Öngörülebilirliğin önemi
Yatırım stratejilerini belirlerken dikkate aldığınız kriterler dünyanın her noktasında aynıdır. Ülkeden ülkeye standart başlıklar üzerinden ilerlerken listeye ekleyip çıkardıklarınız arasında çok ciddi farklılıklar olmaz. Eğer içerisine dahil olmak istediğiniz global oyunun kurallarını belirleyen değilseniz mevcut kural seti içerisinde ortaya koyabileceğiniz en iyi başarıya odaklanmaya çalışırsınız.
Gün sonunda meşhur ‘küresel fonlar’ dediğimiz hikayede kazanan asla tek taraflı olmaz. Sanılanın aksine gelişmekte olan ülkelerin cari denge finansman ihtiyacı kadar gelişmiş ülkelerin de fonlamanın her türlüsüne ihtiyaçları vardır. Bu tablo içerisinde negatif ayrışmak da, resmi olabildiğince pozitife çevirmek de sizin elinizdedir. Öte yandan global sermaye akışının temel çıkış noktası hep aynıdır: Getiri. Fon olarak adlandırdığımız yapı da en basit ifade ile yatırımcıların birlikte hareket ettiği kümülatif portföy grubu olarak tanımlanabilir. Riskin düşük tutulması, getirinin tercih yapısına göre değişiklik göstermekle birlikte ön planda yer aldığı, likiditenin çift yönlü akış gösterdiği, yani, ülkeye giriş yaptığı esnada karşılaştığı rahatlık kadar çıkış sırasında da problem yaşamaması gibi önceliklendirildiği bir yapıdan söz ediyoruz. Aslında o kadar da karmaşık değil. Gayet basit. Oyunun tarafları zorlaştırabilir mi? Kesinlikle. Doğrudur, gelişmekte olan ülkelerin fon akımlarına ihtiyaçları gelişmişlere kıyasla daha fazladır. Ancak, bu, tek başlarına oldukları anlamına gelmez.
Türkiye’ye dair yapılan son dönem analizlerinde 6 Kasım sonrasına ayrı bir parantez açmak artık neredeyse her araştırma raporunun olmazsa olmazı konumuna gelmişti. Bu eğilim 19 Mart gece yarısına dek bu şekilde devam etti. Kur performansından BIST 100’e, MSCI TR endeksindeki değişimden tahvil, eurobond ve ülkedeki net yurtdışı yerleşik hareketine dek hep bu eksende ilerleme oldu. Yanlış da değil. Para politikasının genel kabul görmüş ve birçok noktada başarıya ulaşmış zemine geri dönüş göstermesi, daha basit bir yapıya bürünmesi, bugünlerde unutulsa da tek faizin yeniden öne çıkması, fonlama yapısına dair kafa karışıklığının ortadan kalkması, kamuoyuna verilen mesajlarda ‘sözle yönlendirme’ önceliklendirilmesine gidilmesi, Blog yazısının iletişim tercihleri listesinin ilk sıralarına tırmanması gibi birçok örnek ile konuyu çeşitlendirmek mümkün. Tüm bu karar tercihlerinin sağlamasını yapmak ise gayet basit: TCMB’nin Aralık ayı ve sonrasında düzenlediği toplantılarda katılımcı sayısındaki artış, soru-cevap kısmındaki yoğunluk, Başkan Ağbal’ın verdiği mesajların Türk lirası ve cinsinden değerlenen varlıklar üzerindeki etkilerine göz atmak fazlasıyla yeterli.
Geride kalan hafta herkes açısından unutulmak istenen hatıralar ile dolu. TCMB yönetimindeki değişimi sadece isimler üzerinden bir değerlendirme patikasına oturtmak herkes için büyük haksızlık. Geçmişte yapılanların bir kalemde hafızalardan çıkmaması gerekliliği kadar görevi devralan ismin de henüz hayata geçirmediği aksiyonlar ile eleştirilmesi yanlış. Terazinin dengesini değerlendirme yaparken doğru kurmak gerekiyor ki hak herkese eşit dağılsın. Başkan Naci Ağbal’a uzun yıllar sonra ülkede yüzde 5 düzeyindeki enflasyon hedeflemesini hatırlattığı yoğun çabalar için ayrı bir parantez açarak teşekkür etmek gerekiyor. Çok değil henüz 5-6 ay öncesinde Enflasyon Raporu sunumları sonrasında mevcut yıla dair açıklanan yüzde 70 olasılıklı beklentilerin ikna kabiliyeti dahi tartışma konusu olurken yeniden tüm kamuoyunu tek hane hedefe doğru yönlendirdi. Para politikasına kazandırılan öngörülebilir patika sayesinde ülke risk primi emsal grup olarak tanımlanan üyelerin ortalamasına hala daha yüksek olmakla birlikte 150-200bp civarı yakınsarken, yabancı portföy girişi sağlandı, ülkeye dair araştırma raporlarının sayısı ve ilgisi arttı, beklentiler kısa vadeden daha orta vadeye kayar bir hal aldı. Muhtemelen görev süresi daha uzun olsaydı orta vadeden uzun vadeye de kayacaktı. Buradaki olasılığın rakamsal karşılığını maalesef hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz.
Bu köşede geride kalan 5 yıl içerisinde sıklıkla değinmeye çalıştığım gerçeği bir kez daha hatırlamakta fayda var: Piyasa fiyatlamaları dediğimiz durum normal hayatımızdaki davranışlarımızdan çok farklı değil. Nasıl ki insanlar ikili ilişkilerini güven zemini üzerinde öngörülebilirlik patikasına oturtarak ilerletiyorlarsa fiyatlamalar da aynı eksende gerçekleşiyor. Tıpkı insanlar gibi fiyatlamalar da etrafta olan bitene bakıyor, varlık grupları arasında tercih yapıyor, en huzurlu olanı tercih ediyor. Bu nedenle yine isimlerden bağımsız, öngörülebilirliği ve risk dengesini korumaktan uzaklaşmamayı dikkate almaktan başka bir şansımız olduğunu düşünmüyorum. Kaldı ki hikaye yaratma evreninde tek başımıza değiliz. İçsel gelişmeler kadar dış alemdeki gidişat da önemli. Orada da önemli kırılımlar yaşanıyor, düzen değişiyor. Çok değil 1 hafta öncesine dek uzun uzun kafa yorduğumuzu unutmayalım.