Övgüye kabız, sövgüye amel olmadan: Fatih Altaylı
Fatih Altaylı ile sadece bir kez aynı mekânda bulundum.
Gazete Sahipleri Derneği’nde kısa bir süre genel sekreterlik yaptım. Gazete Sahipleri Sendikası’nın mirasçısı olan dernek bütünüyle Doğan Grubu’nun desteği ile yaşıyordu. Aydın Doğan’a büyük grupların bir ortak zeminde birleşmeleri önerisini götürdüm; sıcak baktı. Diğer büyük medya grubu sahibi Turgay Ciner’le görüşme ayarlamasını Haber Türk Gazetesi Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı’dan rica ettim. Altaylı’nın da bulunduğu buluşmada Turgay Ciner’e önerilerimi aktardım: Medyanın giderek artan sorunlarına, başta kağıt ithalatı olmak üzere ortak çözümleri dernek aracığıyla arama önerisini paylaştım. Altaylı ile tanışıklığım o görüşmeyle sınırlı. Ama herkes gibi televizyon ekranlarına günlük siyaset ötesinde temel sorunları taşıma çabasını özenle izliyorum.
Kasaba kültürünün egemen olduğu toplumlarda, aynı meslekteki insanların ilişkilerinde “övgüye kabız, sövgüye amel” tavrın yaygın olduğunu düşünenlerdenim. Sezar’ın hakkını Sezar’a vermeyen anlayışın “negatif seleksiyon” yaptığını; vasatı öne çıkarırken, gerçekten meslek hakkını verenlerin ve sıra dışı olmaya çabalayanların hakkının yendiğini düşünüyorum...
Proje-odaklı yayıncılık örneği
Çoklu düşüncenin toplumu geliştirmedeki olağanüstü etkisi bilindiği halde, çeşitliliğin ve bilimin değişik nedenlerle, değişik araçlarla “koşullanmış mahalle ruhuna” tutsak edildiğini gözlüyorsak; bu üretken olmayan eğilime direnenlerin arkasında durmalıyız. Fatih Altaylı gibi meslek insanlarına omuz vermenin, topal karınca misalı, kimden ve neden yana olduğumuzu belgelemenin de toplumsal sorumluluk olduğu kanısındayım. Irk ve inanca dayalı siyaset anlayışının, başta medya olmak üzere kurumları “vesayeti” altına aldığı bir dönemden geçiyoruz. Böyle dönemlerde, bilimsel aklı öne çıkaran proje-odaklı işlerin toplumun geleceğini güven altına almada büyük değer katacağından hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
Fatih Altaylı, siyaset odaklı sığ tartışma ortamında, sorgusuz savunma ile sorgusuz yermeden utanç duyulmayan koşullarda proje-odaklı televizyon yayıncılığı yapma konusundaki kararlılığı nedeniyle arkasında durulması gereken bir meslek insanıdır. Özgür düşünceli, kendini kanıtlamış, uluslararası eleklerin üstünde yer edinmiş bilim insanlarını konuşturarak, bilimin eleştirel yaklaşımının üretkenliğini ekranlara taşıyabilmesi hepimiz için nimettir. Çağırdığı yorumcular bilim namusu olan, aklını hiçbir inanca, ideolojiye, yerleşik doğruya, önyargıya ve kör inanca emanet etmeyen, ama kendi iradesiyle aklına köle olan, akılcılığın kaderi değiştirmesinin önünü açan insanlar. Özgür düşünceden beslenen, eleştirel aklı rehber edinen bilim insanların kısılan seslerini yükseltme çabası, toplumun uzun dönemli geleceğine yapılmış önemli yatırımdır; bu yatırımların sürdürülebilir kılmanın hayati önemi vardır.
Kamuyu bilgilendiren medya mensupları on okuyup bir yazması, on düşünüp bir söylemesi gereken insanlardır. Yapılan tartışmaların veriminin artması için, tartışmayı yönetenin dersini iyi çalışması gerekir. Eğer tartışmayı bir “meçhul” yönetiyorsa, alanında “meşhur” olanın anlatımındaki kaliteyi düşürür. Fatih Altaylı diri tuttuğu merakıyla tartışmaya çağırdığı insanların alanlarıyla ilgili “temel kavramları öğrenme çabasıyla” da “kolaylatırıcılar” arasında ayrı bir yer edinmektedir.
Vasatlığa ödün vermemek
Güncelin pragmatist ve popüler eğiliminin alabildiğine baskın olduğu bir dönemde, üst göstergelerin cazibesi yerine, dipteki dalgaların gerçek nedenlerini öne çıkarma çabası, çok özel ve önemli bir mesleki tercihtir. Bu ülke insanı, eğilimlerin olası fırsat ve tehlikelerini sorgulama yerine, konjonktür rüzgarlarında polemik dilinin sözcüklerinin peşinden bir uçtan ötekine savrulması hepimize büyük bedeller ödetiyor. Altaylı’nın genellikle temel sorunları gündeme getirmesi, konjonktür popülerliğini, eğilimlerin yerine koymama özeni de övgüyü hak ediyor.
Ülkemizde “vasatlık salgını” geleceğimizi karartıyor. Vasatlığı talep eden kitlelere, reyting kaygısı ve entelektüel korkaklıkları nedeniyle aklını emanet etmiş olanlara, Altaylı son derece açık ve net tavrıyla da ayrışan meslektaşlarımızdan biridir. İster siyasetçi, ister iş insanı, isterse de medya mensubu olsun, toplumun temel değerlerini kavramak, eskiyen ve toplumu geleceğe taşımayan değerleri elemek, yeni ve değişen çağa uyumu sağlayacak değerleri paylaşmak çok temel bir sorumluluktur.
Televizyonların çok yaygın izlendiği saatlerde, siyasetçilerin söyledikleri sözcükleri yorumlamaya bitmez tükenmez zaman ayırma yerine, toplumun iç dinamiklerini ve dış dinamiklerini tartışma gündemine taşımanın önemini kavramalıyız.
Fatih Altaylı’nın sağlık bilimlerinden, tarih sorgulamalarına, uzay çalışmalarından yerbilimi bulgularına uzanan çok temel konuları, alanının en iyilerine yorumlatması, hepimizin yaşanan küresel olayları kavramasına, doğru bir zihinsel kurgulama yapmasına ve değer yaratma zincirinde doğru konumlanmasına ciddi değer katmaktadır.
Kendisine dönük katkıyı ise şöyle değerlendiriyorum: Bir insanın en önemli mirası çocuklarının ve torunlarına övünebilecekleri işler yapmasıdır. Altaylı, kendi nesline, onurla anlatabilecek bir hikaye armağan etmektedir. Bir fani için böylesi bir miras, zenginliklerin en büyüğüdür.
Cesaret aklını emanet etmeyenlerin mümbit toprağıdır
Giderek artan karmaşıklığın yarattığı belirsizlikleri aşmanın yolu, bilimsel düşüncenin, eleştirel aklın öne çıkarılmasıdır. Bir toplumun seçkin azınlıkları gereklidir; ama yeterli değildir. Teknolojiyi de içeren yüksek kültür üretiminin temel ilkelerini “toplumsallaştırmamış” hiçbir çaba hedeflere götürmez. Altaylı’nın televizyon ekranlarına taşıdığı kök nedenleri sorgulama özeni, günlük siyaset tartışmaları kadar yaygınlaşmazsa, bugün olduğu gibi özellikle küçük ölçekli iş yerlerimizin verimlilikleri, benzeri Alman işletmelerinin beşte biri düzeyinde kalır; hiç bir “kara deliği” kapatma imkânı bulamayız.
Cesaret, girişimciliğin, insan yaşamını kolaylaştıran maddi ve kültürel zenginlik üretmenin, erdemli insan olabilmenin mümbit toprağıdır. Mahallenin ruhu, her zaman mahallenin geleceği için “olumluyu” üretmez. Olumsuzluk üreten değerleri aşarak, eleştirel düşünceyle olumluyu üretene erişmek için cesaret gösterenler “lider”dir.
Toplumu gerilerde tutan sorgulanmamış değerlerini kullanarak kitle desteği alanları “lider” olarak tanımlayamayız. Lider, güne ve geleceğe “uyumun” temellerini atmıyorsa, yeni kavramları, yeni düşünceleri olgunlaştırmıyorsa, “gerçek lider” değildir. Bu, siyasetten medyaya uzanan her alan için geçerli ilkedir. Fatih Altaylı da günün cazibesine kendini kaptırmadan, geleceği inşa etmeyi öne çıkaran sorgulayıcı programlarıyla meslekte “liderlik” makamını hak ediyor diye düşünüyorum. Aklını bir yerlere emanet etmemiş ve apoloji tuzaklarına yakalanmamış insanlarımızın bu düşüncelere katılacaklarını umuyorum...