerin çıkmazı
‘Tek adam’ rejimlerinin Rusya ve Türkiye gibi ülkelerde uzun süredir iktidarda bulunması ise bu ülkelerin kendine özgü koşullarından kaynaklandı. Rusya’da eski rejimin çökmesinden sonra ülkenin yönetilemez hale gelmesi, Türkiye’de de 1990’lardan itibaren birbirini izleyen iktidarların ülkeyi krizden krize sürüklemesi, ‘tek adam’ rejimlerinin önünü açtı.
Gerek ABD, İngiltere ve hatta Hindistan gibi demokrasinin kökleşmiş olduğu ülkelerde, gerekse Rusya ve Türkiye gibi demokrasinin daha kırılgan olduğu ülkelerde ‘tek adam’ rejimlerinin geleceğini bu rejimlerin performansı belirleyecek. Olaya bu gözlükle bakıldığında, Trump’un ABD’de sağlamış göründüğü aldatıcı başarı bir yana, sözü edilen ülkelerin hiç birinde ekonominin iyi yönetildiğini ve başarılı bir yola girdiğini söylemek olanaksız. Ekonomide ve geniş kesimin refahını yükseltmede başarısız olan ‘tek adam’ rejimlerinin dışlayıcı bir milliyetçiliğe umut bağlayarak ve askeri maceralara girişerek başarılı görünmeye çalışması da çok riskli bir yöntem. Popülist ‘tek adam’ rejimlerinin kendi eserleri olan fiyaskolar nedeniyle son bulması mümkün ama asıl umut bağlamamız gereken seçenek, söz konusu ülkelerin geleceğine yön verebilecek iktidar alternatiflerinin ortaya çıkması olabilir.