Plug and Play, nasıl dünyanın inovasyon motoru oldu?
ABD’ye göç eden İranlı esnaf Saeed Amidi’nin kurduğu Plug and Play için dünyanın en büyük inovasyon platformu nitelemesini yapan Plug and Play Türkiye ve EMEA Bölge Direktörü Lale Can Gözübüyük, bu bölgede yapının bu kimliğine uygun bir performans gerçekleştirmesini sağlayan isim. Bu başarılı modelin temelinde, esneklik ve eldeki bileşenlerle yeni ihtiyaçları karşılayabilecek kurgular yapabilme becerisi bulunuyor.
Plug and Play’in 4 Aralık’ta The Seed Emirgan’ da gerçekleştirdiği Plug and Play Türkiye EXPO 2024 etkinliğinin, yapının kurumsal partnerleri TOGG, MEXT, ENERJİSA ve İGA ile küresel çaptaki 20’den fazla girişimi bir araya getirmesinin verdiği önemli bir mesaj var: inovasyonu teşvik etmek için büyük kurumsal yapılar ile girişimleri hizalamak gerekiyor. Plug and Play’in bu sağlam ve başarılı stratejisi, Plug and Play Türkiye ve EMEA Bölge Direktörü Lale Can Gözübüyük’ün vurguladığı gibi Plug and Play’in dünyanın en büyük inovasyon platformuna dönüşmesini sağlıyor. Merkezi Silikon Vadisi’nde bulunan ve 2021’de Türkiye’deki faaliyetlerine başlayan Plug and Play’in –tam adıyla Plug and Play Tech Center- kurucusu ve global CEO’su Saeed Amidi’nin, yatırım yaptıkları 2 bin 500’den fazla girişimden 35’inin unicorn aşamasına geldiğine ilişkin sözleri, büyüklük iddiasının altını dolduruyor. Amidi’nin gelecek yıllarda en büyük hedefinin global yapay zekâ merkezleri kurmak olduğuna ve Türkiye’nin bu merkezlerden biri olma potansiyelinin büyüklüğüne işaret eden değerlendirmesi, Gözübüyük’ten Plug and Play Tech Center’ı bize daha iyi tanıtmasını istememe neden oldu.
Plug and Play’in etkisi açıkça görülüyor ancak bunu nasıl başardığını anlamamız için bu yapıyı biraz daha yakından tanımamız gerekiyor. Bu konuda bize neler anlatmak istersiniz?
Lale Can Gözübüyük: Plug and Play, dünyanın en büyük inovasyon platformu olarak biliniyor. Bizim dünyanın her yerinde 60’tan fazla ofisimiz var. Ana merkezimiz Silikon Vadisi.Fortune 1000 düzeyinde 500’den fazla kurumsal partner ile çalışıyoruz. 90 binden fazla girişim, veritabanımızda loglu. 2500’den fazla yatırımımız var. Bu yatırımlardan 35 tanesi unicorn oldu. Burada özel “sprey and pray” yani spreyle püskürt ve dua et dediğimiz modeli uyguluyoruz. Bu ifade Türkçe’de biraz acayip duruyor.
Sizin de Türkiye’de ve Avrupa, Ortadoğu ve Afrika (EMEA) bölgesinde liderliğini yaptığınızı bu modelin ayrıntıları neler?
Bunlar küçük küçük yatırımlar. Çok fazla sayıda yatırım stratejisiyle erken aşama yatırımcı olarak ilerliyoruz. O yüzden bu 35 tane unicornun pek çoğunun ilk çeklerinden bazılarını yazmış bir yatırımcıyız. O açıdan da bunu belirtmekte özellikle kıymetli bence çünkü erken aşama yatırımda başarıya yakalamak kolay değil.
Silikon Vadisi deneyiminiz, bu girişimlerin içindeki cevheri daha iyi görmenizi sağlıyor mu?
Silikon Vadisi tabii çok bambaşka bir dünya: Bir kere ekosistem çok büyük ve herkesin yolu oradan geçiyor. Mesela burada yaptığımız etkinlik için 500’den fazla kayıt aldık. Güzel büyük bir etkinlik yapıyoruz. Silikon Vadisindeki etkinliğe gittiğinizde, dünyanın her yerinden insanların geldiğini görüyorsunuz; dünyanın her yanından ve ABD’nin içinden gelen bakanlardan üst düzey yöneticilere kadar herkes bir arada oluyor. Bizim etkinliklerimizde zaten bilet satılmıyor. Direkt kendimiz kendi ekosistemimizden orada olmasını istediğimiz insanları davet ediyoruz. Sanıyorum, ABD’deki en son etkinlikte 5 bin kişi vardı, orada olmasını istediğimiz ve çağırdığımız inovasyon ekosisteminden.
Buradan Türkiye’ye dönersek; Türkiye organizasyonunu kuran kişi olarak ilk günden bu yana nasıl bir aşama kaydettiğinizi anlatır mısınız?
Türkiye’de de çok aktif olduk. Biz dört yıldır çalışıyoruz. Türkiye organizasyonunu kuran kişi olarak ilk günden beri buradayım. Bu dört yılda bayağı inişler çıkışlar oldu tabii; ekonomik faktörlerden bizim işlerimiz de, startuplar da, kurumların inovasyon bütçeleri de çok etkileniyor. O yüzden ekonomik dalgalanmaları çok ciddi olarak yaşıyoruz. Ancak biz bu sürede farklılığımızı korumayı bildik. Biz sadece startup yatırımcısı değiliz. Hatta ondan daha büyük bir şekilde yaptığım şey şu: Biz dünyadaki çok büyük kurumların inovasyon eforlarını global bir motor gibi destekliyoruz. Mesela Türkiye’de şimdiye kadar sekiz tane büyük şirketle çalıştık. Hepsi bilinen isimler: TOGG, İGA, MEXT, ENERJİSA, AKBANK, OTOKOÇ ve AYGAZ’IN yanı sıra TÜRK TELEKOM ile de bir yıl çalıştık. Bazılarıyla kısa süreli çalıştık ve daha küçük projeler yaptık. Bazıları ile üç-dört yıldır devam eden kontratlarımız bulunuyor. Mesela MEXT ile TOGG ile uzun süredir çalışıyoruz.
Çalışma modeliniz ne?
Onlar bize inovasyonla ilgili neye ihtiyaçları olduğunu söylüyorlar; “aracıma entertainment ile alakalı bir şeyler koymak istiyorum. Ne yapabilirim?” gibi. Biz globaldeki bu büyük ekosistemimizde tarayıp onların ilgisini çekebilecek girişimlerle onları tanıştırıyoruz ve deneme projeleri yapmaları konusunda destek oluyoruz. Kurumlara böyle bir fark yaratıyor. Sadece bu değil senede binden fazla global etkinliğimiz var. Plug and PLay’in kurumsal ekosistemin dahil olan bir kurum sadece Türkiye’de değil globaldeki bütün etkinliklere katılabiliyor ve globaldeki bütün etkinliklerde sahne alabiliyor; eğer başarılıysa, başarı hikâyeleri yaratıyorsa teknolojiyi kullanma konusunda… Biz gerek vaka analizleri, case study’ler yazarak; gerek YouTube’da teknolojik başarı hikayelerini anlatan videolar çekerek destek veriyoruz. Gerek sosyal medya postları gerek büyük etkinliklerdeki sahne zamanları ile başarılı olan partnerlerimizi çok ciddi şekilde ödüllendiriyoruz aslında. Böyle de bir sistemimiz var.
Bu sistem birkaç soruyu akla getiriyor. Öncelikle bunun kime daha çok faydalı olduğunu merak ediyorum çünkü bu büyük şirketler dediğimiz yapılar aslında işlerine yarayacak startupları bulma konusunda çok da başarılı değiller. Büyük şirketler mi startuplar mı daha kazançlı çıkıyor; nasıl bir kazan-kazan durumu var?
Burada şöyle bir kazan-kazan modeli var. Bir kere kurumların inovasyon konusundaki bu yeni dünyayı takip etmeleri için çok ciddi bir efor sarf etmeleri gerekiyor. Kendi işlerini mi yapacaklar yoksa dışarıdaki bu kaotik olarak sürekli değişen dünyayı mı takip edecekler? İkisini bir arada yapabilmek gerçekten kolay değil. O yüzden bizim gibi sadece bu işi yapan şirketlerle partnerlik yapmak pek çok kurum için çok mantıklı.
Startuplar tarafındaki tablo nasıl?
Startuplar açısından da şöyle bir faydası var. Startuplar sadece yatırım aramıyorlar aynı zamanda potansiyel müşteri de arıyorlar; kendilerini tanıtacak platformlar arıyorlar. Etkinliklerde konuşabilmek istiyorlar. Yaptıklarını anlatabilmek istiyorlar. Dediğim gibi veritabanımıza logladığımız 90 binden fazla girişim var. Bunların herhangi birisi herhangi bir global Plug and Play etkinliğinde temayla alakalı olarak çıkıp bir sahnede sunum yapabilir. Mesela burada, bugünkü Türkiye etkinliğimizde globalden gelen birçok startup var. Buradaki startuplar sadece Türk değil. Burada sunum yapan startuplardan Navlungo, iki-üç hafta önce de Silikon Vadisi’ndeki etkinliğimizde de sunum yaptı. Yani biz global bir network’le herkesi destekliyoruz. Aynı zamanda startupların yaptıkları ürünleri satılması için de partner networkümüze haber veriyoruz. Yani inandığımız şeyleri, faydalanabilecekleri ürünleri “Bak böyle böyle bir ürün var. Senin ihtiyacın bununla şu şu şekilde örtüşüyor. Bununla tanışabilirsin” diye bilgilendiriyoruz. Bizim partnerlerimiz startuplara yatırım yapmak zorunda değiller. Çoğunlukla da zaten yapmıyorlar ama bu işbirlikleri bizim için değerli. Biz bu işbirliklerini sağlayıcısıyız. Bu da çok yeni bir iş modeli ve globalde bu kadar büyük çapta yapan hiç kimse yok, benim bildiğim kadarıyla.
Siz bu resmin içinde nereye oturuyorsunuz?
Biliyorsunuz, ben 10 yıl boyunca yatırım bankacılığı yaptığım finans sektörü deneyimine sahibim.
Bu, para saymayı öğreten iyi bir deneyim olmalı.
Öyle oldu. Ekonomi ve işletme okuduktan sonra Oxford Üniversitesi’nden yatırım bankacısı bir genç olarak mezun oldum. Yatırım bankacılığı deneyiminin ardından finans dünyasından çıkmak istedim. Daha doğrusu yedi-sekiz yıllık tecrübeden sonra çıkmak istedim ama maddi durumum el vermediği için varlık yönetimi kısmına geçip bir iki sene daha Goldman Sachs ve Credit Suisse’te çalıştım. Sonra Türkiye’ye dönmek istediğime karar verdim çünkü Türkiye’de potansiyel vardı. Dünyadaki bu gelişmeleri fark ediyordum. Türkiye’de de finans sektöründe kalmak istemediğimi anladım çünkü büyüyen şey, finans değildi Türkiye’de. Ben her zaman büyüyen pastanın içinde daha hızlı büyüdüğümü hissediyorum ve eforumun karşılığını daha kolay alıyorum. Türkiye gelişmekte olan bir piyasa olduğu için, kendisi büyüdüğü için, esnek olduğu için, girişimci kültürü olduğu için ve aynı zamanda da teknoloji ile ilgili olaylarda çok hızlı büyüdüğü ve büyüyeceği için burada doğru yer doğru zaman doğru kişi olabilmek adına, uluslararası bir background’um olmasına rağmen Türkiye’de yaşamayı seçtim. Yedi yıldır da aktif olarak teknoloji sektörüyle alakalı işler yapıyorum. Ülkemizde uluslararası networkumu kullanarak Türkiye’ye fayda sağlamaya çalışıyorum.
Büyük şirketler kurum içi inovasyondan tersine mentorluğa kadar birçok yöntemi içeren bir arayış içinde. Bu büyük resimde Plug and Play’in nasıl bir yeri var?
Plug and Play’in çok güçlü bir inovasyon kası güçlendirme potansiyeli var. Gerçekten farklı farklı background’daki insanlar Plug and Play’de çalışıyor. Ben de kendi background’ımı bu nedenle anlatmak istedim. Plug and Play, şirketin bünyesinin içinde bu farklı kasları farklı şekillerde kullanabilecek kapasiteye sahip. Şimdi siz kurumsal girişimcilik ve inovasyon dediniz. Kurumsal inovasyon departmanı kendi içerisinde, kurumun çerçevesinde inovasyon yapıyor. Globalde de takip edebilir pek çok şeyi ama kurumsal DNA’dan, filtresinden geçirmek zorunda. Orada çalışan kişiler kurumsal kişiler. Siz dışarıdan bir global ve kurumsallıkla pek de alakası olmayan şirketi bünyenize aldığınız zaman, burada yeni bir göz açmış oluyorsunuz kendimize: yeni bir bakış açısı, uluslararası insanlar ve sizi destekleyebilecek uluslararası bir yapı. Kurumsal inovasyon departmanları bizi -çok yanlış olarak- rakip olarak görebiliyorlar. Bu çok çok yanlış bir bakış açısı.
Doğru tanımlamayı nasıl yapıyorsunuz?
Biz aslında arkalarında, onları globalde destekleyecek, onların başarılarını daha görünür kılabilecek ve onları daha da başarılı yapabilecek bir ekstra motoruz. Yani bizi ekstradan kendilerini güçlendirmek için kullanabilirler. Kurumsal inovasyon ekipleri ve kurumsal girişim sermayesi (CVC) yapıları bizden farklı biçimlerde de faydalanabilirler. Bizim çok ciddi bir biçimde halkla ilişkiler (PR) algısı yaratma yeteneğimiz de var. Bunu hedef olarak yapmıyoruz ama dolaylı olarak, şirketler başarılı oldukça, teknolojik işbirlikleri yaptıkça, güzel hikâyeler yazıldıkça bizim çok kuvvetli bir sosyal medya ağımız ve gücümüz olduğu için bunları global networkümüzde yayınlamaya başlıyoruz. Takdir edersiniz ki, 500’den fazla şirket, 90 binden fazla girişim ve 60’tan fazla global lokasyondan oluşan bir network'ün içinde biz bir Türk şirketinin başarısını anlattığımızda bilinirlik açısından çok ciddi faydalar sağlayabiliyoruz. Yani PR açısından da bizim dolaylı olarak çok ciddi faydalarımız olabiliyor.
Bu etkinin niteliği ve boyutundan bahseder misiniz?
Bir uluslararası bir etkinlikte konuşmak için sahnede zaman satın alması vesairenin ne kadar pahalı olduğunu biliyorsunuz. Siz teknolojiyi kullanabilir ve başarılı sonuçlar çıkarabilirseniz, bizim Silikon Vadisi’nde dünyanın her yerinden getirdiğimiz insanlarla dolu 5 bin kişilik etkinliğimizde, bizim kendi partnerlik paketlerimiz dışında ekstra bir para ödemeden ana sahnede konuşmacı olabilirsiniz.
O zaman sizi, bu saydığımız şeylerde veri çağının inovatif yani gücünü veritabanından alan ve buna bağlı olarak çok güçlü bir etki yaratabilen yeni nesil bir platform olarak tanımlayabilirim.
Bu tanımlamayı yapabilirsiniz. Yeni nesil bir platformuz ama biz de kendi içimizde çok evrildik. Benim patronum Saeed Amidi, İran’ın en zengin ailelerinden birinin ferdiyken 1979’da ülkeyi terk ederek tesadüfen Silikon Vadisi’ne yerleşen biri. Çok sayıda emlak satın alıyorlar ve oralardaki ilk kiracıları arasında Google, PayPal ve Dropbox diye şirketler yer alıyor. Bizim patron tabii esnaf ve kafası çok iyi çalışıyor böyle ticaret işlerine: “Bu adamların ne iş yaptığı konusunda pek bir fikrim yok ama her gün yeni bir insan işe başlıyor. Bunlar hızlı büyüyor. Ben bunlardan kira almayayım, hisse alayım” diyor. Plug and Play böyle başlıyor. Şu anda burada ve moderasyonları yapıyor. Her yere de yetişiyor. Hiçbir şeyi kaçırmıyor. İnanılmaz bir enerji. Benim onunla her hafta özel konuşmam var. Yani şirketin 60 lokasyonunun her birini mikro seviyede takip ediyor. İlk günlerden bu günlere kadar olanları ele aldığımızda, bütün bu evrimin sadece 12 ila 15 yılda gerçekleşmesi inanılmaz bir tablo oluşturuyor. Bu sürede bireysel ile melek yatırımcı arası bir modelden hızlandırma platformu modeline; oradan girişim sermayesi (venture capital) modeline ve model başarılı olup kurumlar bu modele dahil olmak istedikçe organik olarak böyle globalde kendi ağı olan çok büyük bir inovasyon platform modeline dönüşüyor. Her sene de evriliyor. Her sene yeni hizmetler ekliyoruz.
Buna bir örnek verir misiniz?
Mesela geçen sene “CVC as a Service” diye bir hizmetimiz başladı yani. Bu, kurumsal girişim sermayesi kurmak isteyen şirketlere destek olabildiğimiz bir servis. Buraya da Daimler’in açık inovasyon platformunu kurup başında 15 yıl çalışmış olan bir arkadaşı aldık; çok ciddi tecrübe sahibi ve orada danışmanlık veriyor. Almanya’da Stuttgart’ta yaşıyor. Bunun dışında şirketlerde çok ciddi yatırımlar konusunda farklı farklı işbirliklerimiz oluşmaya başladı. Her sene yeni bir şeyler ekleniyor ve duruma göre de biz bunu çok güzel değiştirebiliyoruz. Plug and Play aslında çok güzel evrilen ve değişen bir şirket. Birisi bana gelip “Benim şöyle bir şeye ihtiyacım var. Acaba bunu Plug and Play’in içinde yapabilir miyiz?” dediğinde, -bu halihazırdaki portföyümde çözüm olarak bulunmasa bile- ben doğru kaynakları çekip birleştirip, farklı farklı yani paydaşları bir araya getirip onları anlamlı bir sonuç üretebiliyorum. Plug and Play ismi de oradan geliyor zaten. Nasıl ki, oradaki insanlarla bir arada olmak için bir golf kulübüne ya da tenis kulübüne üye oluyorsanız; burası da öyle. Tabii bu bir inovasyon kulübü ve inovasyonla alakalı.
Üye profiliniz nasıl?
İnovasyonla ilgili bir şeyler yapmak isteyen herkes burada yer alıyor. Sadece kurum ve startup değil devletler var. Burada üniversiteler var. Farklı farklı pek çok paydaş var. Yatırımcılar tabii ki bunun çok önemli bir parçası: 200’den fazla global VC ve melek yatırımcı ile çalışıyoruz. Burasının tamamen bir kulüp ve inovasyon kulübü olması nedeniyle yaptığımız iş çok farklılaşıyor.
Yeni nesil dinamik iş modeline sahip olmak size nasıl bir kimlik kazandırıyor?
Bizde “biz bu şirketiz”, “DNA’mız budur”, “Sadece bunları bunları yaparız” diye tanımladığımız bir şey yok çünkü biz her gün değişiyoruz. O yüzden büyük bir kuruma göre çok farklı bir bakış açımız var. İşe aldığınız insanların profilleri de sürekli değişiyor çünkü ihtiyaçlarınız değişiyor.
Son olarak şunu sormak istiyorum: Hedeflerinizi ne kadar süreyle koyabiliyorsunuz ve ne kadar süreli vizyon oluşturabiliyorsunuz?
Bireysel olarak ben gerçekten şu lafa çok inanıyorum: Sen yola çık yol sana görünür. Biz hiçbir şey bilmiyoruz. Benim şu anda mesela kendime dönüp baktığımda yedi-sekiz-10 sene önceki hedeflerim şu anda yok yani dünya değişiyor. Her şey değişiyor. O yüzden benim en büyük vizyonum, bu uyum sağlama (adaptability) kafamı kaybetmemek yani gözlerimin açık olması ve sürekli kendimi etraftaki faktörlerle düzenli olarak besleyebilmek. Çünkü bilgiyi sürekli akıttığınız sürece ve farkındalığınız yüksek olduğu sürece zaten fırsatlara karşı böyle uyanık oluyorsunuz; kaçırma ihtimaliniz daha düşük oluyor. Benim en büyük hedefim bu karakterimi bireysel olarak korumaya devam etmek Çünkü ben hayatta böyle mutlu olabilen bir insanım. O yüzden 10 sene sonra nerede olacağımı Allah bilir diyebilirim.
Aynı soruyu Plug and PLay için sorsam…
Plug and Play bazında baktığınızda da, benim karakterime çok benzer bir bakış açısıyla ilerlediğini görüyorsunuz. Demin DNA’mız yok derken kültürümüz yok demedim ama kültürümüzü çok esnek olmamız diyebilirim. Plug and Play, bu inovasyon ekosistemi nereye giderse oraya çok rahatlıkla evrilebilecek kaslarını tutmaya çalışıyor düzenli olarak o yüzden sürekli kendini yeniliyor. Biz bu kafa yapısıyla ilerleyebildiğimiz sürece alakalı (relevant) bir şirket olacağız diye düşünüyorum.