Paris sonrası için önce Nobel Fizik Ödülü’ne bakın
İyi biten her şey iyidir. Türkiye geçen hafta Paris İklim Anlaşması’nı Meclis’ten geçirip onayladı. “Paris Anlaşması’nı hemen onaylayın” başlıklı yazım Aralık 2020 tarihliydi. Atlantik’in iki yakasında, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden beri ilk kez kapsamlı bir yeniden yapılanma süreci başlamıştı. Türkiye geleceğine odaklanmalı, olduğu yerde sallanmayı bırakmalıydı. Neyse on ay sonra da olsa, olması gereken oldu.
Türkiye Kasım’daki COP 26’ya başı dik gidecek
2016 yılında zaten imzaladığımız Paris İklim Anlaşması’nı yaklaşık altı yıl gecikmeyle onaylamış olduk. Böylece an itibariyle, anlaşmayı onaylamayan G20 ülkesi kalmadı. Türkiye, dünyanın farkında olmayan ülke imajından en azından kısmi olarak kurtuldu tabii bir de. İyi oldu.
Arjantin dönem başkanlığı döneminde, 2017 yılında, Almanya ve Fransa Türkiye’ye Dünya Bankası kanalıyla 3 milyar Euro’luk bir finansman imkânı sağlamak için bir teklifte bulunmuştu. Türkiye, o vakit, teklifi masada bırakıp kalkmış, Paris’i onaylamayı reddetmişti. Şimdi Almanya ve Fransa’ya İngiltere eklendi. Malum, COP 26 toplantısı Glasgow’da yapılacak. Tutar sanırım aynı kaldı. Türkiye bu kez teklifi kabul etti. Paris’i onayladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndaki (BMGK) konuşmasında yalnızca Paris’in onaylanacağı müjdesi yoktu. Etrafta pek tartışılmadı ama Türkiye 2053 yılını net sıfır karbon emisyonu yılı ilan etti. Doğrusu bu Paris’in onaylanmasından daha da büyük bir haber. Bir adım daha atmış olduk. Peki, yapılabilir mi? Evet.
Avrupa Birliği’nin 2050, Çin’in 2060’ta yapacağını, Türkiye 2053 için hedefe koyduğunu ilan etti. Böylece karbon emisyonlarını azaltma yolunda önemli bir kilometre taşı daha yerine konmuş oldu. Şimdi kömürden ne zaman çıkarız, elektrikli vasıta (EV) devri nasıl başlar, bir sürü ek kilometre taşını yerine yerleştirebiliriz doğrusu.
Bu ne demek? Türkiye, Kasım ayı başındaki COP 26 toplantısına artık başı dik gidebilecek demek bana sorarsanız. Paris anlaşması, iklim değişikliği konusunda tarafl arı bir araya getirmeyi amaçlayan COP 21 toplantısında imzalanmıştı. Şimdi COP 26’da Paris’ten beri olup bitenler değerlendirilecek. Toplantıların ev sahibi olan BM ilerlemeden memnun değil.
Ama aslında geçtiğimiz altı yıl değil değerlendirilmesi gereken, son yılın performansı yalnızca. Malum 2015’ten sonra Trump Amerika’sı da anlaşmayı onaylamamıştı. Şimdi Biden’la Amerika’nın anlaşmaya taraf olması 2020’de oldu. Araya bir de virüs işi girdi. Ama bu arada Atlantik’in iki yakasında virüs sonrası toparlanmanın iklim değişikliği odaklı kamu harcamaları ile olabileceği konusunda bir konsensüs oluştu. İklim değişikliği gündemi biçim değiştirdi.
Doğrusu ben, COP 26’nın bu çerçevede bir kutlama havasında olması gerektiğini düşünüyorum. Taşlar sonunda yerine oturdu, COP 26 ile birlikte iklim değişikliği gündeminin konuşmaktan yapmaya geçmesi konusunda bir engel kalmadı. Kalmadı mı? Durun daha işin çok başındayız. Şimdi geçiş sürecinin nasıl yönetilmesi gerektiğine odaklanma zamanı. Şimdilik iyi başlayan her şey iyidir demek yeterli sanırım.
2021 Nobel Fizik Ödülleri bundan sonrasının ne kadar zor olduğunu gösteriyor
Yeşil ve dijital dönüşümün büyüme ve istihdam etkileri ile ilgili olarak yapılan çalışmalar, bugünle 2050 yılını kıyaslayıp, bugünden otuz yıl sonrasına büyüme ve istihdam açısından ne tür olumlu sonuçlar ortaya çıkacağını gösteriyor. Halbuki pek çok alışkanlığımızı değiştireceğimiz böyle bir dönüşüm döneminde, kaybedenler ve kazananlar olacak. İşin sırrı geçiş döneminin nasıl yönetileceğinde.
Ben mesela aritmetik olarak bakarsanız, 2053 yılında 92 yaşında olacağım. Ölmez sağ kalırsam bile ortaya çıkacak olumlu etkilerin pek çoğunun farkında olmayacağım zannımca. Herkesin geçiş döneminin nasıl yönetileceği meselesine bu çerçeveden kendisi açısından bakmasında fayda var doğrusu. Özellikle siyaset erbabının. Peki, geçiş dönemi dinamiklerini iktisadi bir problem olarak nasıl ele almak ve incelemek gerekiyor?
İşte bu noktada 2021’in Nobel Fizik Ödülleri yol gösteriyor. Bu yıl Nobel Fizik Ödülü ikiye bölündü. Bir yarısı Amerikan Princeton Üniversitesi’nden Syukuro Manabe ile Almanya’daki Max Planck Meteoroloji Enstitüsü’nden Klaus Hasselman’ın meteoroloji ve iklim hareketleri konusundaki çalışmalarına verildi. Diğer yarısı ise İtalya’daki Sapienza Üniversitesi’nden bir teorik fizikçiye Giorgio Parisi’ye gitti.
Bilim insanlarının ortak yanı gerek matematiksel fizik, gerekse meteoroloji alanında çalışanların karmaşık (kompleks) sistemlerle ilgileniyor olmaları. Basit değil karmaşık olmaya ne yol açıyor? Bir sistem içinde birbirinden bağımsız hareket eden parçalar olması. Bunların karşılıklı etkileşimi modellemeyi zorlaştırıyor, belirsizliği artırıyor. Önümüzdeki geçiş süreci işte tam da böyle.
“Eski hâl muhal, ya yeni hâl ya izmihlâl”
Bugüne kadar ekonomik kriz yönetimi dediğimizde, dengeden ayrılan bir sistemin, eski denge noktasına, eski statükoya geri dönmesini kastederdik. COVID-19 şoku sonrasında, Atlantik’in iki yakasında iklim değişikliği odaklı yoğun kamu harcama programları ile krizden çıkış amaçlanıyor. Yeşil ve dijital dönüşüm ile birlikte yeni teknolojiler vasıtasıyla karbon bazlı bir büyüme ve istihdam yaratma sürecinden, karbon bazlı olmayan bir büyüme ve istihdam yaratma sürecine geçilecek. Bir halden diğerine. Eski dengeye geri sıçramayacağız, bir nevi.
İleriye doğru, belirsiz bir geleceğe sıçrayacağız.
Peki, herkesin sıçrama kabiliyeti aynı mı? Hayır. Peki, bugün ortada olan aktörlerin hepsi ileriye doğru sıçrayınca başarılı olacak mı? Hayır. Peki, onlara bunu nasıl söyleyeceğiz? Bilmem.
Bir kez daha altını çizeyim: Bu krizden çıkışta ekonomi eskiden olduğu normale geri zıplamayacak, ileriye doğru, bir yeni karbonsuzlaşma normaline doğru zıplıyor olacağız.
Nedir? Sistemin birbirinden bağımsız hareket eden tüm parçaları, ülkeler, bölgeler, firmalar ve iktisadi bireyler karşılıklı etkileşim içinde karbon bazlı olanı bırakıp, karbonsuz olana gidecekler.
Bu arada, kamu karbonsuzlaşmaya geçişin mümkün olduğunca düzenli olması gereken bir dizi tedbir alacak. Ne yapacak? Geçiş sürecini yönetecek. Kolay mı? Zor olduğunu biliyoruz. Karmaşık sistemlerin düzenliliğini anlamamıza yardım edenlere de o nedenle işin başında teşekkür ediyoruz. Nobel Ödülü’nü verenler nasıl bir süreçle karşı karşıya olduğumuzu biliyorlar diye düşündüm ben doğal olarak.
Uyum kabiliyeti artmazsa, karmaşık sistem uyumlu bir biçimde işlemez
Paris anlaşmasını onaylayınca işimiz bitmedi. Daha yeni başlıyor. Aynı COVID-19 sonrası toparlanma gibi eşitsiz bir toparlanma süreci bekliyor bütün dünyayı. Mesela şimdilerde neden İngiltere’de, Amerika’da petrol, doğal gaz ve hatta hammadde problemleri var?
Birincisi, Batı ekonomileri COVID- 19 sonrasında hızla toparlanıyor. Unutmayın aşılamada lider Atlantik’in iki yakası. Ama hammaddenin geldiği yerlerde, Asya’da ve diğer ülkelerde toparlanma Batı’daki kadar süratli değil. Bu durum doğal olarak, tedarik zincirlerinde aksamaya yol açıyor.
İkincisi, OPEC üyeleri Batı’daki toparlanmayı dikkate alarak, kota artırımına gitmeyi reddettiler. Neden? Ne zaman ellerinde patlayacağını tam bilmedikleri portföylerini daha yüksek fiyattan elden çıkarmak için elbette. Uyumsuz hareketler geçişi yönetmeyi zorlaştırıyor.
Üçüncüsü, İngiltere ve Amerika’da ülkeye son dönemde siyasi nedenlerle yeterince göçmen alınmadığı için pek çok sektörde ve bu arada kamyon ve tanker taşımacılığında bir işgücü açığı ortaya çıktı. Zor işte.
Ne demiştik? Karmaşık sistemlerde, sistemin her bir parçası birbirinden bağımsız biçimde hareket ederken aynı zamanda karşılıklı etkileşim içindedirler. Öyle işte. Ayrı ayrı her par çanın uyum kabiliyetini artırmazsanız, sistem işlemez.
Doğrusu ben küresel bir adil geçiş programına ve bunun gerektirdiği küresel koordinasyona acilen ihtiyaç duyduğumuzu düşünüyorum. Not edeyim: her yer için geçerli tek bir adil geçiş programı değil ihtiyacımız olan, farklılıkları dikkate alan bir adil geçiş programları serisi esasen. G20 yine önemli ama gördüğüm kadarıyla bu gündemden daha habersiz.
Batı’da tasarruf fazlası nedeniyle faiz oranları negatif, bizim buralarda ise tasarruf açığı ve politika hataları nedeniyle CDS risk primleri faiz oranlarını daha da çok artırıyor. Oralardan bize kaynak aktaracak inovatif bir mekanizmaya hiç bu kadar çok ihtiyacımız olmamıştı doğrusu. İklim değişikliği gündeminde konuşmaktan yapmaya geçerken üzerinde düşünmemiz gereken çok mesele var. Batı’da düşünmeye başladılar, biz burada lay lay lom’la çok vakit kaybettik. Şimdi çok işimiz var.
Karbonsuzlaşma gündemine uyum kabiliyeti nasıl artırılır?
Şimdi günün meselesi nedir? Bugünden ileriye, bir halden ötekine doğru sıçrarken, ilk önemli olan daha kolay uyum sağlayabilecekler ile daha zor uyum sağlayabilecekler arasındaki farktır. Sıçrama kabiliyeti olanlar ve olmayanlar işte.
Karbonsuzlaşma gündemi bu çerçevede, mesela, ülkeler için, sermaye yoğun bir iktisadi dönüşüm demek. Sermaye yoğun bir iktisadi dönüşüme kolay uyum sağlayabileceklerle zor uyum sağlayabilecekleri bu çerçevede ayrıştırıp bakmak gerekecek. Türkiye yüksek CDS risk primi, sorunlu banka bilançoları ve borçlu şirketleri ile zor uyum sağlayabileceklerden biri.
Tedbirini de bu çerçevede şimdiden düşünmek lazım. Bir taraftan enerjide, reel sektörde karbonsuzlaşma adımları atarken, diğer taraftan bir başka alanda finansal istikrara yoğunlaşmak lazım doğrusu. Sermaye yoğun bir iktisadi dönüşüm süreci demek, işgücü piyasalarında uyumlu yapısal değişim olmazsa, istihdam kapasitesi sınırlı bir dönüşüm anlamına da gelebilir. Nedir? Şimdiden bir eğitim reformu çalışmasına başlanmazsa, ülke bu işten istihdam açısından faydalanamaz demek. Alın size bir tane daha birbirinden bağımsız sistemlerin ortak ve uyumlu hareketi meselesi daha. Dolayısıyla karbonsuzlaşma gündemi ile uyumlu adımları planlarken, aynı zamanda makro ekonomik programın, işgücü piyasaları programının, eğitim reformunun da çatısını çatmak ve hepsini bir arada yönetmek lazım. Kapsamlı ve karmaşık bir dönüşüm süreci aslında yeşil ve dijital dönüşüm. Farklı alanlardan gelen ama aynı dili konuşan, aynı hedefe odaklanmış bir ekip gerektiriyor benim gördüğüm. Yapılabilir mi? Evet. Kolay mı? Hayır. Bu ne demek? Ülkelerin idari kapasitesi başarı açısından olmazsa olmaz bir ikinci koşul bana sorarsanız. O vakit, bunu da ikiye ayırabiliriz, idari kapasitesi olanlarla olmayanlar arasındaki ayrım daha bir belirginleşecek bu yeşil-dijital dönüşüm sürecinde. Yeter mi? Hayır. Geçiş sürecinin her aşamasında birileri kazanacak, başkaları kaybedecek. Kaybedenlere kayıplarının telafi edileceğine ilişkin güven ve garantileri her aşamada vermek ve herkesle aynı mesafeden müzakere etmek elzem.
Doğrusu ben yerel yönetimlerin öneminin artacağı bir dönüşüm süreci görüyorum. Nedir? Bir süredir ihmal ettiğimiz yerinden yönetim hadisesi yeşil-dijital dönüşüm ile birlikte yeniden gündeme yerleşecek