Ortodoks politikalara geri dönüş
Dün yapılan 2021’e ilişkin Para ve Kur Politikası toplantısında Naci Ağbal göreve geldiğinden beri altını özellikle çizdiği para politikasında normalizasyon hedefini bir kez daha yeniledi. Bu meyanda para ve kur politikasının temel çerçevesindeki son madde olan “TCMB, 2021 yılında şeffaflık, öngörülebilirlik ve hesap verebilirlik ilkeleri doğrultusunda politika iletişimini ve veri paylaşımını güçlendirecektir” ibaresinin önceki yıllara göre çok daha önem arz ettiğini ifade etmeliyim. Sn. Ağbal öncesi dönemde bu konularda bir zaafiyet oluşmuş durumdaydı doğrusu.
Örneğin MB’nın bankalarla yaptığı swap işlemleri ancak dolaylı verilerle bulunmaya çalışılıyordu. Neyse ki bu sunumda verilen bir grafikle bu belirsizlik nisbeten ortadan kaldırılmış. Son durum itibarıyle, bankaların MB ile 40 milyar dolar kadar bir swap yapmış olduğu görülüyor. (Bu da esasen MB’nın görünen rezervlerinin bu kadarını Türk bankalarından borç aldığı anlamına gelmekte.)
Diğer şeffaflığı son derece zedeleyen bir uygulama da MB’nın piyasaya döviz satışları olmuştu. “El altı” satış uygulaması şeffaflığı zedelediği gibi para politikasının etkinliğine de zarar veren bir uygulama oldu. Bu sunumda da olduğu gibi MB’nın her fırsatta ifade ettiği kurların serbest piyasa koşullarında arz ve talep dengesine göre oluşması prensibine tamamen karşı bir olan bu uygulama 130 milyar dolarlık satış sonrasında rezerv düzeyi çok gerileyince zaten “doğal” olarak terk edilmişti. MB’nın gerçek rezervlerinin tam olarak bilinmemesi yatırımcıları telaşa sevk eden bir nokta oldu. Döviz satarak kurları kontrol etmek isterken, artan kaygılar ve bilinmezlik nedeniyle özellikle yerli yatırımcı döviz mevduatlarına yönelimini devam ettirdi. Tabii, bunda MB’nın uygulamak zorunda bırakıldığı absürt faiz politikasının da büyük payı vardı.
Raporda “MB döviz rezervlerinin güçlendirilmesi amaçlanacak ve buna yönelik araçlar şeffaf bir şekilde, belirli bir plan dâhilinde, uygun koşullarda kullanılacaktır” şeklinde bir de cümle var. Ağbal konuşmasında buna açıklık getirerek piyasa şartları uygun olduğunda döviz alım ihaleleri yoluyla rezerv birikimi yapacaklarını ifade etti. Bu yaklaşımda son dönemlerde yerli ve yabancı yatırımcılar açısından MB’nın rezerv düzeyi konusunda soru işaretleri oluşmasının önemli bir payı var. Öte yandan, döviz alımı için şartların kısa vadede oluşma ihtimali de düşük. Öncelikle cari işlemler ve yerli yatırımcılar kanalıyla oluşan döviz talebinin kesilmesi gerekiyor.
Görünen o ki, şeffaf ve gerçekçi bir para politikasına geri dönüş yapılmakta. Ancak bu politikanın rüştünü ispat etmesi gerekiyor. Bu konudaki ilk sınav önümüzdeki hafta PPK’da alınacak kararlar olacaktır. Evet, son dönemde faizlerde hatırı sayılır bir artış söz konusu. Ancak, henüz ters para ikamesi (de-dolarizasyon) yönünde bir hareket de görülmedi. Ayrıca enflasyonun da daha uzunca bir süre istenen düzeylerin oldukça üzerinde seyredeceği gözüküyor. Bu nedenle politika faizinde bir miktar daha artış gerekli.
Dünyada COVID-19 sonrasındaki normalizasyon sürecinde ABD piyasalarından sonra, sıra önce diğer gelişmiş ekonomilere, sonra da ekonomik temelleri daha iyi durumda olan gelişmekte olan ülkelere gelecektir. Bu meyanda Türkiye’nin para politikasında ortodoks bir yaklaşımı yeniden benimsemiş olması önemli bir avantajdır. Ayrıca, covitden doğan yüklü finansman ihtiyacına karşı maliye politikasında da aşırılığa kaçmamış olması ve bu senenin öngörülen bütçe açığının altında kapanacak olması da avantajdır. Şimdi, diğer önemli bir merhale şu ya da bu şekilde Batılı ortaklarımızla ilişkilerimizi düzenlemek olmalıdır. Eğer doğru politikalar izlersek ve önümüzdeki bir kaç ay sabredersek Türkiye’nin temel ekonomik verileriyle birlikte yatırım ortamının da düzeldiğini görebiliriz.