Politikalarda devamlılık ve öngörülebilirlik
Gelişmiş ülkelerde ekonomi ve siyaset politikaları iktidarların değişmesiyle o kadar da fazla değişmez. Evet, üzerinde çok yazılır, çok söylenir, “bu gelirse böyle, şu gelirse şöyle olacak” denir, ama günün sonunda çok da fazla bir değişim olmaz. Son 50 senede ekonomi politikalarında radikal sayılabilecek değişiklikler sadece İngiltere’de Thatcher ve ABD’de Reagan iktidarlarında gerçekleşmiştir. Bunun dışında örneğin Clinton-Bush-Obama-Trump-Biden rejimleri arasındaki farklar minimal sayılabilir. Hatta birinin başladığı bir politikayı muhalefetteyken eleştirip iktidara gelince devam ettirmek sık rastlanan bir durumdur. (Trump’ın göçmen ve Çin’e karşı korumacılık politikalarının Biden tarafından devam ettirilmesi gibi.) Diğer bir durum da çoğu yerde iktidara dönüşümlü gelen iki partinin isimleri dışında fazla bir ayırıcı özelliklerinin kalmamış olmasıdır. (İngiltere’den örnek verirsek şimdiden Starmer gelince Sunak’ın politikalarını devam ettireceği ifade edilmekte.)
Bu devlet politikalarının devamlılığının arkasında bazı menfaat çevrelerinin büründükleri “her devrin adamı” rolleriyle değişen iktidarların icraatlarını kendi emelleri doğrultusunda şekillendirebilmesinin (ABD’de silah, enerji ve finans sektörleri ilk akla gelenler) yanısıra yürütmenin “devlet”lerinin belirlediği uzun vadeli hedeflerden sapmamasının da etkisi var. Tabii, politika devamlılığının bir başka sebebi de gelişmiş ülkelerde ekonomi yönetiminin belki de en önemli aracı olan para politikasının icrasının siyasetten tamamen bağımsız bir kuruluşun (merkez bankaları) eline verilmiş olması.
Yukarıda özetlediğim olgular neresinden bakarsanız bakalım, bizim için oldukça yabancı. Bizde herhangi bir iktidar değişikliği de olmamasına rağmen iktisadi ve siyasi konularda o kadar 180 derece dönüşler yaşanıyor ki, bir istikrardan, bir devamlılıktan söz etmek imkansıza yakın. Uluslararası siyasetteki geri dönüşler ve zigzaglamalar başlı başına ayrı bir yazı konusu. İktisadi konulara gelirsek: Örneğin en stratejik sektörlerden tarım kapsamında neler yapıldı değişmeyen iktidar döneminde? Halbuki problemler 2000 yılında belliydi, bugün de aynı: Toprak reformu yapılamamasından dolayı verimsiz tarla büyüklükleri, kapalı (damla) sulama yapılamamasından dolayı ortaya çıkan su sorunu ve çiftçinin doğru zirai alanlara yönlendirilmemesi. Unutmayalım ki bugün yaşadığımız enflasyonun ana sebeplerinden biri de tarım-hayvancılık üretimimizin yetersiz ve verimsiz kalması nedeniyle fiyatlar üzerinde oluşan baskılar. Neticede son 12 aydaki yüzde 64,7’lik enflasyonun yüzde 17,7’si doğrudan gıda kaynaklı.
Keza, gene devletin aksadığı diğer bir konu “katma değerli ve teknoloji ağırlıklı mallar” üretimi ve ihracatı. Bu konu da 20 sene önce gündemdeydi, hâlâ da öyle. Bu tür malların ihracatımız içindeki payının seneler içinde yeterli artışı gösteremediği herkesin malumu. Bu konuya da her sene OVP programı içerisinde değiniliyor, ancak somut bir ilerleme yok. Tabii, belki de bir numaralı aksama para politikasında yaşandı. Son 5 yılda 6 merkez bankası başkanının değiştirilmiş olması bu konuda kendi başına yeterli bir kanıt teşkil ediyor. Bundan da öte herhalde uygulanan irrasyonel politikalar, ülke ekonomisinin zor duruma düşmesine rağmen bu politikalarda ısrar edilmesi, sonrasında “rasyonel” politikalara geri dönüş kadar iktisadi öngörülebilirliği bozan bir şey olamaz. Yeni MB yönetimi de haliyle öncelikle kaybedilen kredibiliteyi geri kazanmaya çalışıyor.
Klasik iktisatta “devletçilik” gerekli (ve özellikle doğal tekel özelliği sergileyen) sektörlerde üretimin kamu eliyle yapılması anlamına gelir. Benim sözlüğümde ise devletçilik devletin ülkenin ekonomik ve toplumsal çıkarlarını göz ederek uzun vadeli planlar üretmesi ve bu planların gerçekleşmesi için gerekli teşvik ve düzenlemeleri uygulamaya geçirmesi faaliyeti. Böyle bir üst akıl ile oluşturulmuş bir yol haritasına sahip olmayan ülkeler (ve ekonomiler) oldukları yerde sallanır dururlar. Hele böyle ülkelerin yönetimleri sadece serbest piyasacı bir zihniyeti kabul eder ve bazı çıkar gruplarının hakimiyetine geçerse istikrarlı bir büyüme/kalkınma iyice hayal olur. Son yıllarda bazı Batı ülkelerinde bu durumu müşahede ediyoruz.