Planlar, uygulamalar ve kalkınma
Bu hafta ekonomi gündemimizde 12. Kalkınma Planı vardı. TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülmeye başlanan Kalkınma Planına ilişkin Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz tarafından milletvekillerine bilgilendirme sunumu yapıldı. Sunumda 12. Kalkınma Planının, İstanbul'un fethinin 600. Yıldönümü olan 2053 perspektifiyle hazırlandığı iletildi. Önümüzdeki yüzyılın Türkiye yüzyılı olacağı belirtildi. Kalkınma planının vizyonu da Türkiye’nin dünyadaki başlıca bilim, teknoloji, üretim, ticaret, kültür ve sanat merkezlerinden biri olması ve aynı zamanda millî ve manevi değerlerini koruması olarak çizildi. Kalkınma Planı’nda dikkatimi çeken iki temel konu bulunuyor.
İlk olarak, hedefler mevcut durumumuza göre oldukça iddialı belirlenmiş
Yakın dönem ekonomi gündemimizi belirleyen konular yüksek enflasyon, yüksek faiz, yüksek cari açık, yüksek dolarizasyon, gelir adaletinde bozulma, vb konular. Bu hedeflere ulaşmak için ilk olarak mevcut sorunları çözmemiz gerekiyor. Çözüm maalesef sadece ekonomi politikalarına bağlı değil. Esas konu hızlı bir şekilde yapısal süreçleri iyileştirmektir. Hukuk sistemi, kurumların bağımsızlığı ve liyakat bazlı yönetim, eğitim sistemi, iş ve işgücü piyasaları bu alanda reform edilmesi gereken bazı ana başlıklar. Zira bunlar olmadan kalkınmada gerekli hamleleri yapamıyoruz. Bunun en somut örneği de 2011 yılında konulan 2023 hedefleriydi. Neydi bu hedefler? Milli gelirin 2 trilyon doları aşması, kişi başı gelirin 25 bin dolara ulaşması ve Türkiye’nin dünya ekonomileri arasında ilk 10’da yer alması; enflasyonun tek haneli olması, işsizlik oranının %5’in altına inmesi, vb…
12. Kalkınma Planı’nda yer verilen bir diğer konu da milli ve manevi değerler olarak ön plana çıkmış.
Plan ve Bütçe Komisyonu sunumunda, milli ve manevi değerler ile aile kavramı tam 24 defa kullanılmış. Ailenin her türlü zararlı eğilimden korunması ve sağlıklı nesillerin yetiştirilmesi bir öncelik olarak vurgulanmış. Yüksek çocuk ve genç nüfus oranına sahip olmamızın bir avantaj olduğu ve bunun ülke kalkınmasının itici gücü olması için en önemli dönemde olduğumuz belirtilmiş. Verilen bu mesajlarla toplumsal yapı, ekonomik büyüme ve kalkınma modelinin daha çok içe dönük ve geleneksel bir yapıda ilerleyeceğini anlıyorum.
Kalkınma planlarının 60 yıllık tarihine bakacak olursak, hükümetlerin toplumsal gelişime ilişkin bakış açılarının da evrildiğini görüyoruz. 1963-67 yıllarını kapsayan ve 15 yıllık bir perspektifle hazırlanan 1. Kalkınma Planı’nda hedeflerin “adalet ve insanlık haysiyetine yaraşır yaşam koşullarının sağlanması” olarak çizildiğini görüyoruz. 534 sayfalık bu planda, toplumsal adaleti ve yaşam standartlarını artırma adına kurumsallaşmadan sektörel kalkınmaya kadar her alanın detaylı analiz edildiğini ve kapsamlı bir yol haritasının ortaya konulduğunu görüyoruz. Eğitim sistemi, istenilen yaşam kalitesine ulaşmak, sosyal adalet ve fırsat eşitliğini sağlamak, toplumun yaratıcı gücünü artırmak, sosyal refah, toplumsal uzlaşı ve bireysel mutluluğu sağlamak için sunulan en önemli sosyal hizmet olarak değerlendirilmiş. İnsan zekâ ve idrakinin yeni gerçeklere ve yaratışlara ulaşma çabası olan araştırmaya ise Kalkınma Plânı’nda özel ve önemli bir yer verilmiş. Demokrasi, hukuk, adalet ve kalkınma kavramları planda tam 343 kez yer bulmuş. Dönemin Başbakanı İsmet İnönü, Planın önsözünü şu şekilde bağlamış: Plânlı düzende başarının, yalnız iktisadi ve sosyal kalkınmamızın başarısı değil, aynı zamanda demokrasimizin de bir zaferi olacağına inanıyorum.
Tüm bunları okuyunca insan düşünmeden edemiyor. 60 yıllık tarihimiz içinde 1. Kalkınma Planı’nı ve sunduğu 15 yıllık hedefleri uygulayabilseydik ve izleyen dönemlerde de bu perspektifle ilerleyebilseydik, bugün nerede olurduk…