Ortadoğu ülkeleriyle ilişkileri düzeltmek kolay değil
Birleşik Arap Emirlikleri Prensi El Nahyan’ın ülkemizi ziyaret etmesi, Cumhurbaşkanımızla görüşmesi, bu vesile ile ülkeler arasında bir dizi anlaşma imzalanması, özellikle Emirliklerin ülkemize 10 milyar dolara varacak yatırım yapabileceğinin açıklanması, hükümetin çok yönlü iktisadi sıkıntılarla boğuşmasının yarattığı karamsar ortamda bir iyimserlik rüzgarının esmesine zemin teşkil etti. Uzun bir aradan sonra BAE ile ilişkilerin yeniden açılmasının öneminin inkarı makul olmasa da, acele bir iyimserliğe kapılmak da makul gözükmemektedir, çünkü gerek BAE gerek bölgenin diğer ülkeleri ile ilişkilerin hızla iyileşmesinin önünde ciddi engeller bulunmaktadır.
Ne tür güçlüklerle karşı karşıya bulunulduğunu tahlil etmek için, ilişkilerin bozulma sürecinin başlangıcına gitmek faydalı olacaktır. Körfez ülkeleri ile ilişkilerimizin bozulmasını başlatan olay sosyal çalkantılar yaşayan ülkelerde Müslüman Kardeşler hareketlerinin yükselişine sahne olan Arab Baharı’dır. Katar istisna edilecek olursa, geleneksel yönetimlere sahip olan Körfez ülkeleri kendilerinin siyasi meşruiyetine meydan okuması engellenemeyecek bir gücün yükseleceğinden korktuklarından, Müslüman Kardeşlerin iktidara gelmesini engellemek, geldikleri ülkelerde de iktidardan indirilmelerini sağlamak için kaynaklarını seferber ettiler. Buna karşılık Türkiye, olayların kendisine Sünni dünyanın liderliğini üstlenme fırsatını sunduğunu hayal ederek, kaderini Müslüman Kardeşlerle birleştirdi. Kısa bir süre sonra Türkiye’nin ve Körfez ülkelerinin karşı kamplarda yer aldığı bölgesel bir rekabet başladı. Türkiye’nin hem Mısır’daki Sisi Hükümeti hem de Körfez’deki müttefikleriyle arasının açılmasında en önemli olay Ihvan lideri Mursi’nin iktidardan bir darbe ile uzaklaştırılmasıdır. Ancak böylece başlayan rekabet süreci bir yandan Libya’yı diğer yandan Türkiye’nin komşularına karşı Katar’ı savunmasını da kapsayacak şekilde genişlemiştir.
Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerinin bozulması da aynı köke indirgenebilir. Türkiye dış ilişkilerinde dini tedricen yönlendirici bir konuma oturtması sonucunda Hamas ile (Filistin Kurtuluş Örgütü ile değil) yakın ilişkiler kurma fikrine gösterdiği bağlılık Arap Baharından önce başlamıştı, fakat Arap Baharından sonra ivme kazandı. Özellikle ABD’nin iki ülkeyi yakınlaştırma çabalarına rağmen, iki ülke arasındaki ilişkilerin düzelmesi mümkün olmadı. Geçen zaman içinde İsrail aralarında Mısır, Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesiminin bulunduğu ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin varlığına set çekmeyi öngören bir cephenin kurulma girişimine katıldı. Buna ek olarak, yetmiş yılı aşkın bir Arap diplomatik boykotunu kırmayı ve Körfez Emirlikleri dahil birçok ülke ile ilişkilerini geliştirmeyi başardı.
Liderlik özlemlerinin suya düştüğünü gören, bölgesinde kendisini yalnız hisseden ve büyük iktisadi zorluklarla karşı karşıya bulunan Türk hükümeti son zamanlarda bölgedeki tüm güçlerle ilişkilerini yeniden inşa etmek için girişimlerde bulunmaktadır. Böyle bir özlem anlaşılabilir olmakla birlikte, güçlüklerle karşı karşıyadır. İlk güçlük Türk cumhurbaşkanının kendisinden kaynaklanmaktadır. Kendisi, dış siyasette yapmayı tasarladığı değişikliklerin geçmişteki özlemlerinden vazgeçmesini gerektirdiğini anlasa da, bunlardan vazgeçmeyi bir türlü kabullenememektedir. Yakın bir örnek vermek gerekirse, tam el Nahyan’ın ülkemizi ziyareti sırasında İstanbul’da yapılan İslam İşbirliği Teşkilatı’ın İSEDAK komite toplantısına sert bir eleştirel mesaj göndererek üyelerin muhtelif Filistin davalarını şiddetle savunmalarını talep etmiştir ki, bu mesajın Körfez ülkelerinde memnuniyet uyandıracağı tartışmalıdır. Keza, Türkiye’nin Mısır ile ilişkilerini iyileştirme çabaları da, bu ülkenin Türkiye’nin dış politikasında samimi değişiklik yaptığına güven duymaması nedeniyle yavaş ilerlemektedir.
İkinci engel çok aşikardır. İster Körfez ülkeleri, ister Mısır veya İsrail olsun, Türkiye ile ilişkilerini iyileştirmeye yönelirken, bunun önemli gördükleri diğer dış ilişkilerini nasıl etkilediğini değerlendirmek mecburiyetindedirler. Ayrıca, Türkiye ile ilişkilerinin bozuk olduğu dönemlerde başka ülkelerle geliştirdikleri ilişkilerden aniden vazgeçerek Ankara ile ilişkilerini düzeltmeye yönelmeleri de mümkün değildir. İlişkilerdeki tahribatın giderilmesi ve karşılıklı güven tesis edilmesi sabır ve ısrar gerektiren uzun bir süreçtir.
Son olarak, Körfez ülkelerini parası bol ve paralarını siyasi amaçlar uğruna harcamaya hazır ülkeler olarak kavramsallaştırmak bir yanılgıdır. Bu ülkeler zaman içinde tasarruflarını nasıl değerlendirecekleri konusunda bir hayli tecrübe kazanmışlardır. Dolayısıyla iktisadi ve belki de ilaveten siyasi getirisi sağlam olmayan yatırımlar yapmak konusunda isteksiz davranacaklardır. Üstelik çoğu zaman karar verirken Amerikalı ve İngiliz danışmanlardan yararlanmaktadırlar. Toplam bir miktarın telaffuz edilmiş olması, böyle bir meblağın hızla Türkiye’ye akacağının teminatı değildir.
El Nahyan’ın ziyaretinin önemli bir gelişme olduğu kesindir, fakat bunun hemen önemli faydalar sağlamasını beklememek daha doğru olacaktır. Orta Doğu ülkeleri ile ilişkileri tekrardan canlandırmak kolay olmayacaktır.