Patlamaya hazır bir dünyadayız
Bu haftaki yazımı Londra’dan yazıyorum. Üç yıllık bir aradan sonra ilk kez İngiltere’deyim. İngiltere Başbakanı Boris Johnson’un “Brexit’i gerçekleştireceğiz, size Avrupa Birliği’nden ayrılıp yeniden eski güzel günlerine dönecek bir ülke vadediyorum” sloganıyla bir seçim zaferi kazandığı 2019 yılının Aralık ayından bu yana üç yıl geçti ve Johnson’un ne kadar büyük bir palavracı olduğu daha iyi anlaşıldı. Hiçbir vaadini yerine getiremeyen Johnson sonunda istifa etmek zorunda kaldı ama parlamentoda çoğunluğa sahip olan Muhafazakar Parti hala iktidarda ve bocalamaya devam ediyor.
İngiltere çıkmazda
Bu ortamda İngiltere’de yayınlanan gazetelere bakıyorum, ülkede geçim sıkıntısı artarken hemen herkes hayatından şikayetçi. Birçok sektörde iş bırakma eylemleri ve grevler birbirini izlerken Ulusal Sağlık Sistemi’nin 15 bin çalışanının grev tehdidi hükümeti silahlı kuvvetlerden yardım istemek zorunda bıraktı. İngiltere 2023’de resesyona girme olasılığı artan ülkelerden biri, yıllık enflasyon da %10’u geçmiş durumda.
1970’li yıllarda OPEC’in petrol fiyatlarını katlaması üzerinde Batı dünyasını sarsan krizin İngiltere’yi de derinden etkilediği ve enflasyonu tırmandırdığı günlerde öğrenci olarak İngiltere’deydim. İktidardaki İşçi Partisi çözüm üretemeyince Muhafazakar Parti’nin yeni lideri Margaret Thatcher’ın yıldızı parladı ve neoliberal politikaların önü açıldı. İngiltere’de şimdi gelinen noktada ise iktidardaki Muhafazakar Parti fena halde bocalarken İşçi Partisi’nde umut arayanların hızla çoğaldığı görülüyor. Son anketlere göre İşçi Partisi’ne verilen destek %50’nin üzerinde.
Dünyadaki isyan dalgası
Gözümüzü dünyaya çevirdiğimizde yıllardan beri benzeri görülmemiş bir isyan dalgasının yeni boyutlar kazanarak yayıldığını görüyoruz. Bu dalganın Çin ve İran gibi rejime karşı eylem yapmanın katı yasaklarla caydırıldığı ülkelerde bile etkili olmaya başlaması, farklı bir dönemin başında mıyız acaba sorusunu akla getiriyor. İletişim devriminin olanaklarından yararlanarak yetişen ve dünyadaki gelişmeleri izleyen yeni kuşakların ülkelerini demir yumrukla yönetmeye devam etmek isteyen otoriter liderlere karşı çıkmaya cesaret etmesi önemli bir gelişme. İtaatsizliğe tahammülü olmayan otoriter rejimlerin bu isyana nasıl karşılık vereceğini düşünürken endişeye kapılmamak da olanaksız.
Her türlü savaş moda oldu
Rusya’nın Ukrayna’ya savaş açması bir yandan silah sanayiini mest ederken diğer yandan sorunları savaşla çözme alışkanlığını yeniden gündeme getirdi. Çin’in Tayvan’ı ilhak etme heveslerinin yeniden kabardığını görüyoruz. ABD, bu tehdidi önlemek için çaba harcıyor ama nasıl bir sonuç alacağı belli değil. Ayrıca Asya’da ve Ortadoğu’da patlamaya hazır çıbanbaşları var. Türkiye’nin neye ne kadar hevesli olduğu ise belli değil.
Ticaret savaşları kızışıyor
Öte yandan küreselleşmenin gözden düştüğü ortamda küresel işbirliğinin yerini ticaret savaşlarına bıraktığını görüyoruz. Özellikle Biden yönetiminin ABD’yi yeniden dünyanın en güçlü sanayi ülkesi konumuna getirmek ve mikroçip üretimi gibi kritik alanlarda kendine yeterli hale gelmek için dev yatırım projeleri başlatması dikkat çekiyor. Ticaret Bakanı Gina Raimondo ABD’nin teknoloji önderliğini perçinlemek için 100 milyar dolarlık yeni bir yatırım paketi hazırladığını açıkladı. Çin’in ve Avrupa’nın ABD’nin atağına nasıl karşılık vereceği henüz belli değil ama ekonomideki rekabetin önümüzdeki dönemde ülkeler arasındak bir kapışmaya yol açması olası.
Virüsler savaşı mı başlıyor?
Öte yandan Çin’de yaşanmakta olanlar pandemi krizinin sürmekte olduğunu gösteriyor. Dünkü New York Times’daki çarpıcı başlık ise aynen şöyle: “Bu kış dünyada bir virüsler savaşı yaşanacak.”
Daha fazla moral bozmadan son cümlemi yazayım: 2023 yılına patlamaya hazır bir dünyada gireceğiz galiba.