Özümüzü yok eden kemirici: Ucuzculuk
Hangi etkenlerin birikiminin sonucudur bilemiyorum, ama çocukluğumdan beri “gün dönümlerinde”, ertesi gün çok değişik manzaralı, sürprizlerle dolu bir yolculuğa çıkacakmış gibi heyecanlanırım. Bugün yıl dönümü, en kısa gününü geride bırakıp, yaklaşan yeni yılın en uzun günlerine yelken açarken zihnimde değişik bir heyecan rüzgârlanması var.
Zihnimdeki rüzgârlanmaları paylaşabilmek için önce bir sözcüğün değişik coğrafyalarda nasıl anlam içeriği değiştirdiğine bakalım: Azerbaycan’da konuşulan Türkçe’de “özüm” sözcüğü, “ağız farklılığı” nedeniyle ülkemizde “kendim” diye ifade edilir. Ünlü Gürcü şairi Şota Rustaveli’nin köyündeki büstünün kaidesinde yer alan Gürcüce beyitini dilimize aktarırken farkına vardım bu nüansın. Çeviriyi, “Düşmemişsen bir sevdanın peşine/Özün düşman olur kendi özüne” diye paylaştım; çok değişik ortamlarda test ettim, “kendim” yerine “özüm” sözcüğünü kullanmak anlamı daha iyi yansıttı. “Özüm” sözcüğü, “kendim” sözcüğünü karşıladığı gibi; çekirdeği, gelişme dinamiğini, varlık kaynağını da anlatıyor.
Değişik alanlarda, değişik uzmanların değerlendirme yaptığı beş önemli toplantıyı bir temel soru penceresinden bakarak değerlendirdim: “Toplantılarda yapılan çözümlemeler ‘zamanın ruhunu’ kapsıyor mu, kapsamıyor mu? Değerlendirmeler yeni bir nesne, metot ve insan yaşamını kolaylaştırıcı değer üretilmesine katkı yapıyor mu, yapmıyor mu?”
Düşündüklerimizi ayarlamak
Yaşamı anlatarak anlamlandırma yolunu seçenlerin bir bölümünün “özümüzü çoğaltma yerine azaltan ucuzculuk tuzaklarına” yakalandığını düşündüm. Düşüncelerime katılanlar olacağı gibi, katılmayanlar da olacaktır. Özellikle katılmayanların gerekçelerini öğrenmek, düşüncelerimi ayarlamak isterim.
Sadece bizim ülkemize has olmayabilir; ama yıllardır aynı sorunları tartıştığımız halde, bir türlü etkili çözümler üretemiyoruz. “Yaratmak istediğimiz sonucun” çok uzaklarında kalıyoruz. Bu bizim çıkmazımız; bu çıkmazı nasıl aşarız?
Atılması gereken ilk adım “işin hakkını verme bilincini yükseltmektir.” Herhangi bir işe koyulurken, işe hayat katan uygulamaların, iletişimin, zamanı kullanmanın, süreçlerin işleyişini uçtan uca kavramanın, finansmanın, enerjinin, yeraltı ve yerüstü kaynaklarının, fiziki sermaye stokunun, bilimsel-teknik birikimlerin, teknik ve sosyal becerilerin, örgütlenme düzeyimizin etkinliği ve verimliliği hakkında bilgiye dayalı fikrimizin olması gerekir.
Yaptığımız işle ilgili “ön araştırma yaparak özgün veriye erişmeden” işimizin hakkını veremez, ona gerekli değeri katamayız. İşin hakkını verme konusunda başkalarının denetimine hiç gerek yok, anlatarak yaşama değer kattığını düşünen aktörlerin kendilerine basit bir soru sormaları yeterlidir: Bu işin hakkını verecek kadar emek ve zaman harcadım mı?
Gerekli veriye erişerek, her işin özünü oluşturan ihtiyacı net olarak belirlememiş olmanın tuzağı “malumat mahkûmu” olmaktan da uzaklaşmak için işimizin hakkını vermeliyiz.
Ekosistemi kavramalıyız
İşimize hakkını vermenin gerek şartlarından bir başkası da, üzerine söz söylediğimiz konunun “geçerli ve gelişen ekosistemin” bileşen ve bağlamlarını bilmektir. Ekosistemin simbiyotik ve asalak etkileri hakkında bilgi sahibi olmadan paylaşacağımız malumatlar, görünür ve görünmez zararlar üretebilir; gelişmeyi yavaşlatan engeller oluşturur.
Özümüzü çürüten kemirici ucuzculuğu besleyen kültür tuzakları da vardır. Ön-araştırmalar yapma yerine “kervan yolda düzelir” pragmatizmine kendimizi kaptırmak gibi. İşi iyi planlamadan, ön-hazırlıkları yapmadan, işin gerek ve yeter şartlarının neler olduğunu sorgulamadan yola çıkma özensizliği ve disiplinsizliği de özümüzü çoğaltma yerine azaltır.
Özenli olunursa, kültürümüzde pragmatizmi özendiren ve popülizmi körükleyen değerlerin tam tersi birikimleri harekete geçirilebiliriz : “Gemi limanda batar!” özdeyişinin çağrısı gibi: Bu çağrı, “başlangıç noktasına hassas bağlılık ilkesine” gönderme yapıyor ve özümüzü çoğaltacak yolu gösteriyor.
Ön-araştırma özensizliği, ekosistem sorgulamasını bilmeme ya da bilerek kaçınma, gemiyi limanda açık ve dalgalı denizlere hazırlamama özensizliği de özümüzü azaltan kemirici ucuzculuğu yaygınlaştırıyor.
Şimdi hepimiz, limanda, gemiyi götüren makinaların bakımının, tekniğe göre yüklenmesinin, ana makineler kadar yardımcı donanımların gözden geçirilmesinin önemi kavrayarak, özellikle bilgi paylaşılan toplantılardaki rolümüzü ve sorumluluğumuzu gözden geçirmemiz gerekiyor.
İşimiz sokak süpüren çöpçülük de olabilir, orduları yöneten generallik da olabilir. Önemli olan işimizin başlangıç noktasına hassas bağlılık özeni göstermektir. Eğer özen göstermiyorsak, kendimizi meşrulaştırmak için akıl dışı, ilke ve kural dışı yolları seçer; kötülüklerimizin üzerine kutsal şallar örten şark kurnazlıklarının bataklıklarına saplanırız.
Yüzleşme özgüveni
Özümüzü yeniden üreterek çoğaltmanın belirleyici ilkelerinden biri de “geribildirim ve yüzleşme özgüvenidir”. Özümüzü azaltan kemirici ucuzluk tuzaklarından bizi uzaklaştıracak olan önemli güç, yaptığımız işle ilgili öngördüklerimiz ile ulaştığımız sonuçları ölçecek, deneysel mesafe ayarlarının yollarını açacak olan yüzleşme yapabilmektir.
Ulaştıkları kitleler farkında olmayabilir, ama toplantılarda değerlendirme yapanlar, moderatörlük üstlenenler, yapılan değerlendirmede sadece sonuçları anlatanlar, süreçleri sorgulamayanlar, başlangıçta öngörülen ile yaratılan sonucu karşılaştırmayanlar, özümüzü küçülten ve azaltan ucuzculuğun ortakları olur.
Yaptığı işin hakkını verdiğine inanan, işinin gereklerini bildiğini düşünen hiç kimse geri bildirimlerle yüzleşmenin önünü kesmez, kesmek istemez. Bir toplantı sonunda ölçüler koyarak yapılan iş sorgulanmıyorsa, tam tersi eksiklikler ve boşluklar örtülerek, yapılanlar abartılıyorsa, özümüz çoğaltan ciddiyetten uzaklaşırız.
Öngörme-önlem alma, gözetim ve denetim disiplininden uzaklaşanlar sahanın özgün ihtiyaçları yerine, tercüme anlatımların ucuzculuğuna da yönelir. Anlatımlarda, ülkemizin özgün koşulları yerine, küresel ölçekte piyasaya sunulan entelektüel değerlendirmeleri irdelemeden bizim iş insanımıza anlatmak da bir başka özü kemiren ucuzculuk yoludur.
Düşünce, inanç, bilim-teknoloji, ticaret, hukuk, eğitim, kültür ve yönetim sistemlerimizin ya da sistemsizliğimizin özünü kavramadan anlatarak değer üretmek mümkün müdür?
Sistemleri ve sistemlerin sistemini gerektiği kadar kavramak için saha gözlemleri hayati önemdedir. Bugün sahaya inen özenli bir gözlemci, aşırı dalgalı belirsizlik ortamının “ çalışma disiplini ve sorumluluğu” üzerindeki olumsuz etkilerini gözlemler. Tedarik zincirindeki “simbiyotik ilişki yerine sorunu herkesin kendi içinde çözme zorunda kalmasının maliyetleri artırıcı, birikimi zayıflatıcı etkisini” artırır. Yüksek enflasyon, hukuk sistemi boşlukları, işgücü geliri ve niteliğini artırma sorunlarının “iş yaşamı motivasyonunu” olumsuz etkilemesinin dengeleri bozulunca, çiğ gibi büyüyen belirsizlikler üretimi aksatır.
İşine ve müşterisine saygı yerine, popülizm ucuzculuğu peşinde olanları eleyen bir sisteme ve sistemlerin sistemine ihtiyacımız var.
Özümüzü yok eden kemirici ucuzluklarla savaş, geleceğimizi güven altına alacak aydınlık yoldur.