Politik kapitalizm: Analitik öz
Politik Kapitalizm son birkaç yılda kullanılan şemsiye bir kavramdır. Şubat ayında bu köşede genel bir yazı yazmıştım ve o sırada konuyu bir diziye dönüştürmeyi düşünmüştüm. Gecikmeli olarak devam ediyorum. Haftaya ampirik dayanakları ele alacağım ve haliyle daha uzun ve detaylı bir yazı olacak.
Kapitalizmin dinamik olduğu ve krizlerden kurtulduğu gözlemlenmiştir. Ancak tüm kapitalizmler birbirine benzemez; hatta yakın bile değillerdir. Bu hem zamanda hem mekânda böyledir. Finlandiya da kapitalizmdir ve belki Tanzanya da kapitalizmdir. Ama ne sermaye ne işgücü ne eğitim ne teknolojik ilerleme ne kurumlar ne gelir ve servet dağılımı ne demokrasi açılarından birbirlerine benzerler. Keza bugünün kapitalizmi yüz sene veya elli sene önceki kapitalizm değildir. Politik kapitalizm terimi son yıllarda, kanımca özellikle son on yılda, gerçekleşen nitel bir dönüşümü imlemektedir. Alternatif olarak neoliberalizm adı verilen yaklaşık yarım yüzyıllık dönemin alternatif bir değerlendirmesini önermektedir.
Analitik özü üç tezle özetliyorum. Sonuncusu tam olarak analitik öze dahil olmayabilir çünkü yarı yarıya ampirik denebilir. Yine de üç tezin politik kapitalizm adlandırmasının –tam olarak kuram sayılmayabilir- özünü oluşturduğu kanısındayım. Birinci tez: Bu dönemin kapitalizmi farklıdır ve yeni bir birikim tarzıdır. Kar oranı –genel olarak, toplam sermayenin getiri oranı- düşmektedir ve politik kapitalizm buna verilen bir cevaptır. Yani kar oranının düşüşünü yavaşlatmayı veya durdurmayı hedefleyen bir pratikler bütünüdür. İkinci tez: Politik kapitalizmde sermayenin getiri (kar) oranını saf politik güç belirler. Üçüncü tez: Politik kapitalizm süreklileşen durgunluğa işaret eder. Böylece normalde olduğundan farklı bir nitelikle iç içe geçen politik ve ekonomik elitler yukarı doğru gelir/servet dağılımını merkeze alan bir sabit toplam (sıfır da diyebiliriz) bir oyuna dönüşen son dönem kapitalizmini klasik liberalizmde imgesini bulan piyasa kapitalizminden uzaklaştırırlar. Esasen sıfır toplam oyun demek sermaye birikimi sıfır veya yavaş, haliyle teknolojik ilerleme sıfır veya yavaş, büyüme keza öyle demektir. Limitte durağan durum halinden bahsediyoruz.
Bu tezler manzumesinin kalbinde kar oranının düştüğü iddiası yer almaktadır. Böylece Marksizm’in içinde yer alan bir konuya, zaman zaman alevlenen kar oranının eğilim olarak düştüğü iddiasına geri dönmüş oluyoruz. Düşmekte midir düşmemekte midir? Burada Kapital I, Kapital III (yani Engels’in Marx’ın müsveddelerinden seçerek yayınladığı kar oranıyla ilgili bazı notlar) ve çok sayıda tanınmış ekonomistin katkıları yer alıyor. Sonuçta Shibata-Okishio bağlantısına ve Okishio teoremine dönüyoruz. Hangi tür teknik ilerleme kar oranını düşürür veya artırır? Tek tek kapitalistler hangi türüne uygun davranır? Veya –isteseler bile- öyle davranabilirler mi? Bu konuya girmeyeceğim ancak hangi sermaye –örneğin toplam sermaye stoku mu kullanılan sermaye mi yatırılan sermaye mi- hangi getiri (kar) oranı –faiz, vergi, amortisman öncesi mi net kar mı esas faaliyet karı mı- sorularına cevap vermek hem zor hem de ampirik bir mesele.
Tartışma ilerlesin diye uygun bir kar oranı bulunduğunu ve bu temsilci oranın düştüğünü varsayalım. Marksist esintili iki sektörlü bir modelde kar oranı sıfıra giderken üretim malları üreten sektörde sermaye birikiminin sıfıra gittiği gösterilebilir –elbette net borç yok yani sermaye sadece dağıtılmayan temettüden (retained earnings) birikiyor. Teknolojik ilerleme sadece bu sektörden geliyorsa o da sıfıra gider. Bu durumda büyüme ve sonuçta nüfus artışı da sıfıra gidecektir. Bu durağan durum ekonomisi aşağı yukarı neolitik çağdan başlayarak bin yıl öncesine kadar olup bitene geri dönüldüğü anlamına gelir. Mesela Roma İmparatorluğu durağan idi. Nüfus ve GSYH artmıyordu ve köleci toplum ancak statik bir üretim tarzında mümkün oluyordu. Her şeyi feodalitenin başlattığı, kapitalizmin ise nüfusu ve geliri görülmemiş bir büyüme hızıyla artırdığı söylenebilir. Daha önceki 25.000 yıl boyunca eser miktarda nüfus artışı ve büyüme olmuştu. Örneğin Roma imparatorluğunda doğumda yaşam beklentisi 21 yıl, nüfus aşağı yukarı sabit ve reel gelir 1688 İngiltere’sinin yüzde 40’ı idi. Örneğin MÖ 300-MS 600 arası 9 asırlık dönemde Roma’da yıllık nüfus artış oranı yüzde 0,05 olarak ölçülüyor. Neredeyse bin yıllık bir sürede nüfus sadece 1,55 katına çıkıyor.
Bu, kadim dünyanın manzarasıdır. Oysa dünya 1700-1900 arasında hızla değişti. Ancak asıl köklü değişim 1800 sonrası oldu. Sanayi devrimiyle başlayan dalgayı yakalayanlarla diğerleri arasındaki mesafe inanılmaz bir hızla açıldı. Büyüme hızı farklılıkları kalkınmaya ve yaşam kalitesine yansıdı. Nedenler şunlar: Fiziki sermaye; beşerî sermaye, teknoloji ve etkinlik; piyasaya erişim, ölçek ekonomileri ve uzmanlaşma. Olanları ‘kapitalizm’ tetiklemiş ise bilançosu budur. Elbette bu dönemde eski usul sömürgecilik ve daha yeni yöntemlerle emperyalizm de var. Bu rollerin ikisi de inkâr edilemez çünkü hem sömürgeci/emperyalist ülkelerde kapitalizm değişti, hem de işgal/kontrol ettikleri ülkelerde kurumlar değişti. Bazı durumlarda “tarih ve talih tersine döndü” denebilir. Politik kapitalizm bu mudur? Ampirik dayanak bölümünde bunun pek de böyle olmadığını göreceğiz.
Peki, gelelim saf siyasi gücün getiri (kar) oranını belirlediği tezine. Bu iddia bizi yeniden feodalleşme, yeni feodalizm yan literatürlerine götürüyor. Herhangi bir kar oranı politik kertede ve politik güç tarafından belirleniyorsa piyasanın bir cebir (algebra) oluşturması, yayılması ve derinleşmesi, belirleyici kerte olması tezleri geçersizleşmiş demektir. Piyasa ve siyasal zor aynı şey haline gelmiş ise kapitalist veya girişimci türü basit bir vesileye dönüşür. Genel bir getiriri (kar) oranını makro düzeyde belirlemeyi aşar ve mikro temeller meselesine veya problemine yakınsamış oluruz. Siyaset x sektöründe y firmasının “getirisini” belirleyebiliyorsa piyasa kalmamış anlamına gelir. Öyle değilse o zaman nasıl olup da soyut bir genel getiriyi belirlemektedir?
Analitik özü oluşturan tezlerin dönüp dolaşıp ölçülmesi çok zor olan “kar oranının” düşüşü iddiasına bel bağladığını, hatta düştüğünü kabul etsek bile diğer tezlerin de ikna edici olmadığını sanıyorum. Yani? “Ebeveynlerimizin kapitalizmi değil” diyebiliriz. Kanımca bu kadarı doğrudur. Ama daha ötesi tutarlı, tek bir modelde netleştirilebilmiş değil. Örneğin saf politik gücü üretim fonksiyonuna bir argüman olarak yazsak –Y = F (K, L, H, TFP; P (politik güç)) bu miktar arttıkça kar oranı düşer mi artar mı?