Peki ya iklim değişikliğinin iletişim politikası?
Ekim ayı ile birlikte yeni bir aşamaya geldik iklim politikası tasarımı ile ilgili olarak. 1 Ekim itibariyle Avrupa Birliği (AB) Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM)’nı başlattı. Şimdilik deneme sürüşündeyiz ama başladı işte.
Hatırlayın, AB’nin hükümeti sayılan Avrupa Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen Aralık 2019’da “Yeşil mutabakat Avrupa’nın yeni büyüme stratejisidir” diye bir açıklama yapmıştı. Yeşil mutabakatı ilk o zaman duymuştuk. Sonra araya küresel salgın girdi, insanlar birbirinden kaçtı. Derken Rusya, Ukrayna’ya saldırdı, Avrupa’da savaş çıktı. Enerji fiyatları patladı. Dünya birbirine girdi.
Ama 1 Ekim itibariyle SKDM, önceden açıklandığı gibi, zamanında yürürlüğe girdi. “Avrupa’nın enerji ihtiyacı planları değiştirir” görüşü fos çıktı. “Avrupa kömüre geri döndü” haberlerinin aslının olmadığı belli oldu. 2023 itibariyle hidrokarbon lobisinin düşünce kuruluşu Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) “hidrokarbonlardan çıkışta sonun başlangıcındayız” diye bir açıklama yaptı.
2053 net sıfır yılı hedefine uygun enerji planı yapın
Türkiye 2015 yılında Paris İklim Anlaşması’nı ilk imzalayan ülkelerden biriydi. Sonra araya Trump dönemi girdi. İklim gündemi karıştı. Türkiye ancak 2021 yılında Paris İklim Anlaşması’nı Meclis’ten geçirerek onayladı. Aynı yıl Cumhurbaşkanı Erdoğan, New York’ta “2053 Türkiye’nin net sıfır yılıdır” diyerek dekarbonizasyon süreci için hedefi de belirledi. 2022 yılında toplanan İklim Şurası hepimize Türkiye’de kamu kurumlarının Cumhurbaşkanı’nın koyduğu 2053 hedefi yokmuş gibi davrandıklarını gösterdi.
Öyle ya Cumhurbaşkanı’nın açıkladığı 2053 hedefi yoksa, Enerji Bakanlığı’nın eskisi gibi davranmaya devam etmesi; 2053 hedefi varsa, yeni bir enerji politikası saptaması gerekiyordu. Doğrusu ben gerek açıklanan enerji planında, gerekse Türkiye’nin COP27’ye götürdüğü niyet beyanı (NDC) dokümanında 2053 hedefini ciddiye alan bir çerçeve görmedim. Herhalde Enerji Bakanlığı’nın, Cumhurbaşkanı’nın 2053 hedefi açıklamasını ciddiye almamasının bir nedeni vardır. Doğrusu ben Bakanlığın 2053 hedefi ile neden dalga geçtiğini anlamakta zorluk çekiyorum.
Halbuki bakın Paris İklim Anlaşması çerçevesinde net sıfır yılı ilan eden, hedef koyan ülkelere aşağıdaki haritadan. Bizim buralardan Suudi Arabistan’ın net sıfır yılı var bir tek. Doğu Akdeniz’de ise bir tek Türkiye’nin hedef yılı var. Akdeniz’in kuzeyinde iklim değişikliği için hedef yılı var, güneyinde yok. Türkiye’nin 2053 net sıfır yılı hedefi stratejik olarak son derece önemli bana sorarsanız.
En çok neye takıldım 2022’den beri geçen süreçte? Türkiye’nin Enerji Planı’nda iki yeni termik santral lisansı vermeyi planlamasına sanırım. Eğer stratejik değeri yüksek 2053 hedefi gerçekse, bu termik santrallere yatırım yapacak olanlara devletimiz tazminat ödemek zorunda kalacak bu işin sonunda. Yok, hedef zaten ciddi değilse, o vakit Sayın Cumhurbaşkanına 2053 hedefini Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda ne diye açıklattınız? Zamanımızı niye çaldınız? İnsan merak ediyor doğrusu.
Bu nedir? Bu ortada bir karışıklık var demektir doğrusu. İklim değişikliği politikaları konusunda daha kamunun kendi içinde bir doğrultu tutarlılığı yoktur. Hâlbuki artık SKDM ile birlikte Türkiye yakınlarda İklim Kanunu çıkaracak. Kanunda ne olduğunu kimse tam bilmiyor çünkü toplantılar kapalı kapılar ardında yapılıyor. Halbuki Türkiye’de artık karbon fiyatlamasına başlayacağımız, karbon vergileri koyacağımız bir sürecin başındayız.
Nedir? İklim değişikliği konusunda konuşmaktan yapmaya geçeceğiz. Çevreyi kirletenlere bedelini ödeteceğiz bu yeni dönemde. Her bir şirkete ve sektöre ne kadar yüksek çevreyi kirletme izni verirsek SKDM çerçevesinde AB’ye ödeyeceğimiz vergi tutarı o kadar yüksek olacak. Bu bir.
Serbest tahsisatlar ne kadar yüksek olursa Türk firmalarının Avrupalı start-up’larla yeni teknolojilerde ortak projelere girişebilme ihtimali o kadar düşük olacak. Türkiye’nin hem sanayi hem de hizmetlerde teknolojik sıçraması “serbest tahsisatlar”ın genişliğine dayalı olarak o kadar imkansızlaşacak. Bu da ikinci nokta.
Üçüncüsü ise Avrupa teknolojik yenilenme konusunda Amerika ile Çin arasına sıkışmış durumda. Türkiye iklim değişikliği ile gündeme gelen teknolojik yarışta Avrupa’nın eksiğini kapatabilecek stratejik partner aslında. Bunun farkına varamazsak geçmiş olsun. Doğrusu ben bu üçüncü noktanın çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Şimdi karbon fiyatı/vergisi düşük olsun kampanyası nedir? Hadi aymazlık demeyeyim ama bana stratejik miyopluk gibi geliyor doğrusu. İşte tam da bu nedenle Türkiye’nin dekarbonizasyon konusunda ciddileşmekten kaçınamayacağı bir stratejik eşikte olduğunu düşünüyorum. Ancak karbonsuzlaşmanın bedelini ödeme vakti gelirken bu tartışmalar çok doğal doğrusu. Bu noktada bize ne lazım?
Karbonsuzlaşmanın bedelini ödeme zamanı gelirken iletişim politikası önem kazanıyor
İklim değişikliği ile ilgili ciddi uyarıların başlangıcını Green Peace’in 1972’de kuruluşuna kadar geri götürebiliriz sanırım. Nedir? Tam elli yıldır sera gazı emisyonlarının neye yol açacağını biliyoruz. Bilim insanları izah ediyor. Carl Sagan 1985 yılında tane tane bu konuyu anlatıyor Amerikan Kongresi’nde. Ama iklim değişikliği gündemi tüm bunlardan sonra ancak son birkaç yılda harekete geçti.
Neden? Dün aya seyahat nasıl ülkeler arasında bir teknoloji yarışına yol açtıysa, bugün iklim değişikliği de aynı amaca hizmet ediyor. Olası teknolojik sıçramadan en çok yararlanma isteği, iklim değişikliği konusunda düzenlemeleri arttırıp çeşitlendirirken ayrıca kaynak aktarımını da mümkün kılıyor.
Aslında iklim değişikliği ile gelen teknolojik yenilenme süreci yeni değil. Hem AB ülkelerinde hem de Amerika’da karbon salımları ile büyüme arasındaki ilişki artık kopmaya başladı. Türkiye’de son yıllar hariç büyüme ve karbon salımlarının birbirine koşut artması ne anlama geliyor? Türkiye teknoloji yarışında geride kalıyor, Avrupa ve Amerika değişiyor. Ne oldum dememeli ne olacağım demeli. Bugün yarışta geride kalan, yarın verimlilik ve ihracatta da alan kaybedecek diye bakmalı. İsterseniz grafiği koyayım yakından bir bakın
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, Cumhurbaşkanının 2053 açıklamasına sahip çıkarak iklim değişikliği iletişim politikasının sorumluluğunu doğrudan üstlenmeli
İklim değişikliği hepimizin hayatını, mesleklerimizi, yaşama biçimimizi etkileyecekse, bu beladan kurtulmak için bir bedel ödeyeceksek bunun güçlü bir iletişim politikası olması lazım. Yoksa kimse bedel ödemek istemez. Hükümetler de hele yakında seçim varsa kesin olarak bedel ödetecek işlerden kaçınır. İşte iletişim politikası bu noktada önem kazanıyor.
Eğer 2053 net sıfır hedefi hala geçerliyse, iklim değişikliği alanında AB ile uyumlu olarak atılacak adımların sorumluluğunun Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Yardımcılığı düzeyinde üstlenilmesi gerekir gibi geliyor bana. Hedefi Cumhurbaşkanı koydu, koordinasyon ve iletişimi de Cumhurbaşkanı Yardımcısı gözetmeli. Şu anda 2053 hedefi ayaklar altında. Halbuki bu hedefin teknik olarak ulaşılabilir olduğunu SHURA Enerji Dönüşümü Merkezi ortaya koydu.
Bu çerçevede, Türkiye’nin aynı enflasyon hedeflemesine giden merkez bankalarının iletişim politikası gibi bir iklim değişikliği iletişim politikası olmalı. İklim değişikliği konusunda güçlü bir anlatı çerçevesi olmalı. Neden böyle yapıyoruz, neden geri kalmamalıyız diye. Hepimizin hayatına dokunan bir dille, millete işin esası anlatılmalı doğrusu.
2001 sonrasında başkan Serdengeçti’nin en önem verdiği konunun iletişim politikası olduğunu çok iyi hatırlıyorum. İletişimin başat olduğu, o zamanki para politikasının başarısını, enflasyon hedeflemesinin performansı ile ilgili önemli bir gösterge olan itibar açığı çok güzel ortaya koyuyor aslında. Bankanın itibar açığı, yıl sonu enflasyon bekleyişleri ile enflasyon hedefi arasındaki farktan oluşuyor. Grafikte yıl sonu enflasyon bekleyişi yıl sonu enflasyon hedefinden yüksekse itibar kötü (kırmızı), düşükse itibar yüksek (yeşil) demek. Bir bakın bakalım yakından.
Geçenlerde “Yüksek enflasyon ortamında hem ekonomi politikası tasarımı güçleşiyor hem de o politika tedbirleri manzumesinin iletişimi zorlaşıyor. Kamuoyu enflasyon konusuna ilgi göstermiyorsa, bankanın öncelikle kamuoyuna nasıl ulaşacağını hesaplaması gerekiyor. Kamuoyu enflasyonu hissediyor ve şu anda Türkiye’deki gibi hadiseden haberdarsa bankanın millete ulaşması kolaylaşırken ne anlatacağı daha bir önem kazanıyor” demiştim. Doğrusu ya, bu ifadeleri şimdi iklim değişikliği politikaları içinde gündeme getirmek gerekiyor.
Şimdi İklim Kanunu yakında çıkacak, bu çerçevede hep birlikte bir bedel ödemek durumunda kalacağız iklim değişikliğini önleme bahsinde. Bu tartışmalar başlarken Türkiye’nin güçlü bir iklim değişikliği iletişim politikasına ihtiyacı var. İklim değişikliği hayatlarımızı olumsuz etkiledikçe hem politika tasarımı güçleşecek hem de o politika çerçevesinde gündeme getirilecek tedbirlerin iletişimi zorlaşacak.
Özellikle bu hayat pahalılığı krizi ortamında, bir taraftan istikrar ararken bir taraftan da iklim değişikliğine odaklanmak zorunda olacağız. Burada hem zorluk hem de kolaylıklar var. Zorlukların farkında olup kolaylıklara odaklanmak son derece önemli olacak doğrusu. Bugün Türkiye’de temel meselemiz meselelere kapsamlı bakmamak ve iklim değişikliği gündeminden, yeşil finansman imkanlarında tamamen bihaber olmak aslında.
Bu çerçevede, o kapsamlı bakış açısı için de faydalı olur iklim değişikliği iletişim politikası kanalı aslında. Ben bu tarafa bir bakalım derim.