Öncelikle attığınız her adımın yirmi yıl sonrasını düşünün

Güven SAK
Güven SAK DÜNYA İŞLERİ

Neden mi yirmi yıl? Hatırlıyor musunuz? Amerika’da 65 yaş üstü nüfusun toplam nüfus içindeki payının yüzde 8’den yüzde 16’ya çıkarak ikiye katlanması bir asır sürmüşken; mevcut nüfus projeksiyonları, Türkiye’de yüzde 8’lerden yüzde 16’ya yirmi yılda ulaşabileceğimizi gösteriyordu. Bu durumda, ne yapmak gerekir? “Öncelikle attığınız her adımın yirmi yıl sonrasını düşünün” derim ben.

COVID-19 küresel salgınının ve bu salgınla mücadele etmek için bugün alınan kararların, Türkiye’nin yirmi yıl sonrasını nasıl etkileyebileceğini hiç düşünüyor musunuz? Düşünmeye başlasanız, iyi edersiniz. Neden?

Günü yaşamanın neye mal olduğunu şu son yirmi yılda açık seçik gördük

Biz son yirmi yıldır genç nüfus avantajını iktisadi bir sıçrama için nasıl kullansak diye türlü türlü düşünür, eğitim reformunu nasıl yapsak, mesleki eğitimi öne mi çıkarsak, sekiz yıl kesintisiz eğitim on iki yıl mı olsa diye rehavet içinde eşinirken demografik fırsat penceresi artık kapanıyor. Daha ne olduğunu anlayamadan, Türkiye artık yaşlanıyor. Bundan böyle çalışan nüfusun toplam nüfus içindeki payı artmayacak, azalacak. Geçen hafta söyledim; İklim değişikliğinden hayvandan insana geçen pandemilere, yaşlanan nüfustan artan gelir eşitsizliğine; birden fazla küresel yapısal tehdit altında olacağımız bir yeni dönemin içindeyiz. Böyle bir dönemde, COVID-19’un neden olduğu sancıyı hafifletme amaçlı pansuman tedbirlerinin yirmi yıl sonraki olası sonuçlarını bugünden dikkate almak gerekiyor. Attığımız adımların yirmi yıl sonraki sonuçlarını düşünmediğimiz için buraya geldik. Artan riskler karşısında artık atacağımız her adımın yirmi yıl sonrasını düşünmeliyiz.

Bugün lafı bıraktığım yerden devam ettirmeme imkân verecek bir araştırmanın sonuçları yayımlandı geçen hafta içinde, Eylül’ün 23’ünde. Harvard Üniversitesi T.H. Chan School of Public Health’in araştırmasına göre, Amerikalılar özellikle internet erişimi kaynaklı sorunlar nedeniyle çocuklarının eğitiminden endişeliydi. Hepsi değil elbette, bir bölümü ama ihmal edilemeyecek bir bölümü. Gelin önce araştırmanın sonuçlarını kısaca özetleyeyim. Sonra da Türkiye için birkaç sonuç çıkartayım.

Amerikalıların yüzde 46’sı COVID-19 nedeniyle haneye giren gelir tutarının azaldığını söylüyor ama ben internet bağlantısından yakınan yüzde 34’e takıldım doğrusu

Harvard çalışmasına göre Amerikalıların yüzde 46’sı COVID- 19 nedeniyle işini ya da haneye giren gelirin bir bölümünü kaybetmişti. Bu nedenle, tasarruflarını kullanmak zorunda kalmışlar ya da ödeme güçlüğü içine düşmüşlerdi. Yüzde 46’nın yüzde 68’i ciddi finansal güçlük içinde olduklarını söylüyordu.

Konu çocuklara gelince, ankete katılanların yüzde 59’u çocuklarla ilgilenme konusunda endişeliydi. Yüzde 36’lık bir kesim, çocuklarının eğitimini devam ettirme konusunda dertliydi, yaklaşık beşte bir (yüzde 18) ise ebeveynler çalışırken çocuk bakımı konusunu dile getiriyordu.

Ama doğrusu ya, benim dikkatimi en çok geniş bant internet bağlantısının yokluğu ile uzaktan eğitim veya uzaktan çalışma için gerekli internet bağlantısına sahip olmamaktan dertli yüzde 34’ün durumu çekti. Amerikan hane halklarının üçte biri, internet bağlantısından şikâyetçiydi.

Amerika’da COVID-19 ile ilgili federal destekler halen devam ederken yapılmış bu çalışma, durumu özetliyor aslında. Sıkıntı ve endişelerin hep toplumun en kırılgan kesimlerinden geldiğini bu çalışmada da tespit edebilmek mümkün aslında. COVID-19 yalnızca farklı sektörleri farklı biçimlerde etkileyip büyümeyi dengesiz bir biçimde etkilemiyor, aynı zamanda farklı kesimleri de son derece eşitsiz bir biçimde etkiliyor. Toplumun en kırılgan kesimleri en olumsuz biçimde etkileniyor, gelir dağılımındaki adaletsizlik salgın nedeniyle daha da artıyor.

Türkiye’deki araştırmalar toplumun yarısından fazlasının haneye giren gelirinin azaldığını gösteriyor

Doğrusu ya, Türkiye’de tam buna benzer bir araştırma bulamadım. Ama TEPAV’ın Mayıs 2020’de COVID-19’un Türkiye işgücü piyasalarına etkisine yönelik yaptığı araştırmanın sonuçlarıyla bir ölçüde karşılaştırılabilir. Buna göre, COVID-19 salgını nedeniyle Türkiye’de yerleşik olanların yüzde 50’si gelir kaybına uğradıklarını dile getiriyor. Geçici koruma kapsamındaki Suriyeli göçmenlerin ise yüzde 88’i gelir kaybına uğradığını söylüyor.

Türkiye için bu sonuçlar esasen BBC World Service’in Haziran ayında yaptırdığı araştırmanın sonuçlarıyla da uyumlu. Bu ankete Türkiye’den katılanların yüzde 63’ü hane gelirlerinde kayıp olduğunu bildirmiş. Aynı oranın Almanya ve Fransa’da yüzde 28 düzeyinde olduğunu da vurgulayayım. Ama Amerika’da hane halkı gelir akımının olumsuz etkilendiğini söyleyenlerin oranı yüzde 45 civarında ve başlangıçtaki Harvard çalışmasına benzer bir oran doğrusu. Aynı çalışmada, COVID-19’dan kişisel olarak çok etkilendim diyenlerin oranı Türkiye’de yüzde 74, Amerika’da yüzde 36 ve Almanya’da yüzde 13.

Şimdi diyeceksiniz ki, “Uzaktan eğitim ve uzaktan çalışma söz konusu olduğunda, internet erişimi konusu ne durumda?”. O konuda, Türkiye’de yapılan çalışmalardan ben bir sonuç göremedim. Ama Dünya Bankası veri tabanından iki rakam ekleyeyim: Amerika’da toplam nüfusun yüzde 89’u internet kullanıcısı, Türkiye’de ise aynı oran yüzde 74. Her 100 kişi başına sabit broadband internet aboneliği Amerika’da yüzde 34,7, Türkiye’de ise yüzde 17,15. Orada bu alanda bir problem hissediliyorsa, burada da o problemin hissediliyor olması gerekir.

Çocukları “Annemin interneti bitiyor Hocam. Derse katılamayacağım.” demek zorunda bırakmamak gerekiyor

Peki, buradan Türkiye için ne çıkar? Yaşlanmakta olan Türkiye gibi bir toplumda, çalışan nüfusun toplam nüfus içindeki payı giderek azalırken negatif büyüme etkisini sınırlandırmak, verimliliği artırmak için ne yapmak gerekir? İleride genişçe tartışmak üzere, ben, müsaadenizle, kısaca üç olası önlemi sayayım: Birincisi, işgücüne katılımı artırmak, özellikle kadınların işgücüne katılımını süratle artırmak üzere herkesin eğitime erişimini kolaylaştırmak gerekir. İşgücüne katılma oranı Türkiye’de yüzde 50’lerde iken, Kore’de, Almanya’da yüzde 60’larda. Esasen bir alan var Türkiye’de. İkincisi, sağlam bir göçmen politikası izlenerek, sorunu geçici olarak bir süre idare edebilmek mümkün olabilir. Almanya’nın bulmaya çalıştığı çözüm de şimdilik buralarda ama problemlerini yaşayarak görüyorlar. Türkiye’deki mülteciler ise biz istediğimiz için burada değiller, onları iten faktörler nedeniyle buradalar öncelikle. Ayrıca Türkiye’yi bir geçiş ülkesi olmak yerine bir hedef ülkesi haline getiren de Avrupa Birliği ile imzaladığımız anlaşma. Bu da önemli bir fark. Üçüncüsü, yeni teknolojiler vasıtasıyla, yaşlanan nüfusun daha uzun süre çalışma hayatında kalmasını temin etmek ve yaşlanan nüfustan kaynaklanan harcamaları azaltmak düşünülebilir meseleyi yönetmek için. Japonya’nın yapmaya çalıştığı gibi.

Şimdi hal böyleyken, nüfusu giderek yaşlanan bir toplumun, COVID-19 nedeniyle uzaktan eğitime katılmakta zorlananların yarın çözümün değil, sorunun bir parçası olmamasını temin etmeye öncelik vermesi beklenir. Bugün beş yaşında olanların yirmi yıl sonra işgücünün parçası olacağı düşünüldüğünde, onların eğitime erişimine yönelik tedbirleri en öncelikli olarak görmek gerekir diye düşünüyorum ben. Demem o ki; çocukları “Annemin interneti bitiyor, derse katılamayacağım, Hocam.” demek zorunda bırakmamak gerekiyor. Burada yerel idarelere, belediyelere ve hatta muhtarlıklara çok iş düşüyor bana sorarsanız. Nedeni çok açık: Önümüzdeki yirmi yılda yaşlanan nüfus etkisini sınırlandırmanın Türkiye için en kolay yolu, işgücüne katılımı artırmak ve eğitime erişimi kolaylaştırmaktır.

Bugün COVID-19 küresel salgınının bir yandan ne olduğunu hala anlamaya çalışıyoruz. Bir yandan da her gün bir dizi karar alıyoruz, salgının neden olduğu olumsuzlukları izale etmek için. Sancıyı hafifletmek için tedbir alırken, ehem ile mühimi birbirinden ayırmanın son derece önemli olduğu bir dönemdeyiz. Yirmi yıl sonrasını hatırlatmak isterim yeniden.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Ve o sırada dünyada… 29 Temmuz 2024