Özal’dan Erdoğan’a piyasa ekonomisi serüvenimiz
İnsan belli bir yaşa gelince belleğinde iz bırakan olayları anımsama isteği de artıyor galiba. Özal’dan Erdoğan’a Davos serüvenimizi geçen hafta anlatmıştım. Bu hafta da ekonomi tarihimizde bir dönüm noktası olan 24 Ocak 1980 kararlarının 43.yılında, Özal’dan Erdoğan’a uzanan süreçte Türkiye’nin piyasa ekonomisine geçiş serüvenini anlatmak istiyorum.
Turgut Özal, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın makbul saydığı insanlar listesinde yer alıyor ama dünyaya bakış ve ekonomiye yaklaşım açısından Özal’dan çok farklı bir yerde benim gözümde. 24 Ocak kararlarını takip eden dönemde Türkiye’nin piyasa ekonomisine sancılı geçiş sürecini heyecanla izlerken Özal’ı en çok eleştirenlerden biri de bendim her halde ama bugün gelinen noktada, Türkiye ekonomisinin kendini ekonomist ilan edenlerin keyfi müdahaleleriyle ilkel bir komuta ekonomisine doğru sürüklenmekte olmasını kaygıyla izliyorum. Tek hedefi günü kurtarmak ve yaklaşan seçimi kazanmak olan bu yönetim anlayışının giderek daha vahim sonuçlar doğuracağına da eminim.
24 Ocak’tan 12 Eylül’e
Başbakan Süleyman Demirel tarafından 24 Ocak 1980 günü açıklanan kararlara ilk tepki muhalefet lideri Bülent Ecevit’ten gelmişti. Ecevit bu kararların uygulanabilmesi için demokratik rejimden vazgeçmek gerektiğini vurgulayarak karşı çıkmıştı kararlara. Benim o dönemde çoğu sol eğilimli olan ekonomistlerle görüşerek hazırladığım 26 bölümlük söyleşi dizisi Cumhuriyet’te yayınlandı. Görüştüklerim arasında bu kararların başarıyla uygulanabileceğine inanan kimse yoktu.İş dünyası da bekle gör havasına girmişti sanki. Bu bekleyiş 12 Eylül 1980 günü Kenan Evren’in yaptığı açıklamayla son buldu. Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koymuştu, 24 Ocak kararları askeri yönetim altında uygulanacaktı. Askeri yönetim ekonominin başına Turgut Özal’ı getirmişti. 24 Ocak kararları askeri rejim altında uygulandı, özgürlüklerin kısıtlandığı ortamda ekonomiyi dış rakabete açan ve piyasa ekonomisinin kurumsallaşmasını sağlayan adımlar atıldı. Finans sektörünün rekabete açılması sürecinde ciddi sorunlar yaşandı. Türkiye bu koşullarda piyasa ekonomisine geçerken hayli zorlandı, bürokrasi ve iş dünyası bu değişime ayak uydurmaya çalışırken zor günler yaşadı.
Krizler ve krizler
1983’de askeri rejim sona ererken Özal’ın kurduğu Anavatan Partisi kronik enflasyon sorununu kökünden çözerek “ortadirek” diye tanımladığı kesimi ferahlatma vaadiyle iktidara geldi ama bu kısır döngüyü kırmayı başaramadı. Türkiye zor bela piyasa ekonomisine geçmişti ama piyasa sistemi içinde istirarlı gelişmeyi sağlayamıyordu. 1994’den itibaren krizler birbirini izledi, 2001 krizi bu gidişi durduracağını vadeden Adalet ve Kalkınma Partisi’ni(AKP) iktidara taşıdı. İlk iktidar döneminde bu kısır döngüyü kırma yolunda önemli adımlar atan AKP de daha sonra farklı yola saparak halen uygulanmakta olan ucube ekonomiyi yarattı.
Keyfi kontrollu kumanda ekonomisi
Şimdi gelinen noktada Sayın Cumhurbaşkanı’nın atılan her adıma müdahil olduğu, Merkez Bankası faizinin yukardan gelen talimatla belirlendiği ve mali iflasın, kendi ifadelerine göre, bize acıyan dost Arap ülkelerinin cömert bağışlarıyla önlendiği bir ülkede yaşıyoruz. Bankalar her gün yukardan gelecek yeni talimatlara göre iş görüyor. Paramız pul olurken çarşı-pazarda ve hemen her sektörde tam bir fiyat anarşisi yaşanıyor. Piyasa ekonomisi yerini tek merkezden güdümlü komuta ekonomisine bırakırken iş dünyasının önemli bir bölümü de bu gidişe karşı isyan bayrağını açmıyor. Bu yazıda 24 Ocak kararlarından bu yana yaşananları özetlemeye çalışırken bilinenleri hatırlatmak istedim. Devamını yazabilmek için önümüzdeki aylarda Türkiye’de neler yaşanacağını görmek gerekiyor.